Depremin Manevi Yaralarını Sarmak 3

İDE Akademi Depremin Manevi Yaralarını Sarmak başlıklı dersler serisinde bu hafta çocuklar ve gençlere dair bir panel gerçekleştirerek Mücahit Öztürk ve M. Hakan Türkçapar’ı ağırladı.

Panelin moderatörlüğünü yürüten Mehmet Görmez açılış konuşmasında, bu derste depremle ilgili söylemlerde kullanılan dilin inşasına katkıda bulunmak, bölgede görev yapan eğitimci, sağlık personeli, psikososyal çalışmalar yürütenler, din görevlileri gibi temel branşlara dair çalışmalara yürütenlere destek olmak, büyük musibetlerden sonra üzerine en çok titrenmesi gereken gruplardan olan çocuklar ve gençler için neler yapılması gerektiğine dair tartışmalar yürütülmesi hedeflenmektedir, diyerek başladı. Özellikle çocuklar, deprem ve afet durumlarında benliğin baş etme mekanizmalarının tükenmesi sonucu yaşanan güvenlik algısının bozulması durumunda çaresiz ve güvensiz hissedebilmekte ve güven ve istikrar algılalarında bozulmalar yaşanabilmektedir. Somut işlem döneminde olan çocuklarla iletişim kurulurken ne yapılmalı, nasıl bir dil kullanılmalı? Yaşanan yıkım ve kayıplar onlara nasıl anlatılmalı? Ergenlik dönemindeki gençlerle nasıl bir iletişim kurulmalı? Hangi açılardan desteklemeli? İletişim esnasında nasıl bir dil kullanılmalı? Yakınını kaybedenlerin yas sürecini daha kolay atlatabilmeleri için neler yapılmalı? Depreme doğrudan maruz kalmasa da afetten etkilenen ve güvenlik algısı bozulan insanlara dair neler yapılabilir? gibi soruları konuşmacılara yönelterek sözü ilk konuşmacı olan Mücahit Öztürk’e devretti.

                                                                                                                                       ***

Yeşilay başkanı Prof. Dr. Mücahit Öztürk depremde çocuklar ve gençlerin durumunu psikolojik ve psikiyatrik açıdan değerlendirdi. Sahada olanların ortak bir dil kullanıp ortak mesajlar verebilmesi, olayı doğru tanımlayarak beklentilerini realize edebilmesi açısından bu toplantıların önemli olduğunu ve multidisipliner yaklaşımla sürecin yürütülmesi edilmesi gerektiğini ifade etti.

Duygusal/davranışsal anlamda kısa ve uzun vadede yaşanabilecek zorluklara değindi. Psikolojik travmalar fiziksel travmalar gibi zedeleyici oldukları kadar iyileşme noktasında da çok kolay iyileşen yaralar değildir diyen Öztürk, duygusal travmalara verilen tepkilerin, kişilik özelliklerine, travmanın şiddetine göre değiştiğini, iyileşme sürecinin de buna bağlı olarak çok zaman aldığını belirtti.  Bu afetin eskilere göre çok daha büyük ve şiddetli olduğunu, bu durumun yaraların sarılması noktasında da önemli bir etken olduğunu söyledi

Ruhsal travmaların etkisinin yaşa bağlı olarak değiştiğini, çocukların travmaya reaksiyon gösterecek kişilik özellikleri gelişmediğinden, erken dönem travmalarda gerekli müdahale doğru biçimde yapılmadığında uzun vadede psikiyatristik boyutlarda rahatsızlıklarda önemli rolü vardır, Travmaya maruz kalan kalan kişiler, özellikle çocuklar “Ben güvende miyim?” sorusunu sorarlar, güvende olmadıklarını hissediyorlarsa ve bu hisleri yaşadıkları tehlikenin öngörülemeyeceği anlamına geliyorsa oluşabilecek travmatik etkiler katlanarak artar, dedi. 

İlk olarak çocuklar için bedensel güvenliğin sağlanması gerektiğini ve çevresel şartların organize edilerek onlara güvende olduklarını hissettirmenin önemini vurguladı. Güvenlik algısının ilk ve temel mesele olduğuna, eğer bu alanda sorun giderilemezse hasarın daha büyük olabileceğine işaret etti.

Önümüzdeki süreçte bizi belirtiler yumağı bekliyor, diyen Öztürk, kaybı olan çocuklarda sürecin yetişkinlerinkine benzer bir yasla başladığını, ilk bir ayda duygusal olarak tepki vermeyen ya da duygularını gizleyen çocuklar da görülebileceğini, bu durumun şokun etkisiyle ortaya çıkan ve bir süre devam eden bir baş etme mekanizması olduğunu söyledi. Gerçeğin idrak edilmesiyle birtakım duygusal tepkiler ortaya çıkacağını, bu noktada daimî bir desteğin çocukların iyileşmesi için çok önemli olduğunu vurguladı. Birinci adım olan güvenlik sorunu çözüldükten sonra ikinci adımda çok hızlı bir şekilde çocukların normal yaşama uyum sağlamalarını sosyal ortamlarda bulunmalarını sağlamak gerekmektedir, dedi.

Depremi yaşayan ya da yaşamayan tüm çocuklara gelişim düzeylerine uygun kısa, öz, detaya inmeden gerçeği ifade edecek söylemlerin olması ve kayıp yaşayan çocuklara en kısa sürede en doğru şekilde bu kaybı anlatmak gerektiğine işaret etti. 

“Var olan travmatik olaya karşı çocuk nasıl tepki verir?” sorusunun atlandığını ve günlük hayat içinde çocukların davranışları bu nokta ile ilişkilendirilmediğini, eğitimcilerin bu noktaya bilhassa dikkat kesilmesi gerektiğini vurguladı.

Çocuklar travmaya karşı ya psikolojik temelli bedensel tepki veririler ya da davranışsal duygusal tepkiler verirler, diyen Öztürk, sıkıntı hissinin bedene yansımasıyla oluşan tepkinin çocuklarda genelde ağrı, iştah kesilmesi, ateş gibi fiziksel belirtiler şeklinde ortaya çıktığını, bunların gizli belirtiler olduğunu ve çoğu zaman psikolojik kökenli olduğunun fark edilmediğini ifade etti.

İkinci grupta ise korku ve tedirginlik gibi davranışsal duygusal reaksiyonların geldiğini, uyku sorunlarının önemli reaksiyonlar olarak ortaya çıktığını ve tedavi edilmesi gereken psikolojik sorunlar olduğunu söyledi. Travma sonrasında gelişen problemlerden birinin de çocuğun huyunun değişmesi, öfke kontrolü sorunları gibi davranışların açığa çıkması olduğunu ifade ederken, güven duygusunu oluşturmak adına yakınında kim varsa o kişiye aşırı bağlanma durumunun ortaya çıkabileceğini söyledi. En önemli hususlardan birinin de regresyon yani çocuklarının kazanımlarının gerilemesi durumu olduğuna değindi.

En önemli şeyin, her çocuğa duygusal olarak dokunmak ve duygusal ihtiyaçlarına yönelik destek vermek olduğunu, çocukların onlara değer verildiğini hissetmeleri gerektiğini, çocukların yaşadıkları travmaları anlatarak rahatlamaları için müsaade etmek gerektiğini vurguladı. Yapamayacağımız şeyler hakkında söz veya umut vermemeliyiz diyen Öztürk, gülümsemek, gözlerinin içine bakmak çocuklar için en büyük hediyedir, dedi. Bu grupla çalışanların büyük bir sabra ihtiyacı olduğunu ve meselenin kaynağı bilinerek hareket edilmesi gerektiğini, yetişkinler olarak çocuklara model olduğumuzu ve buna göre davranmamız gerektiğini vurguladı

***

İkinci konuşmacı olan Prof. Dr. M. Hakan Türkçapar, travmanın insanın yaşamını tehdit eden bir duruma maruz kalması ya da başka birinin böyle bir duruma maruz kalmasına tanıklık etmesi olduğunu söyleyerek sözlerine başladı. İlk evrede ortaya çıkan belirtilerin insan psikolojisinin kendisini onarma çabası olduğunu, bu dönemde uyuyamama, sürekli sarsıntı oluyormuş gibi hissetme ve olumlu duyguları yaşayamama, dünyanın kalıcı şekilde değiştiği duygusu, olay anını hatırlamama ya da gün içinde o anı yaşıyormuş gibi hissetme gibi durumların ortaya çıkmasının olağan olduğunu belirtti. Eğer bu belirtiler olayın üzerinden bir ay geçtikten sonra da yaşanmaya devam ediyorsa travma sonrası stres bozukluğu durumu ortaya çıkmış demektir, dedi. 

İnsan eliyle gerçekleşen travmalar daha çok rahatsızlık ürettiğini, doğal afetlerde travma sonrası stres bozukluğu gelişme oranının daha az olduğunu ancak depremin ani ve çok yıkıcı olması itibariyle doğal afetler içinde en tehlikelisi olduğunu vurguladı.

Travma sonrası stres bozukluğu gelişen gruplarda, %40’ın tedavi olmadan iyileşebildiğini, bazen belirtilerle fazla uğraşmanın sorunları büyütebildiğini ifade etti. Çocukluk döneminde travma yaşayanlarda, psikolojik sorunları olanlarda, hayat koşulları kötü olanlarda travma sonrası stres bozukluğu gelişme ve kronikleşme oranı yükselmektedir, dedi.

Olayın toplumsal yönüne de işaret ederken, büyük bir şaşkınlığın ardından, aşırı fedakârlık, kahramanlık, gibi tepkilerin  görüldüğü bu aşamanın balayı aşaması olduğunu, ikinci aşamanın ise gerçekliğe dönüşolduğunu belirtti.

Türkçapar, afete doğrudan maruz kalmayan insanların nedensel sorgulamalara yöneldiğini, ancak bugün ilk hedefin yaraların sarılması olması gerektiğini söyledi. Türkiye bir deprem ülkesi, herkes kendi üzerine düşeni yapmalıyken kaygı, endişe, evham süreci bunu engelliyor, bu dönemde üstümüze düşen en önemli şey, destek dayanışma ve birliktir, dedi.

Videolar