"İlimlerde Birlik Arayışı ve Müfredat Sorunu" Paneli
Ayhan Çitil, Mehmet Görmez, Ömer Türker, İbrahim Halil Üçer

İDE PANEL | NOTLAR | 15 Mart 2021

PROF. DR. MEHMET GÖRMEZ

  • İslam düşüncesi kendi mensuplarına ve bütün insanlığa, diğer pek çok medeniyetten farklı olarak tevhit ilkesi gereği doğruya ve hakikate ulaşmada bütüncül bir yaklaşım önerir. Bir hakikate ulaşmak için bütünü atomize ederek ulaşmaya çalışan bir anlayışa “Faslu’l-Muttasıl”, bilakis ayrı olanları birleştirerek bütüncül bir bakış açısına ise “Faslu Munfasıl” denir.
  • Özellikle modern zamanlarda bütün dünyada eğitim sistemlerinde ayırarak ve parçalayarak bakmanın büyük bir teamül haline geldiği görülmektedir.
  • Vahiy, insan ve kâinat, tekvin ve tenzili birlikte ele almak ne kadar önemliyse bunları ele alan ilimleri birlikte değerlendirmek, bunlar arasında ilişkiler kurmak, bundan hareketle bütüncül bir bakış açısına sahip olmak o derece önemlidir.
  • ·Modern zamanlarda külli bilgi sisteminden ayrı olarak her bilgi alanı küçük bir adacık oluşturmuş adeta diğer bilim alanlarında aşırı bir ihtisaslaşma yaşandı hatta bu bir ihtisas körlüğünü beraberinde getirmiştir. Günümüzde bilgi sistemleri arasında hem kavramsal hem kuramsal kopukluklar yaşanmaktadır.
  • İslam dünyasında da insanı ve evreni konu edinen bilimlerin neredeyse terk edilmiş olduğu görülmektedir.
  • İslami ilimler denildiğinde insanı ve evreni kâinatı ele alan ilimleri ayrı bir yerde düşünmek, pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. Halbuki bu ilimler o kadar iç içedir ki hem kaynakları bakımından hem yöntemleri bakımından birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bu da parçalanma ve bölünme yaşadığımız durumlardan biridir.
  • Türkiye’de üniversite sistemimiz büyük oranda hala seküler ve pozitivist bir çerçevede yoluna devam etmektedir.
  • İslam Düşünce Enstitüsü bu konuyu hem bilgi sistemine bir bakış açısı olarak hem eğitim sistemimizin bir sorunu olarak hem de bir usûl meselesi olarak ele aldı ve bu senenin başından itibaren İslam düşüncesinde bilimlerin birliği başlığı altında önemli dersler gerçekleştirdi.
  • Birinci derste ben İslam’ın, Kur’an ve sünneti esas alarak nasıl külli bir ilim tasavvurunu önerdiğini, ilim hikmet ve marifet kavramları üzerinden anlatmaya çalıştım.
  • Ardından, Ömer Türker Hoca akli nakli ilimler ayrımı üzerinden meseleye yaklaştı ve ilk iki yüz yılda bugün temel İslam bilimleri dediğimiz ilimlerin teşekküllerini tamamladığını ifade etti.
  • İbrahim Halil Üçer iki ders yaptı ve ilk dersinde gaye problemi açısından, ikinci derste tarihsel açıdan meseleyi değerlendirdi ve uzman körlüğünden bahsetti. Özellikle bilimlerin gaye itibariyle birbirine bağlanacaklarından söz etti ve nihai kertede gayelerle birbirine zincir ile bağlanan ilimlerin nerede nihayete ereceği sorusuna ‘metafizik’ cevabını verdi.
  • Eşref Altaş bilimlerin birliği meselesini mantıksal açıdan ele aldı.
  • Yine Ömer Türker kelam ilmi ve diğer ilimler arasındaki ilişki üzerinde durdu.
  • Ayhan Çitil iki önemli ders verdi. Birinci derste modern dönemlerde ilimlerde birlik arayışının mahiyeti ve delilleri üzerinde durdu. Son derste ise tabii ilimler ile İslami ilimler arasındaki ilişki üzerinde durdu ve bu ilişkinin özellikle insanlığın tahkiki imana ulaşmada nasıl katkıda bulunacağına işaret etti.
  • Asım Cüneyd Köksal fıkıh ilminin diğer ilimlerle ilişkisi, Taha Boyalık tefsir ilminin diğer ilimlerle ilişkisi, Tahsin Görgün sosyal bilimler ve İslam bilimleri ilişkisini ele aldı.
  • Ben bir derste fıkıh usulünün mantık, hadis, tarih, kelam, ahlak, dil bilimleri hatta analitik felsefeyle ilişkisi üzerinde durdum. Başka bir derste de ahlak-usul ahlak-fıkıh ilişkisi üzerinde durdum
  • Soner Gündüzöz dil bilimleri ve diğer ilimler ilişkisi üzerinde durdu.
  • Cüneyt Kaya felsefe ve diğer ilimler ilişkileri üzerinde durdu ve bu ders serisi Ayhan Çitil’in dersiyle en son dersimiz gerçekleştirildi.
  • Bu düşüncenin müfredata dönüşmesi mümkün müdür?  Bu müfredat bizi birliğe götürecekse bu birlikte nasıl bir birlik olur?  Bu birlikten kasıt nedir? Bilimlerin birliğinden bütün ilimleri birleştirmek mi yoksa aralarındaki ilişkileri doğru kurmak mı kastediliyor?  Bu ilişkileri nasıl kurmamız gerekiyor?

PROF. DR. AYHAN ÇİTİL

Eğitimin İşlevi

  • Toplum içerisinde bir arada yaşamak için öncelikle insanların bakış açılarının, kendilerini bu âlemde nasıl konumlandırdıklarının uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bir arada, huzurlu ve barış içerisinde yaşayarak ortak bir gelecek inşa etmek mümkün değildir.
  • Eğitimin en genel işlevi, biz neredeyiz? Bizden ne bekleniyor? gibi birtakım sorulara cevap vermesi, insanları bu konuda ikna etmesi, belli bir formata kavuşturmasıdır.
  • Eğitimin ikinci işlevi, yetkinlik kazandırma işidir. Eğitim ile belli alışkanlıklar kazandırılması, olaylara ya da durumlara karşı verilecek tepkilerin ya da belli birtakım yöntem ve tekniklerin öğrenilmesi vs. bir tür yetkinlik kazandırma işidir. Bu itibarla bir toplumun nasıl bir eğitim sisteminin olduğu ve nasıl bir müfredat uyguladığı son derece önemlidir.
  • Bizim kendi eğitim sistemimiz, şu anda uyguladığımız müfredat iki farklı insan tipi üretmektedir: Birbiriyle anlaşamayan, aynı amaçlara ve ilkelere sahip olmayan, aynı dili konuşamayan. Her şeyden önce bizim bu sorunu düşünmemiz gerekmektedir.
  • Toplumsal birliğimizi, ümmetin birliğini nasıl sağlayacağımız konusu bilimlerin birliği probleminin arkasında duran daha büyük bir meseledir. Bu mesele, bilimlerin birliği ve müfredat üzerinden başarılıp başarılamayacağı konusunu tartışıyoruz.
  • Toplumsal bir uzlaşıyla, toplumsal yeni bir sözleşmeyle yeni bir müfredat oluşturup toplumu birbiriyle uyumlu bir perspektife sahip, dinimizin temel akaidiyle uyumlu, hem de bu çağın sorunlarının farkında olarak yetiştirebilecek bir müfredat oluşturabilir miyiz?

Bilim ve Bilimlerin Birliği

  • Bilim özellikle tabiat bilimleri dendiğinde, neye bilim denildiğine dair felsefi tartışmalar antik Yunan’a kadar uzanan burhan tartışmalarına dayanmaktadır. Fakat antik Yunan düşüncesi ve felsefesi; ampirik olanla, bu dünyayla ilgili birtakım kesin genellemeleri kullanarak olayları, olguları açıklamaya çalışan faaliyetleri bilim olarak adlandırmıştır.
  • Orta çağda bilim, özellikle Yeni Platoncu etkilerle genel anlamda varlıkla, Tanrı ile ilişkisi içerisinde evrenin, evrende olup bitenlerin bilinmesi faaliyetine dönüşmüştür.
  • Modern dönemde -özellikle 16. yüzyıldan bugüne- Descartes’in parçalara ayırma fikri, akademinin ana akım yöntemi haline gelmiştir ancak yaşanan ikinci bir süreç var, onu gözden kaçırmamak gerekmektedir. Bu varlık katmanlarının birbirine indirgenmesi, hatta zaman içerisinde özellikle ayni olanın ortadan kalkması söz konusu olmuştur.
  • Modern dönemde ayni olanı esas alarak bilimlere bakma, bu perspektiften dini bilimleri ve felsefi bilimleri iç içe geçirme ve ilişkilendirme söz konusu olmuştur. Kelamla metafizik arasında öyle bir ilişki ve süreklilik var ki bizim bakış açımıza göre, ayıramıyorsunuz.
  • Ne zaman neyle ilgili konuşulacağı hususuna usul açısından son derece yakın şeyler yapılıyor. Ama ayni olanı felsefi çerçeveniz içerisinden yavaş yavaş ortadan kaldırırsanız esas olanın öncelikle zihni olan olduğu, hatta zaman içerisinde ibari olan olduğu, hatta kitabi olan olduğu söylenmeye başlandığında, buna bağlı olarak bilim tasavvuru ve bilimlerin birliği tasavvuru hemen hemen değişikliğe uğramaya başlamaktadır.
  • Bu öyle bir ilim tasavvuru oluyor ki, söz konusu bilimlerin birliğinin zemininde, bilen öznenin birliği asıl merkeze yerleşiyor, onun ilgileri, onun yapmak istedikleri, kendisinin farkındalığını birliği bilimlerin birliğine yerleştirilmeye başlanıyor. Hatta asıl ilmi olan, bu anlamda neyin ne kadar zihni olandan ibari, lisani olana, hatta oradan da kitabi olana indirgeyebilirseniz iyi sonuç alınır. Bilimler bu anlamda bir indirgeme çabasına dönüşür.
  • Ayni olanın çerçevesinin dışına çıkmasının da ötesinde mesela sayının varlığı hakkında konuşmaktan değil sayıyla ilgili kurulan önermeleri işaretler üzerinden, kitabi olan üzerinden yakalamakla ilgili bilim yapılıyor. O yüzden bugün yaptığınız bilim o matematiğin hakikati ya da onun birle ve birlikle ilişkisi üzerinde düşünülmesi değil, kitabi olanın imkânlarıyla insanın kendi suretindeki bir varlığı kendi dışında oluşturmaya çalışmasına dönüyor.
  • Bir bakıma bugün bilimlerin birliğinden söz ederek, dini bilimleri bu bilimlerle uyumu ve ilişkisi içerisinde tekrar akademinin merkezine getireceksek, kendimiz olarak akademiye katılmanın yolunu bulacaksak bütün bu süreçteki indirgeme ve parçalama sürecinin ciddi bir eleştirisini yapmak durumundayız.
  • Bu ikisini bir araya getiremediğimiz, kendimiz olarak akademiye katılmanın bir yolunu bulamadığımız için toplumsal ya da ümmi düzeyde birliğimizi sağlama sorunumuzu çözemiyoruz.
  • Tabiat bilimlerinin söylemi içerisinde gelişen kuramlar, dil, terminoloji ile ayetler, naslar arasında çok büyük bir uçurum bulunmaktadır. Mesela İbn Sina’nın bir kitabında, kitabın bir yerinde tıpla, fizikle ilgili bir konudan bahsederken, biraz ilerde melekut âlemiyle ilgili bir şeyler söyler. O geçişi yapmakla ilgili son derece rahat ve o söylemin bir bütünlüğü vardır. Yaptığı şey varlığı anlamakla ilgili bir çaba olduğu için ona göre iki çaba arasında bir fark yoktur.
  • Bugün ikisi arasında çok büyük bir boşluk bulunmaktadır. Bu durum özellikle ayni olanı esas alan ve onunla ilgili konuşabilme imkânı olduğunu düşündüğümüz metafiziksel söylemin ortadan kalkmasından kaynaklanmaktadır. Bu alan o kadar boşaltılmış ve sistemin dışına alınmış vaziyette ki ayetlerden yola çıkarak birtakım bilimsel kuramlar yorumlanmaya çalışılıyor ya da tam tersi bir kuramdan elde edilen sonuçla bir ayet anlaşılmaya çalışılıyor.
  • Mezkûr problemlerin çözülebilmesi için özellikle hem bilimlerle hem söz konusu naslarla ve oradaki dini ilimlerle konuşabilen, ikisi arasındaki sürekliliği yeniden tesis eden bir metafizik söylem geliştirmek zorunludur.

Nasıl Bir Müfredat?

  • Ben bütün disiplinlerin merkezine, hangi alanda kim neyle uğraşıyorsa uğraşsın felsefeyi yerleştirirdim. Matematik bölümünde okuyan bir öğrencinin sayının mahiyeti, insan tecrübesindeki yeriyle ilgili dersler; bir fizik öğrencisinin madde kavramının felsefe ve bilimler tarihindeki seyrinin hangi aşamalardan geçtiğini öğrendiği metinler okudukları dersler ya da biyoloji bölümüne giden öğrencilerin can ve canın mahiyetiyle ve bunun ilahiyatla vs. bağını fark etmelerini sağlayacak dersler aldıkları bir müfredat olmasını isterim.
  • Pozitif bilimlerin gelişmesi ve akademinin buna göre teşkil olması bizim için çok ciddi bir problemdir. Bir bakıma ilahiyat ile temel bilimler arasındaki geçişkenliği felsefi temaları önüne çıkaran derslerle, kitaplarla, içeriklerle geliştirmeyi önemsiyorum.
  • İlahiyatın uğraştığı anlamda varlık sorunu, metafizik sorunu ya da ilahiyatın kendisiyle ilgili sorunlar geçmişte kalmış ve artık konuşulamayacak konular değildir. Felsefe bölümleri bambaşka yeni şeylerle uğraşıyor algısını silecek şekilde, oradaki geçişkenliği sağlayacak birtakım düzenlemeler, ders alışverişleri, ortak kuramlar geliştirmek gereklidir.
  • Bilimlerin birliği, bilimlerdeki sınır problemleri üzerine yani ne bilimlerin tam olarak çözebildiği, bilimlerden habersiz de felsefenin çözemediği problemler üzerine çalışan enstitüler olmasını isterim.
  • İlahiyat fakültesinde toplumdaki yapısal şiddetin önlenebilmesi için neler yapılabileceği konusunda araştırma yapan enstitüler kurulmasını, önce bugünkü meseleleri, soruları, konuları, insanların neler yaşadıklarını, hangi sorunlarla uğraştıklarını hem akademik hem gündelik hayatta öğrendikleri dersler olmasını isterim.

PROF. DR. ÖMER TÜRKER

Bilimlerin Birliği Müfredatı/İçeriklendirme/kavramsal Çerçeve Belirleme

  • İslam düşünce geleneğinde bilimler arasındaki birliği ya da bilimlerin nasıl görüldüğü meselesi ile ilgili birinci tavır, konularına göre disiplinlerini ayrılmasıdır.
  • Bir disiplin canlıları bir disiplin bitkileri bir disiplin nasları sübutu bakımından, bir başkası tarihi haberleri sübutu bakımından ele almaktadır. Bir disiplini inceleme açısına konularını dahil ederek düşünmek gerekir. Disiplinin konusu gerçekten hangi açıdan mesele ediliyorsa konusu da odur.
  • Örneğin metafizik mevcudu mevcut olmak bakımından inceler, metafiziğin konusu var olması bakımından varlıktır.
  • Bu tavır genel olarak değer bağımsız bir tavırdır. Değerlendirme, bilimlerin nasıl görüleceği, aralarındaki irtibatın nasıl kurulacağı bu türlü bir tavırda ikinci bir bakışa havale edilir. Harezmi gibi bazı yazarlarda ve bilimlerin anlatımını inceleyen metinlerde gördüğümüz tavır da budur.
  • İslam düşünce geleneğinde bilimleri sadece konularına göre taksim etmekle kalmayıp aynı zamanda bilimlerin arasındaki birliği ciddi bir şekilde ele alan iki önemli düşünür vardır; Farabi ve Gazali.
  • Farabi bilimlerin birliğini, felsefeyi merkeze alarak kurma ve dini ilimleri genel olarak varlık araştırması yapan felsefe ilimlerinin bir tür haşiyesi yapma taraftarıdır. Hakikat araştırmasını dikkate aldığı için bu tavır medeni ilimler altına bir ekleme olarak değerlendirilebilir.
  • Gazali ise doğrudan ilahi olana nispetini kesin olarak bildiğimiz konular dışında dini olmakla nitelenen herhangi bir bilgi ve bilim olmayacağı kanaatindedir. Bu yaklaşıma göre insanı Allah’a yaklaştırdığına dair kanaatimizin olmadığı hiçbir bilgi gerçekte dini değildir. Buna hadis, fıkıh, kelam, felsefe bilimleri de dahildir ancak hadisin naslarla ilgili olması nedeniyle istisna tarafı vardır.
  • Gazali’nin önerisi; bütün disiplinleri nihai bir gaye açısından dikkate almak, bu nihai gayeye tanımı gereği ulaştırıyorsa dini, ulaştırmıyorsa dünyevi diye tanımlamaktır.
  • Gazali’nin tasnifinde tüm disiplinler dünyevi olmuştur. “Bir bilgi tanımı gereği bizi Allah’a yaklaştırıyorsa dinîdir” demekten murad edilen şudur; bir kimse o bilgiyi elde ettiğinde zorunlu olarak Allah’a yaklaşıyorsa, dindar oluyorsa o bilgi dinidir. Çok iyi usul-i hadis, fıkıh kelam, tefsir bilebiliriz ancak hiçbiri dindarlığımızı garanti etmez. Çünkü Allah'a yaklaşmamızla bu bilgileri elde etmiyoruz.
  • Gazali'nin önerisi bu disiplinlerin tamamını eşit kabul etmek oldu ve ilimler arasındaki hiyerarşiyi kaldırarak dolayısıyla bunlar arasında bir mahiyet farkı olmadığını iddia etti.
  • Gazali'ye göre örneğin fıkıh dünyevi bir disiplindir, insan hayatını düzenler. Kelam İslam toplumunu savunmak işlevi gören bir disiplindir. Zaten sahip olduğu yöntem hakikat bilgisini garanti etmez. Bu disiplinlerin hiçbirisi hakiki anlamda külli bir disiplin değildir. O halde akıllı külli bir disiplin kurmak mümkün değildir. Bunlar şeklen külli disiplindir ama Kelam ve metafizik gerçek anlamıyla külli disiplin değildirler. Nazar gücünün külli bir disiplin kurma imkânı yoktur, formel olarak bunlara külli disiplin deriz.
  • İslam dünyası tercümelerle ortaya çıkan dini ve akli bilimler ayrımını ortadan kaldırabilmek için 400 yıl uğramıştır. Gazali bu uğraşın bir sonucudur. Gazali'den hemen sonra Razi ile başlayan süreç dinî ve aklî bilimler çatlağını ortadan kaldırmıştır.
  • Bu uğraşın bir kazananı yoktur. Galibiyeti, genel olarak bilimler geleneğinin bütünleşmesidir. Ne dinî bilimler üst bilim olarak değerlendirildi ne de aklî bilimler üst bilim olarak değerlendirilmiştir.  Bunların konu bakımından bir olanları aynı noktaya toplanmış, yöntem bakımından bir olanların hangi açıdan birlik sahibi oldukları daha derinden incelenmiştir.
  • Dolayısıyla her ne kadar farklı literatür görüyor olsak da bunları yapan insanlar aynı insanlar haline gelmiştir. Felsefe, kelam, mantık ve usulle iştigal eden insanlar aynı epistemik cemaate dönüşmüşlerdir.
  • Şu fark edilmiştir; varlığa dair araştırma yapılıyorsa, araştırmanın ilkesi olarak kullanılan şeyler, araştırmanın aygıtı olarak kullanılan şeyler ve araştırmanın nihaî bir hedefi vardır. Sonuç olarak ortaya ilke, yöntem ve gaye çıkar.
  • İlke gerçek anlamıyla disiplin farklılaşması ortaya çıkarmamaktadır. İlkenin ortaya çıkardığı şey disiplin içerisindeki araştırmanın ortaya çıkardığı farklı sonuçlarıdır. Biz nihai olarak farklı ilkeleri kullanan araştırmaların farklı sonuçlara ulaştığını söyleyemiyoruz.
  • Yöntem bilginin farklı sonuçlara götürmesine sebebiyet vermektedir. Örneğin metafizik bilgiye ulaşmanın iki temel yöntemi vardır; riyazet ve züht ile nazar ve istidlal. Bunlar farklı türden hayat formu üretmeye elverişlidirler. Riyazet ve zühdü dikkate alarak metafizik idrake ulaşmaya çalışan, dini inançları anlamaya çalışan insanlar farklı türden hayat formu geliştirebilirler. Zaman zaman fıkhın bunları birleştirmesi bizi yanıltır. Fıkıh ortak zeminimiz olduğu için hepsinin aynı tipten insanlar olduğu yanılgısına kapılabiliriz. Gerçekte bunlar farklı hayat formlarını bize takdim ederler. Buna rağmen yöntem ayrılığı olsa dahi sonuçta bunların hakiki anlamda farklı ilim olup olmadığını anlamak da bile zorlanmaktayız.
  • Biz disiplinlerin ana gayemize göre mütekâmil bir sayımını yapmalı ve disiplinleri varlığın tamamını anlama faaliyeti olarak değerlendirmeliyiz.
  • Ebu’l-Berekât el-Bağdadi felsefi disiplinler özelinde bu meseleyi dakik bir şekilde ele alır. Mantıktan metafiziğe kadar ameli bilimler de dahil yapılan tüm felsefi araştırmaların varlık araştırması olduğunu ancak varlığın bir yönüyle bir disiplinde başka bir yönüyle başka bir disiplinde yahut varlığın bir kısmının bir disiplin başka bir kısmının öteki bir disiplin içinde olduğunu, varlık hakkında bütüncül bir konuşmanın da metafizikte kemale erdiğini söyler. Aslında bunların tamamı varlık araştırmasıdır.
  • Taşköprülüzade’ye geldiğimizde İslam düşünce geleneğinde ortaya çıkan tüm tasniflerin dikkate alındığını ve nihayet bütün bunların var oluşu bilmek, bu var oluşun yanına bizim nihaî gayemize göre Allah rızası, saadeti ebedîye, marifetullah gibi tabirleri koyabiliyoruz.
  • Konuların tamamı varlıkta birleşiyor ve bizi götürdüğü uç nokta varlığa ilişkin bütüncül idraktir. Bu bütüncül idrak oluşmuyor ise bilimler imamesiz tesbihe dönüşürler. Bu uç nokta medeniyetten medeniyete değişebilir ancak İslam medeniyeti söz konusu olduğunda bu metafiziktir.
  • Öyle bir noktaya varmalıyız ki bir insanın mebdei ve meadı hakkında bir idrake ulaşalım ve insan için hayır ve şer nedir buna ilişkin açık bir bilincimiz ortaya çıksın. Bu sağlanamıyorsa bilimlerin konularının birbirinden ayrılması ve varoluşun tamamının yayılması bir bütünlüğü elde etmemiz için yeterli değildir.

Mevcut Üniversite Sisteminin Değerlendirilmesi ve İlahiyatların Rölü ve İşlevi

  • Modern dönemde yaşadığımız durum ile İslam’ın erken döneminde yaşadığımız durum arasında bir benzerlik bir de çok kritik bir farklılık vardır. Modern dönemde batı biliminin transferiyle ortaya çıkan müessese çatallaşması, süreç içerisinde modern yapılar lehine çözülmüştür.
  • Erken dönemde Yunan bilimi Helenistik dönemin kazanımlarıyla İslam dünyasına intikal ettiğinde bunların incelediği ve açıklama iddiasında bulunduğu alanlar hakkında İslam dünyasında bir iddia yoktu. Bunların öncesinde teşekkül etmiş bir botanik, zooloji, meteoroloji, aritmetik, geometri yoktu. Bu bilimler İslam dünyasına geldiğinde temelde iki alanda çatışma yaşadılar; metafizik ve ahlak. Ahlak çok hızlı uzlaştırıldı. Aynı zamanda Ahlak ilmi bilimlerde tıbbın en hızlı taşınan alan olması gibi kadim metafizik öğretilerin en hızlı girdiği alandır.
  • Modern döneme geldiğimizde batı bilimi transfer edilmekle birlikte İslam dünyasında eski yapıyı temsil eden kurumlar aynı zamanda kadim hikmeti de temsil ediyor idiler. Yeni bilgiyi getiriyorlar ancak eski bilgiyi temsil eden sadece kurumlar değildir. Toplumun çeşitli katmanlarında hem şahıslar hem zümreler hem cemaatler vardır.
  • İslam düşünce geleneğinde Farabi, Gazali, Razi gibi belli dönemlerde ortaya çıkan büyük yorumcular iki bilgi kümesi arasında irtibatı sağlayıp bütünlüğü kurdularsa da buna benzer yorumcularımız bugün henüz çıkmamıştır. Bu konuya ilişkin en ciddi adımlar 1900’lerin başında atılmıştır. Ancak bu adımlar sadece bizde değil tüm İslam dünyasında akim kaldılar.
  • Örneğin, Muhammed İkbal’in İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası eserinde kadim İslam mirası ile modern bilimlerin kazanımı olarak değerlendirilen bilgiler kümesi arasında irtibatı sağlayıp yeni baştan inşa teşebbüsü vardır. Bu teşebbüsler çok daha ileri götürülebilirdi ancak İslam dünyası çeşitli problemlerle karşılaştı.
  • Bunların en başında gelen problem; yeni bilim yapma tarzı geldikten sonra İslam mirasının tarihsel olarak kazanılması problemidir. Bizim geçmişe dair müesseselerimiz önemli ölçüde bununla meşgul oldu. Birçok kurumumuz İslam mirasını tanımakla yeni bir bilimsel yöntemin gereklerine uygun bir şekilde bu mirası öğrenmekle vakit geçiriyor. Bu kopukluk yalnız Türkiye’nin değil Mısır’ın da İran’ın da problemidir zira yeni bilimsel yöntemler bize böyle bir misyon yüklüyor.
  • Başarının çok açık bir ölçütü var; modern araştırma yöntemlerinin doğrultusunda İslam medeniyetine ilişkin hikâye ancak ve ancak ilahiyat fakültelerinde yazılabilir. Modern bir akademyanın gerekleri doğrultusunda felsefe tarihi çalışıyoruz, İslam felsefesi tarihi, hadis tarihi, hadis usulü, fıkıh tarihi çalışıyoruz. Modern bilim anlayışının yöntemini kullanarak araştırma yapabiliyoruz.
  • Burada kritik olan çağdaş akademik yöntemlerin kullanılarak belirli bir malzeme bütünlüğünden bilgi üretmek ameliyesidir. İlahiyatlar burada başarılıdır. İlahiyatları başarısız gösteren şey ilahiyat fakültelerine yüklenen misyondur. Hz. Peygamberden bugüne gelen üzerinde devletler, havzalar kurulan yapıyı mütekamil bir şekilde tasvir etmeleri bekleniyor. Bu paye ise ilahiyatlar bunu taşıyacak evsafta değildir.
  • Üniversiteler sistemi oldukça cesur bir biçimde geçmişiyle barışık bir tarzda yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Uzmanlıkların geçmişi yeniden kurması gerekmektedir. Bugün biz ilahiyatlarda İslam siyaset düşüncesi hakkında yazılar yazabiliyoruz. Bu bazen bizi haddimizi aşmış gibi göstermektedir ancak buna izin veren mevcut üniversite sistemidir. 
  • İlahiyatlar genel olarak İslam medeniyetinin güncel problemine katkı vermekle mükelleftir ve bu çaba gösterilmektedir. Ancak bazı problemler belirli bir akademyanın boyunu aşmaktadır.
  • İlahiyattaki bir fıkıhçıdan modern dönemin ortaya çıkardığı insanın iradi hayatının nasıl inşa edilmesi gerektiğine dair problemlerin bütününü aşıp çok ileri düzeyde bir çözümle ortaya çıkmasını beklemek, haksız olmasa da insan sınıflarını aşan bir beklenti gibi görünmektedir.
  • Akademyamızın dünyadaki mer’i bilgiyi temsil eder ve bu mer’i bilgiyi değerlendirir noktada olmasından sonra yaptığımız işlerde böylesine bütüncül olabileceğiz. Mevcut durum bundan oldukça uzaktır.
  • İlahiyatlar ortaya koydukları ürün bakımından işlevseldir. Dünyanın herhangi bir yerinde ilahiyat tahsili yapan insanlar dini hayatın yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadırlar. Hadis, tefsir, fıkıhla ilgili meseleleri tarih bölümünden, edebiyattan, felsefeden değil yine İlahiyatçılardan almaktayız. İlahiyatçıların çözebileceği problemler vardır ancak bazı problemler ilahiyatçıları aşmaktadır.

Doç. Dr. İBRAHİM HALİL ÜÇER

İslam Medeniyetinde Kopuş

  • İslam düşünce geleneğinde özellikle Gazalî sonrasında bilimlerde ciddi manada bir parçalanma sorununu gündeme getiren problem aşılmış gibi görünmektedir.
  • İslam düşünce geleneğinin altın çağı olarak 9-10 ve 11. asırlara vurguda bulunuruz. Gazali’yle ilgili yaygın değerlendirme ise onun bu altın çağın artık geride kaldığı bir çöküş döneminin başlangıcında yer aldığı şeklindedir.
  • Gazalî'nin yaşadığı dönemden bakıldığında disiplinlerin kendi içindeki büyük başarılarına rağmen 10. ve 11. yüzyıllar aynı zamanda bir tür hakikat krizi diyebileceğimiz ve teknik olarak da delillerin denkliği olarak anlaşılan bir problem etrafında zirveye çıkan bir kriz söz konusudur.
  • Bu kriz esasında kelamî nazar, meşşaî nazar ve tasavufî müşahede yöntemlerinin kendi içinde mevzuları itibarıyla birbirlerine benzemelerine ve aynı konuyu ele almalarına rağmen yöntem bakımından ciddi ölçüde farklılaşıp, ortaya koydukları iddialar noktasında artık birbirleri ile mukayese edilemez ve aralarında herhangi bir müzakerenin yürütülmesinin neredeyse imkânsız hale geldiği bir bağlamda vuku bulmaktadır.
  • 10. yüzyılda yaşayan Ebu Hayyan et-Tevhidî, bu duruma dikkat çekmek için şu tespitte bulunmuştur: ''Aynı konuyla ilgili bir kelamcı, sufi ve filozof bir görüş ortaya koyuyor, hangi görüşün doğru olduğu sorusu sorulduğunda ise bunların yöntemleri farklı olduğu için delilleri birbirine denk görülüyor ve tüm bu tutumların üzerinde bir tercih giderek imkânsız hale geliyor.''
  • Gazalî ile başlayan yenilenme döneminde ise üst metafizik disiplinler arasındaki birliği inşa etmek ve her üç disiplin açısından ele alınan bir meselenin rasyonel bir yolla ortak bir şekilde tahkikinin gerçekleştirilebilmesini mümkün kılınacak şekilde yöntemsel bütünleşme arayışı dediğimiz bir çaba içerisine girilmiştir.
  • 9-10 ve 11.  yüzyıllar itibarıyla Gazalî'nin ve Nizamiye medreselerinin, bu bilimler arasındaki yöntemsel ayrılık sorununa ve aynı konu hakkında konuşmalarına rağmen yöntem bakımından ayrışmalarına, ortak müzakere imkânından yoksun olan disiplinlere bu manada bir birlik kazandırdığı söylenebilir.
  • İbni Sina’nın ilahî nedensellik teorisi ile birleştirmek suretiyle doğa bilimlerini ve matematik bilimlerini meşru bir zemine sevk ettiğini görmekteyiz.
  • Gazalî sonrasında İslam düşünce geleneğinde dini ilimleri, doğa ve matematik ilimlerinden ayrıma eğilimi bu alanın medresede kendisine mahsus bağımsız bir alan ihraz edip, ilgili diğer disiplinleri dışlar hale gelmesine yol açmıştır. 
  • Gazalî'nin öğrencilerinin, İslam düşünce tarihinde yazılmış ilk matematik ders kitaplarını telif ettiklerini bilmekteyiz. Ayrıca Gazali, öğrencilerini tabii bilimler tahsiline yönlendirmiştir. Gazalî için ta'limî ve tabiî ilimlerin tevarüsü, teşvik edilmesi gereken bir meseledir.
  • Tabiî ilimlerle ilgili araştırmalar dönem itibarıyla medresenin yapısından kaynaklanan bir sorun nedeniyle zayıflamamıştır. Aynı durumu 13-14 ve 15. yy. Batı dünyası için de söyleyebiliriz.
  • Bu hususu medrese ile alakalı bir problemin ötesine taşıyıp şuradan ele almak gerekir;  Gazalî sonrasında İbni Sinacı felsefenin varlığını devam ettirdiğini görmekteyiz. Nasiruddin Tusî, Esiruddin Ebherî, Kutbuddin er-Razî gibi isimler İbni Sinacı felsefeyi devam ettirmişlerdir. Medresenin dışına çıkıp bu âlimlere doğa bilimleri ve felsefesi ile ilgili literatürün nerede olduğunu sorabiliriz.
  • Aynı şekilde Seyid Şerif Cürcâni ve Adiduddin el-Îcî gibi şahsiyetler İbni Sinacı geleneği devam ettiren isimlerdir. Bizatihi filozofların kendileri ya matematik bilimlerine ya da mantık bilimlerine, epistemolojiye yönelmişlerdir.
  • İslam düşünce geleneğinde özellikle bu düşünce geleneğinin kendi içyapısı dolayısıyla zihinselci bir eğilim diyebileceğimiz bir tutum ortaya çıkmaktadır. Bu tutum doğal gerçeklikle münasebetimizde insan zihninin işleyişi ve onu kavrama yolları üzerine odaklanmayı daha çok önemseyen bir yaklaşıma neden olmaktadır. Ben bunu ''gerçekçiliğin dönüşümü''  olarak adlandırıyorum.
  • İbni Sina sonrasında İslam düşünce geleneğinin kendi iç gelişimi bizim doğal gerçekliğe ve fiziksel nesnenin kuruluşuna dair araştırmalarımızı talileştirip, oraya dair idrakimizde kesinlik ve tümellik arayışını merkeze alan bir tutum ortaya çıkarmıştır.
  • 18. ve 19. yüzyıl itibarıyla Batı dünyasında meydana gelen gelişmelerin yansıması, İslam dünyasında çatallanmış bir müfredatın doğmasına sebep olmuştur. Bu süreç ertesinde özel olarak Osmanlı ülkesinde genel olarak İslam dünyasında zihinsel parçalanma dediğimiz bir hadise meydana gelmiştir.
  • Anlam tıpkı gerçeklikte olduğu gibi kendisini birlik anlarında gösterir. Bizim bilincimizin, kendimizi bir bütün olarak kavramak ve o zeminde dış dünyayı da anlamlı bir şekilde idrak etmek için hafızanın kendisinden teşekkül ettiği anları ittisal ettirecek bir sürekliliğe sahip olması gerekir. Bu sürekli keşfedip, takip edebildiğimiz yerlerden biri hafızanın biraz önce ile biraz sonrayı sürekli birleştiren yapısıdır veya benliğini hafızaya o haliyle birleştiren yapısıdır.
  • Bireyi bir adım daha öteye taşıyıp toplumu bu manada birey olarak tahayyül edersek, toplumsal seviyede bu bahsettiğimiz batılı bilginin zorunlu tevarüsünün meydana getirdiği krizlerden birinin biraz önce ile biraz sonranın şimdi de ittisal eden ve birlik kazanan bütünlüklü bir şuur meydana getiren yapısının parçalanmış olması olduğunu söyleyebiliriz.
  • Bu parçalanma tevarüs ettiğimiz cedid ile ait olduğumuz kadimin hakkı verilmiş bir hesaplaşma zemininde birliğe eriştirilememesi, gerçekliği idrakimizde parçalanmış bir zihnin ortaya çıkmasına sebep olur. Bu parçalanmış zihin; toplumsal parçalanmaya, müfredatın parçalanmasına ve müfredatın bize ne doğrudan doğruya gerçeklikle ne de kendimizle ilgili birlikli/bütünlüklü tasavvuru verememesine neden olur.
  • Bunun üstesinden gelmenin yollarından ilki; kadim ile cedidin hafızada nasıl telif edilebileceği sorununu tartışmak, ikincisi idrak eden öznenin, muhatap olduğu gerçekliğin kendi birliğini tartışmak, üçüncüsü idrak eden öznenin, kendi içsel birlik ve bütünlüğünü tartışmaktır. Son olarak ise bu zeminde idrak eden özne ile gerçeklik arasında uyumlu birlikli bir münasebetin nasıl tesis edileceğini tartışmaktır.

Hüküm ve Hikmet

  • Hüküm bahsinin iki ciheti bulunmaktadır. Birincisi kendisini nassta gösteren haber aracılığıyla keşfettiğimiz ''ilahî hüküm'', ikincisi zihnin yargısı, öznenin inşa edici nesneyi kavrarken vasfına tekabül eden ''insanî hüküm''dür. Diğer taraftan dolayısıyla hüküm bahsi bir bilinç sahibi özneye ait bir edim/hükümdür.
  • Şârinin hükmü derken de ilahiyat fakülteleri söz konusu olunca beşerî manada muhatap olduğumuz, gerçekliği kuran bir hükümden ilahî hükmün kavranılışından bahsediyoruz.  Bu daha literal seviyede dinî ilimlerle münasebet geliştirme neticesi doğurur.
  • Hikmet ise geleneksel tanıma göre ''marifetu hakaika'l eşya lema hiye aleyhi'' şeklinde çok ideal, yüksek seviyede ifade edilir. Hikmet, hükmün muhatap aldığı gerçekliğin içyapısının idrakini amaçlar.
  • Hüküm ve hikmeti aslında birleştirmek demek gerçeklik ile onu kuran yüksek seviyeli bilinç ve onun kurduğu gerçekliği idrak eden beşeri bilinci buluşturmak manasına gelmektedir.

Bilimlerin Birliği Zorunlu Mudur?

  • Gerçeklik, hem kalkış noktamızı hem varış noktamızı temsil etmelidir. ''Gerçeklik, gerçekliği kuran yüksek seviyeli bilinç, idrak eden beşeri bilincin birliğidir.''
  • Esasa taalluk eden, cihetini bizatihi bilgi üretiminin toplumsal seviyede neye karşılık geldiğini müzakere edebileceğimiz bir asli zemini vaz etmeden yapısal reformlar sadece acil ihtiyaçlara cevap verecek raporlarla bizi karşılaştıracaktır.
  • Bilimlerde birlik meselesini bugün biraz daha derinleştirirsek, kendisi üzerine müzakere edebileceğimiz kritik bir terim olarak ''emr'' terimini öne çıkarmak istiyorum. Emr kavramının Kur’an’da geçen kullanımlarına baktığımızda aynı zamanda vücud manasına geldiğini görürüz. Emr, Hak Teâlâ nezdinden aşağıya doğru iner ve her şeyi var ederek ilerler.
  • Bu emrin tekvini ve teklifi olmak üzere iki boyutu vardır. Tekvini Emr, var edicidir. Bütün insanın daha doğal yapısı itibarıyla ait olduğu bütün bir fiziksel evreni var eden yaratıcı edimdir. Emr, bizim zihin dışı gerçeklik alanı dediğimiz ve irademizden bağımsız bir biçimde orada duran gerçekliği inşa eder ve bu gerçekliğin kaynağı emrin sahibine, asli failine bağlanır.
  • Diğer taraftan aynı fail, iradelerimizi yönlendirecek bir teklifle gelir ve o teklif vasıtasıyla onun mucibince davranmak ya da onu isteyerek reddetmek suretiyle bizim iradelerimizi tayin eder ve irade varlık alanı dediğimiz dünyayı inşa eder. İlahiyatın asli olarak meşgul olduğu dini ilimler temelde fıkıh, kelam, tefsir, hadis ve tasavvuf alanları güçlü bir biçimde İslam düşünce geleneğinin teşekkülü ile Teklif-i Emre bağlanır ve orada birleşir. Birleştikten sonra bu alan emrin kaynağı ile ilişki içerisinde aynı zamanda tabiat bilimleri ile de bütünleşir.
  • Doğal ve kültürel varlık alanlarının kaynağının bir olması hasebiyle Burada nature-culture ayrımı gibi katı bir düalizmden bahsedemeyiz. Bu teklif meselesi ile ilgili İslam düşünce geleneğindeki temel disiplinleri tanımlamaya kalkışırsak şöyle dememiz gerekiyor; ''kelam ilmi esasında Müslümanların muhatap olduğu teklifin tahkik ve tarifini üstlenir. Dolayısıyla kelamı genel olarak dini ilimler disiplinleri içerisinde konumlandırmamızı sağlayacak şey teklifle olan bağıdır.''
  • Bugün İslam dünyasında İslam düşünce geleneği açısından neden özgün bir bilgi üretiminden bahsedemiyoruz? Bugün kelamî bilgi üretmek neden Müslümanları muhatap oldukları sözün tahkikine eriştirecek ve bütün insanlık için anlamlı bir tarifini onlara hediye edecek bir başarı sergileyemiyor?
  • Kelamı var kılan teklifi, tahkik ve tarif ameliyesinin zemininde bulunduğu hali ile Müslümanların, teklifle münasebetlerinin ontolojik bir temassızlık içerisinde olmasına bağlıyorum. Biz esasen muhatap olduğumuz teklife itimadını giderek yitirmiş toplumlarız. Özellikle teklife itimadını yitiren bir zümre onun tahkiki ve tarifine erken dönemde olduğu kadar büyük bir emek sarf etmiyor.
  • Dini ilimlerin yaşadığı krizin kaynağında bu teklifle münasebetin yeniden ontolojik ve güçlü bir seviyede tesis edilmesi gerekiyor. Kelam ilmi teklifin, tahkiki ve tarifidir, fıkıh teklif sayesinde teşekkül etmiş temsillerin makuliyet alanını inşa etme çabasıdır, tasavvuf ise mükellefiyetin deruni boyutlarını keşfetme çabasıdır. Hadis ve tefsir teklifi kendisi aracılığıyla kavradığımız rivai zeminde tespit ve anlama çabasıdır. Bunların tamamı teklif ile irtibatları dâhilinde birbirleri arasında hiyerarşik bir bütünlük elde ediyorlar. Bugün ilahiyat fakültelerinde bu teklifi hakiki bir yolla kavrama çabası bir ölçüye kadar zafiyete uğradığı için bu disiplinler arasında da teklifin nispetle bir birlik ve bütünlük kurma imkânı elde edemiyoruz.

Teklif-Külfet İlişkisi

  • Tahkikini ve tarifini temsile sahip bulunmadığımız bir teklif sizin için külfetten başka bir netice getirmez. Teklif elbette külfettir ama bizim taşımak suretiyle ebedi saadeti elde ettiğimiz bir külfettir.
  • Şatibi, Muvafakat adlı eserinde teklif bahsi etrafında külfet meselesini tartışır. Ve der ki; ''insan için günlük yaşamında bir sürü külfet var fakat mükellefiyetin getirdiği en hafif külfetler ona nispetle daha ağır külfete dönüşüyor.''
  • Dolayısıyla bu teklifle münasebetimizin her seviyede güçlü bir biçimde yeniden tesisi için bir çaba göstermemize gerek kalmaksızın sadece ilahiyatlarda değil Türkiye’deki diğer yükseköğretim kurumlarında özgün bütünlüklü bir bilgi üretimini mümkün kılacak zemini bize hediye edeceğini düşünüyorum.

Hazırlayanlar: Fatıma Nur Demir
                       
Meryem Şahin
                       
Merve Nur Türksever
                     
Rabia Sena Çakır

 

 

 

Videolar