Usûlde Tecdid Arayışları
Muhammed Avvam
İDE KONFERANS 2020-2021 | DERS NOTLARI | 26 Mart 2021
Usûl-i Fıkıh
- Tecdid, faktör ve nedenleri üzerinde durulduğunda, karşımıza çıkan öncelikli kavram usûl-i fıkıhtır. Tecdid, metodolojik bir bakışın ve düşünce ufkunun yenilenmesi anlamına gelmektedir.
- Usûl-i fıkıh, metodolojik bir ilimdir ve düşüncenin derinliğinden bahsetmekte ve mihvere aldığı delil ve istidlal kavramları üzerinden Hz. Peygamberin ufku ekseninde bunu yapmaktadır.
- İmam Şafii’den bugüne kadar usûl-i fıkıh konusunda bir yenilenme devam etmektedir.
- İmam Şafiî, Hz. Peygamber hariç herkesin istidlal ile konuşmak zorunluluğunu ve ilim taliplerinin istidlal ile hareket etmek durumunda olduğunu belirtmektedir.
- Usûl-i fıkıh, bir usûl-i ilim olarak (bütün ilimlerin usûlü) olarak görülmüş, delil ve istidlal üzere bir eksene oturtulmuştur.
- Usûl-i fıkıh bir metodolojidir. Bütün ilimler sadece nusus-u şeriyye ile istinbat noktasında ve şer'i ilimler bağlamında değil bir metodoloji olarak usûl-i fıkıh ilmine ihtiyaç duyarlar. Her ilmin vazifeleri, işlevleri ve maksatları vardır. Bütün ilimlere metodolojik olarak kast ettiği maksatları itibarıyla ve tecdid bağlamında bakmak gerekir.
- Günümüzde tatbikî öğretim açısından bazı problemler bulunmakla birlikte tecdid kavramının ortaya koyduğu birtakım problemlerle karşı karşıya kalınmaktadır. Pek çok coğrafyada ahval-ı şahsiye açısından meseleler şer'i ilimlerin kapsamı alanında tam bir mutabakat halinde uygulanmamaktadır.
- Şeriatın, usûl ve kavaid açısından tecdidi ele alınmaktadır. Ancak kavaid açısından bahsedilirken hayatımızdaki yeni iz düşümleri ile bunların uyumu ve bu problemlerin getirdiği husus çerçevesinde ele alınmaya ihtiyaç vardır.
- İlim işlevsel, metodolojik ve tenzil düzeyi (teorik olanın pratikle buluşması) olmak üzere üç düzeyde değerlendirilmektedir.
- Usûl-i fıkıh açısından takhliye ve tahliye olmak üzere iki önemli kavram bulunmaktadır. Takhliye, konu olarak onu ilgilendirmeyen birtakım meseleleri dışarıda bırakmak; tahliye ise onun güzelleştirilmesi ve en uygun olanının dahil edilmesi olarak görülmektedir. Usûl-i fıkıh bu çerçeve üzerinden ele alınmalıdır.
Tecdid Arayışlarındaki Problemler
- Tecdid arayışlarındaki problemlerden ilki; tarihe hapsolmak ve tamamen donuk, taklitçi şekilde değerlendirmeler yapmaktır. Yani ibda ve yaratıcı anlayışı terk etmek gibi bir hataya düşülmektedir. Hâlbuki kültürü yapıcı şekilde tenkit etmek gerekir.
- İkinci problem; temhis ve tahkik, mevcut olan değerler skalasını tam olarak analiz ve tahkik edememe zaafıdır. Bu topyekûn taklit olarak baş göstermektedir. İlerleme, ancak usulün metodolojisinin yeniden ele alınması ve yeni formülasyon içerisinde değerlendirmesiyle mümkün olabilir.
- Üçüncü problem; tuğyanu'l ihtilaf olarak ifade edilen ayrışma, farklı görüşlerin ittifak üzerinde baskın çıkması ve zorba bir yapı oluşturmasıdır. İslami ilimler öteden beri tevlidu'l hilaf çerçevesinde ihtilafları doğurmayı kendisine eksen alan bir yapıda ilerlemiş ve mezhepler bu çerçevede farklı görüşleri ve zayıf meseleleri ele almışlardır. Hâlbuki usûl kaidelerinin amelî boyutla bütünleşmesi daha önemli bir husustur.
- Makâsıd düşüncesinin sağlamlaştırılması ve öne çıkarılması kaybolmasıyla birlikte, bu konudaki merakın ortadan kalkması, amelî birtakım meyveleri ortaya koymak ve ürünleri alabilmek konusunda problemler oluşturmuştur.
- İslam fıkhında tecdid cüz'i ve küllî olmak üzere iki şekilde ele alınır. Cüz'i tecdid, lokal şekilde belli kaidelerin yenilenmesine matuf bir tecdiddir. Tecdid-i küllî, daha tümel bir tecdidin genel bir çerçeve şeklinde ele alınması ile ayrı bir boyuttur.
- Şatıbî, usûl-i fıkhın hilaftan hilaf doğurduğunu, mezhepler arasındaki edillenin kabulü ve iptali noktasında bir durumun tespitini yapmıştır. Mu'tezile'nin el-vacıbu'l muhayyer gibi kavramlarını ele alarak bu ihtilaf fıkhından sıyrılmanın gereğini ortaya koymuş, delil-i şer'i olmayan konularda istihsan yoluna başvurulması noktasında değerlendirmeler yapmıştır.
- Şatıbî, özellikle Muvafakat adlı eseri olmak üzere eserlerinin çoğunda tecdidi, düşüncenin yenilenmesi bağlamında ele almıştır. Şatibi’nin yenilenme olgusu içerisinde Kelâmî birtakım kavramlara takılıp kalmadığı, bunun yanında terminolojiyi çözümleyecek birtakım şeylerden uzaklaşarak usulü daha amelî boyutta ve bütüncül şekilde ele aldığı görülmektedir.
- Şatıbî'ye kadarki süreçte tecdid-i cüzi denilen lokal yenilenmeler söz konusu olmuştur. Şatıbî ise sadece cüzi tecdidle yetinmemiş, bu konuda usûlcüleri eleştirmiştir. Ona göre, usûl-i fıkhın yeni bir formülasyon içerisinde ele alınması gerekmektedir.
- Emir es- San'ânî, Mezaliku'l Usûliyyin adlı eserinde amelî hususların göz ardı edilmesinden rahatsızlığını ifade etmiştir. Dolayısıyla amelî boyutun ihmali ciddi bir kusur olarak değerlendirilmiştir. Usulün lüzumsuz bilgilerden arındırılmasını savunmuş, mantık ile kelam konusunda değerlendirmeler yapılmak suretiyle terminolojik yoğunluk içerisinde maksatların ihmal edildiği konusuna vurgu yapmıştır.
- Kelam-Usûl-i Fıkıh İlişkisi
- Metodolojik bakımından Şatıbî ile kendinden öncekilerin karşılaştırılması gerekmektedir. Özellikle Şatıbî öncesi kelam ilminin usûl-i fıkha ciddi tesirleri bulunmaktadır.
- Mu'tezilî bir teorisyen olan Kâdı Abdülcebbâr, kelam düşüncesini usûl-i fıkha yansıtmıştır.
- Kelamın özellikle usûl-i fıkıh alanında tanım, terim ve muhteva konusunda ciddi etkileri olmuştur. Şatibi’nin temel eleştirileri bu nokta üzerine yoğunlaşmıştır.
- Tecdid konusunda Kelâmî meselelere çok fazla yer verilmiştir. Amelî konularda ciddi manada boşluğun bırakılması noktasında Şatibi’nin eleştirileri olduğu gibi Raysuni’nin de tespitleri bulunmaktadır.
Usûl-i Fıkhın Tecdidi
- Taha Alvâni de usûl-i fıkhın Kelâmî ağırlıklardan kurtarılmasını ve yeni bakış açısı ile düşünce ufkunun geliştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Usûl-i fıkhın, İslami bütün meselelerde fonksiyonel ve makâsıda dayalı olarak günümüz problemlerini ele alacak biçimde yeniden kurgulanması gerektiğini belirtmiştir.
- Hasan Turabî ise genişletilmiş kıyas ve fer'i unsurların asla kıyas edilmesi diye kıyas-ı cüz'i şeklinde ayrım yapmaktadır. Ancak ona göre parçacı bir yapı yeterli olmamakla beraber çağımızın şartlarına göre ilmi kuralların tekrar ele alınması bağlamında bir değerlendirmeye ihtiyaç vardır.
- Geçmişte terminolojik meselelere, tanımlamalara çok fazla girilmiştir bunlardan sıyrılmanın zarureti ortadadır.
- İbn Aşur, makâsıdı usûl-i fıkıh içinde doğan ve gelişecek bir yapı olarak değerlendirmiştir. O, usûl-i fıkhı terminolojik ve birtakım başka hususlardan doğan karmaşadan kurtarmak, yeni bir formülasyon içerisine dâhil etmek gerektiğini ifade etmiştir.
- İbn Aşur, asıl problem olarak reel olandan, ayrı bir ilmin düşünülemeyeceğini söylemiştir. Tahir b. Aşur, usûl-i fıkhın çok fazla hilafiyat içerdiğini ve ona alternatif olarak makâsıdı müstakil bir usûl olarak önermiştir. Ancak Avvam, bunu kabul etmemekle beraber makâsıdı ''usulün rahminde büyümüştür'' şeklinde değerlendirmiştir.
- İslami ilimlerin, insanî ilimlerden tefrik edilmesi doğru değildir. İslami ilimler, şer’i bir çerçevede ortaya konulmaktadır ancak insanî ilimler, insan hayatının etrafında dönen bir yapı arz etmektedir.
- İslam dünyasında Şahrur, Muhammed Arkoun ve Nasr Hamid Ebu Zeyd gibi düşünce üreten bazı laik düşünürler vardır. Bu şahsiyetler şer'i nassı, beşerî metin konumuna indirgeyen yeni bir okuma biçimini ortaya koymuşlardır. Bu tür bir yaklaşım şer'i nassın referans değerini örseleyecek niteliktedir.
- İslami metodolojinin değiştirilmesi yönünde ikinci bir yaklaşım ise yapısalcılık ve Marksist söylem üzerinden gerçekleşmiştir.
- Üçüncü olarak ise modernist fukaha denilen akımın temel paradigması kesin bilgiye yönelik şeylerin ve dinin katî bir hüküm belirttiği yolundaki düşüncenin inkârı ile kendini göstermektedir. Dinin tamamının zannî olduğu iddiası öne çıkmaktadır. Bu bağlamda ' اَحَدٌۚ اللّٰهُ هُوَ قُلْ'' ayetinin bile zannî olması gündeme gelmektedir.