Tarih Metodolojisi
Mustafa Sarıbıyık


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 25 HAZİRAN 2021

Tarih Nedir?

  • “Tarih nedir?” sorusu başlı başına bir metodoloji ve bir tarih felsefesi sorusudur. Bu soruyu cevaplandırmadan önce gündelik konuşmalarda zaman zaman geçen tarihin ne işe yaradığına bakmak gerekmektedir.
  • Çağdaş toplumun portresi, değişim deneyimi bu topluma egemenmiş gibi çizilmektedir. Teknolojik yeniliklerin inanılmaz hızı, uluslararası ilişkilerdeki istikrarsızlık, geleneksel değerlere bağlılıkların aşınması gibi tasvirlerde bulunulduğunda geçmişten farklı bir dünyada yaşıyor olduğumuzun kanıtları bize günlük konuşmalarımızda sunulmaktadır. Dolayısıyla artık böyle bir dünyada tarih anlayışına sahip olmanın ve tarihten dersler çıkarmanın gereksiz olduğu belirtilmektedir.
  • “Geçmiş zaten geçmiştir, anı yaşamak, geleceğe bakmak gerekir”gibi zaman sosyolojisi içerisinde dünden bağımsız bir an ve dünden bağımsız bir gelecek olmadığı göz ardı edilerek tarih ve geçmiş bu anlamda biraz hafife alınmaktadır.
  • Genel olarak tarih, başta insan olmamız hasebiyle aslında kendimizle, kökenimizle ilgili bir değerlendirmedir.
  • Bireysel olmanın ötesinde toplumsal bir bellektir, insanlığın geçmişten bugüne kadar var etmiş olduğu bütün birikimler, tecrübeler yeniden icat edilecek değildir. Bu tecrübeler tarihle günümüze kadar gelmiştir.Bunlardan çeşitli dersler çıkarmak gerekir.
  • Toplumlarda geçmişte yaşanılanlardan dersler çıkararak daha cesaretle ileriye yönelmek adına mutlaka geçmişe bakmak icap eder. Bireyin geçmiş kavramı kendiliğinden gelişirken tarihsel bilginin de bu anlamda üretilmesi gerekmektedir.

Ulus Bilinci ve Tarih

  • 19. yüzyılda ulus bilinci gelişirken devletler, tarihi bir araç olarak kullanmışlardır. Kendilerinin farklı milletlerden, devletlerden, topluluklardan üstün olduklarını ortaya koymaya, bütün dünyaya öncülük ettiklerini ispatlamaya çalışmışlardır.
  • Örneğin, Fransızlar 1789 Fransız İhtilaliyle birlikte üç sembolü ortaya koyarlar: özgürlük, eşitlik ve kardeşlik. Fransızlar bizim bütün dünyaya muhteşem bir örnekliğimizdir bu üç değeri ortaya koymamız derler.
  • İngilizler hürriyetimizin hikâyesi olarak değerlendirdikleri kendilerine ait betimlemelerinde, Britanya halkının deniz aşırı göçleri, koloni fetihleri, aşağı ırklara uygarca yönetimler götürülmesini kendileri adına gururla bakılması gereken başarılar olarak değerlendirirler.
  • Amerikalılar 1775-1783 tarihleri arasında İngilizlere karşı verdikleri kurtuluş mücadelelerini “Amerika Amerikalılarındır” sloganıyla İngilizleri kıtanın dışına atmayı başarmışlardır, bundan sonra da bu sloganın altını doldurmaya devam etmişlerdir.
  • Bizde ulus bilinci geliştirirken Mehmet Akif Ersoy:

‘‘Bir zamanlar biz de millet hem de nasıl milletmişiz,

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz,

Kapkaranlıkken bütün afak-ı insaniyetin,

Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin,

Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,

Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri,

O ihtişamı elinden niçin bıraktın da bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında" diyerekAsım olarak sembolleştirdiği gençlere yönelik bir çağrı yapar.

  • Bir ulus, milliyet bilinci bağlamında gençlerin geçmişten ilham alarak geleceğe bakmaları sadedinde ortaya konulmuş, her devletin kendisini bu anlamda tarihi araç olarak kullanarak milliyet bilincini yeniden inşa etme düşüncesi içerisinde bir işlev görmüştür.
  •  
  • İngiliz tarihçi Edward Hallett Carr’in Tarih Nedir? İsimli kitabı tarih felsefesi ile ilgili verdiği konferanslarının birkaçının toplamından oluşur.
  • Carr, tarihin geçmişle günümüz arasında bitmeyen bir diyalog olduğunu ifade eder. Bu nedenle geçmişte meydana gelmiş tarihi olaylarla bugünün tarihçisi arasında bir bağ vardır. Bunun hedefi bir gelecek perspektifi oluşturmaktır.
  • Geçmişte yaşananlardan dersler çıkararak, geçmişteki hatalara düşmemek, belki daha ileri noktaları ulaşmak gibi hedefler içerisinde sadece geçmişle ilgili bir durum değil, geçmişin bilgisi ama anın bilgisi olarak ve geleceğin perspektifi bağlamında devam eden bir bilgi olduğunu da belirtmek gerekmektedir.
  • Bilindiği üzere tarih sözcüğü iki anlama gelir; birincisi geçmişte meydana gelmiş olaylardır. Bir realite/vakıa olarak geçmişte gerçekleşmiş olay veya olaylar bütünüdür. İkincisi, geçmişin tarihçiler tarafından yeniden kurgulanıp aktarılmasıdır.
  • Burada sorulması gereken temel soru, “geçmişte meydana gelmiş bir olayı olduğu gibi bugüne aktarmak mümkün müdür?” Bu soru,“tarih bir bilim midir, yoksa disiplin midir?” sorununu beraberinde getirir.

Tarih Metodolojisi

  • Batıda aydınlanma ile beraber doğa ve tabiat bilimleri kendi metodolojilerini oluşturduktan epey sonra tarihin herhangi bir metodolojisi, usulü yoktu veya tespit edilmemişti.
  • İbn-i Haldun bunların bir kısmını ortaya koymuştu ama bugünkü anlamda bir metodoloji daha çok 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Ancak günümüzde “Tarih bir bilim midir değil midir?” veya “Tarihî bilginin sınırlarını net bir şekilde ortaya koymak mümkün müdür?” soruları tartışılmaya devam etmektedir.
  • Doğa bilimleri ile tarih bilimi mukayese edildiği için bu soru sorulmaktadır. Çünkü doğa bilimleri büyük ölçüde deneye tabidir, doğa bilimlerinin bir yasası vardır, örneğin,bir bitkinin çimlenmesi fotosentez olayına tabidir ya da suyun kaynaması belli şartlar içerisinde gerçekleşir. Dolayısıyla doğa bilimlerinde genelleme yapılabilir, doğa bilimlerinin bu anlamda yasaları vardır.
  • Tarih ise biricik, tikel olaylardan oluşmaktadır. Geçmişte meydana gelmiş bir olayın aynısının tekrar etmesi mümkün değildir. Benzerleri olabilir, kısmen tekerrür edebilir ama bizatihi aynı şartlarıyla gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu nedenle tarih için bir yasa ortaya koymak, tarihi laboratuvarda deneye tabi tutmak, tarih için bir genellemeler yapmak mümkün gözükmemektedir.
  • “Eğer tarih bir ilimse nasıl bir ilimdir?” Yani geçmişte meydana gelmiş birtakım buluntulardan, hammaddelerin kaynak haline dönüştürülmesinden ve bir kaynak tenkidinden sonra o geçmişteki olay, tarihçinin elinde yeniden kurgulanıp bize tarih olarak sunulur.
  • Tarih, kaynaklarına dayalı olarak belli kurallar ve kaideler doğrultusunda tarihçi tarafından ortaya konulduğunda beşerî bir bilim midir? Çünkü tarihçi de insandır, tarihin öznesi de insandır. Doğa bilimlerinde ise bilimin konusu daha çok tabiattır. İnsanla tabiat arasında yani tabiatın bilgisiyle insanın bilgisi aynı şey midir? Bu anlamda tarih hepsini kuşatan, bir ayağı güzel sanatlarda bir ayağı beşeri alanda bir ayağı da sosyal alanda olmak üzere melez bir bilimdir diye tarif ederiz.
  • Melezlik burada bir eksiklik değil belki bir zenginliktir. Tarihçinin yaptığı işi bir ressamın eseriyle bir fotoğraf makinasının çektiği fotoğraf arasında karşılaştırma yaparak anlatmak mümkündür.
    • Tarihçinin yaptığı, bir fotoğraf makinesinden biraz farklıdır, bir ressamındakine daha çok benzemektedir. Ressam tuvaline bir figürü çizerken bir eser ortaya koyar. Bu eseri ortaya koyarken karşısında bir portre vardır, bir kaynak vardır veya karşıda tabii bir resim vardır onun aynısını çizmeye çalışır. Bu noktada kendi yetenekleri de düşünceleri de zihin dünyası da devreye girer.
    • Tarihçinin yaptığı şey bir fotoğraf makinesinden ziyade bir ressama benzediği için tarih hem güzel sanatlar işidir, yani tarih bir gerçek hikâye olduğuna göre hikâye anlatmak, betimlemek, tasvir etmek aslında bir sanat olduğuna göre güzel sanatlarla ilgili bir ayağı vardır.
  • “Tarih objektif ve nesnel olabilir mi?”Bu noktada iki akımın ön plana çıktığı görülmektedir. Bu akımlardan bir tanesi tarihçi Elton’un ortaya koyduğu “kaynaklarımıza mutlaka sahip çıkın” düşüncesinden hareketle bulgular ve kaynaklar karşısında tarihçinin iradesini ortaya koymadan tevazu ile yaklaşması ve kaynaklar ne diyorsa, buluntular neyi ortaya koyuyorsa tarihçinin kendi fikirlerini asla meselenin içine katmadan olduğu gibi nakletmesi gerekir.
  • Bu düşünce daha sonra 19. yüzyılda pozitivist düşünceye evirilmiştir. Tarihçilerin büyük bir kısmı bu yolu benimsemişlerdir.
  • Diğer taraftan bilgi felsefesi bağlamında düşünüldüğünde Theodore Zeldin karşı bir düşünce ileri sürer ve der ki:Bir tarihçinin okura sunabileceği geçmişe ilişkin kurgu, olay, kendi bakış açısı ve okurun anladığından başka bir şey değildir.
  • Yani Zeldin’e göre kaynaklar bize ne söylerse söylesin gerçek olan tarihçinin o kaynaktan anladığı ve okura anlattığı şeydir. Bu tanıma göre tarihçi meselenin içerisinde çok aktif olarak girmek durumundadır.
  • 19. yüzyılda pozitivizmin kurucusu Auguste Comte bu anlamda doğa bilimleri ile ilgili birtakım yasalar ortaya konulduktan sonra tarihçilerin de bir gün kendi bireysel yasalarını ortaya koyacağına inandığını ifade ederek Elton’un görüşünü desteklemiştir.
  • Tarihçi ve nesnellik başlığı altında nesnelliği etkileyen bazı faktörler vardır. Bu faktörlerin başında hammaddeler, buluntular ve kaynaklar gelir.
  • Geçmişten günümüze intikal eden arkeolojik kazılarda ortaya çıkan buluntular, geçmişten günümüze intikal eden yazılı ve sözlü birtakım bilgiler tarihçinin elinde kaynak haline dönüşür.
  • Bu kaynakların, buluntuların bir kısmının bize sağlıklı bir şekilde ulaşması mümkün değildir. çeşitli dönemlerde bunların çok bilinçli bir şekilde değiştirilmesi bir tarafa, bugünkü insan o günkü kaynakların bize aktardığını çok rahat o günkü zihin dünyasıyla anlayabilir mi? Dolayısıyla nesnelliği etkileyen birinci faktör kaynaklarla ilgilidir.
  • Tarih, bir tarihçi tarafından geçmişteki bilgilerin aktarılması olduğuna göre burada tarihçinin ön kabulleri, inançları, ideolojileri, bir mezhebe ve meşrebe bağlılığı, geçmişte yaşadığı psikolojik bir durum onuister istemez etkileyen faktörler olarak karşımıza çıkar.
  • Bunun dışında en önemli noktalardan bir tanesi de otorite ve iktidarlardır. Tarihin yazıldığı dönemlerde otoritelerden ister istemez tarihçinin etkilenmesi söz konusudur.
  • İslam tarihinin büyük bir kısmı Abbasiler döneminde yazılmıştır. Acaba Emevi halifelerinin birkaçı dışında kemiklerini bile mezardan çıkararak ateşe veren Abbasiler, tarihçiler tarafından Emeviler için güzel cümleler kurulmasını ne kadar kabul ederdi? Bu noktada otorite, tarihçilerin objektifliğini, nesnelliğini etkileyen temel faktör olarak karşımıza çıkar.
  • 20. yüzyılın başına kadar tarih denildiğinde siyasal tarih akla gelirdi. Yani devletlerin birbirleriyle yaptıkları mücadeleler, savaşların tarihi olarak bilinirdi. Hala belki günümüzde tarihin büyük bir bölümü siyasal tarih olarak devam etmektedir.
  • 20. yüzyılın başından itibaren biyografi tarihi, düşünce tarihi, sosyal tarih, toplumların tarihi, zihniyet tarihi ve sonraki dönemlerde daha çeşitlenerek bunun geniş bir yelpazeye yayıldığı görülmektedir. Ama buna rağmen hala tarihin büyük çoğunluğu siyasi tarih olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • Biyografi tarihinin çıkış serencamına bakıldığında, özellikle orta çağda bir papazın ahlaki duruşunun gençlere sirayet etmesi ve ahlaklı bir neslin yetişmesi hususunda biyografiler daha çok öğretici bir tarih niteliğinde gençlere örnek olarak yazılmıştır.
  • İslam tarihinde bilindiği üzere siyer çalışmaları tabiin döneminde Hz. Peygamber’in hayatını anlatmakla başlamış, daha sonra Hz. Peygamberin savaşları, yapıp ettikleri ile bunun devam ettirildiğini, sonraki dönemde özellikle biyo-bibliyografik eserler arasında günümüze kadar nakledilen Müslüman genç için örnek teşkil edecek insanların biyografileri anlatılmaya başlanmıştır. Bunun başından sahabe biyografileri yer almaktadır. Bu anlamda düşünce tarihi, tarihe zenginlik katan bir unsur olarak kendini göstermektedir.
  • İktisat tarihi ya da toplum tarihi denildiğinde sosyal tarih son derece önemlidir. İbn Haldun’un kendi döneminde aştığı en önemli çığır topluma genel bir perspektif kazandırmasıyla alakalıdır. Sonraki dönemlerde kadının tarihi, çocuğun tarihi, hapishaneler tarihi, deliliğin tarihi gibi pek çok alanda eserlerin yazıldığı görülmektedir.
  • İbn Haldun’dan çok sonra Braudel Akdeniz ve Akdeniz Dünyası adı altında tarihe genel bir perspektif içerisinde yani tarihe coğrafyayı da katarak, tarihe toplum içinde yaşayan sessiz yığınların gündelik hayatlarını da katarak tarihe bir zenginlik sağlamıştır.
  • Günümüzde tartışılan noktalardan bir tanesi, “eğer ibret alınacaksa tarih yazılmalı mı, yazılmamalı mı?” şeklindedir. Bu anlamda tarihi sadece yaşayanların ve belirli kesimlerin sözlü olarak aktarılması değil, sonraki dönemlere aktarılması sadedinde de yazılmasının gerekli olduğu ifade edilir.
  • Tarih yazılırken temel bazı sorular yer alır. Geçmişte meydana gelmiş tarihi bir olayla ilgili cevaplanması gereken ilk soru ‘‘ne oldu?’’ sorusudur. Bu sorunun karşılığı yalın bir anlatı şeklindedir. Aslında belirli dönemlerde tarihte nedensellik ilkesi ortaya çıkıncaya kadar tarih bir tahkiyeden ibaretti. Ancak tarih yazıcılığı belli bir safhaya ulaştıktan sonra bu sorular peş peşe sorulmaya başlanmıştır.
  • İkinci soru ‘‘neden ve niçin oldu?’’ sorusudur. Bu soru tasviri bir betimlemeyi beraberinde getirir.
  • Üçüncü soru ise ‘‘nasıl oldu?’’ sorusudur. Bu soru tarih ilmine en önemli niteliği kazandıran sorudur ve nitelikli bir analizi, mukayeseyi beraberinde getirir.
  • Tarihi bir bilinç, ilim haline getiren en önemli hususlardan bir tanesi nedenselliktir. Bir olayı meydana getiren etkene neden denilmektedir. Neden-sonuç arasındaki ilişki ise nedensellik olarak açıklanır. Nedensellik tarih bilimi için çok büyük bir önem arz eder. Tarih incelemeleri bir bakıma aslında nedenlerin ve makâsıdların incelenmesidir.
  • Tarihçi, tarihi hakikatlere ulaşabilmek için sürekli niçin sorusunu sormak durumundadır. Tarihçi bu soruyu sorarak metodolojik bir bakış açısı ve bilimsel bir yaklaşım gerçekleştirir.
  • Mukayesesini yaptığımız doğa bilimlerinde bir olayın tek bir nedeni olabilir ancak tarihte daima birden fazla neden vardır. Bu anlamda tarihçi bir nedenler hiyerarşisi kurmak ve bir ana nedeni veya nedenlerin nedeni diyebileceğimiz gerçek nedeni ortaya koymak durumundadır.
  • Metodolojik olarak tarih pek çok ilimden faydalanır. Bunun başında coğrafya, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, arkeoloji, filoloji, epigrafi, iktisat tarihi ve matematik ve buluntuların birtakım karbon değerlerinin ortaya çıkması anlamında da kimya gibi ilimler gelmektedir.
  • Tarih boyunca, tarihle ilgili çeşitli anlayışlar ortaya çıkmıştır. Mesela ilerlemeci tarihanlayışı, ilk insanın varoluşundan günümüze kadar sürekli ilerleme kat ettiklerini ifade etmektedir. İlk insanın toplayıcılıkla hayata başladığı, daha sonra avcılık, çiftçilik, sanayileşme, imparatorluklar ve ulus-devlet şeklinde ilerlediği anlayışı 20. yüzyılın başına kadar bütün tarih anlayışlarını etkisi altına almıştır.
  • Fakat özellikle birinci ve ikinci dünya savaşının ortaya çıkması ve insanlığın kendi kendini yok etmesi sonucunda bu anlayıştan zaman içerisinde uzaklaşıldığı görülmektedir.
  • 20. yüzyılın başında Karl Marx da bu anlayışa sahipti, o tarihin tamamen bir yasa çerçevesinde devam ettiğini söyleyerek pozitivist bir anlayışla tarihsel gelişimi üretim güçleri arasındaki çatışmaların sonucu olarak tarif etmiştir. Yani tarihi sermaye sahipleri ile proletaryanın değer üzerinden karşılaşmaları olarak değerlendirmiş, bundan sonra da proletaryanın zaferi gerçekleşecek diyerek de insanlara ümit vermiştir.
  • Bu ilerlemeci tarih anlayışı Kur’an’da net bir şekilde reddedilmektedir. Mesela Mü’min suresi 82. Ayette: ‘‘Kendilerinden öncekilerinin sonlarının ne olduğunu görmek için yeryüzünde dolaşmıyorlar mı? Öncekiler bunlardan daha çoktu, daha güçlüydüler ve yeryüzündeki eserler katında daha üstündüler. Ama kazandıkları kendilerine hiçbir fayda sağlamadı’’ şeklindeki ifade bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
  • Bunun dışında çizgisel tarih akımı ve İbn Haldun’un sünnetullah doğrultusunda ortaya koyduğu akım başta olmak üzere pek çok tarih akımı daha sonra da varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

Hazırlayan: Merve Nur Türksever