İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2021-2022
Bugünü bilmek, insanlığın siyasi, medeni durumunu kavramak ve aynı zamanda yarını da bulmaya çalışmak için; dünü, dünkü insanlığı öğrenmeğe ihtiyacımız var. Bunun için müracaat kaynağımız tarih olacaktır.
İnsanlığın geçmişine baktığımızda tarihçiler tarih zamanlarını Eski Çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ, Son Çağ olarak dörde ayırmışlardır. Yazılı kaynaklardan başlayarak V. asrın sonuna doğru olan zamanlara ‘İlk veya Eski Çağ’, XV. asrın ortasına kadar ‘Orta Çağ’, XVIII. asrın son yıllarına doğru ‘Yeni Çağ’, zamanımıza kadar olan kısma da ‘Yakın veya Son Çağ’ isimlerini vermişlerdir.
Corci Zeydan yazmış olduğu ‘İslam Medeniyeti Tarihi’ adlı eserinde ‘’Eski çağlar medeniyeti İslam Medeniyeti ile sona erer. Yeni Çağlar Medeniyeti de İslam Medeniyetinden doğmuştur.’’ der. Bu bilgiden hareketle İslam Medeniyetinin Eski Yunan ve Roma medeniyeti ile Yeni Çağ medeniyeti denilen Avrupa medeniyeti arasındaki boşluğu doldurduğunu söyleyebiliriz.
Hiçbir medeniyet yalnız başına doğmadığı gibi İslam medeniyeti de tek başına doğmuş bir medeniyet değildir. Kendi içine kapalı bir medeniyetin doğup gelişmesi mümkün değildir. Medeniyet, insanlığın maddî ve manevî birikimi olup, kökleri tarihin ilk çağlarına kadar gitmektedir. Bu da bize medeniyetin, insanlığın ortak malı olduğuna götürerek, medeniyetin tek millete ve tek bir devlete münhasır olamayacağını göstermektedir. Medeniyetler kendisinden önceki medeniyetlerden etkilenmiş ve kendisinden sonraki medeniyetleri etkilemiştir. Medeniyetler, bir binanın oluşumuna benzetilebilir, gelen her kişi ya da topluluk onun yükselmesi ve tamamlanması için bir çaba göstererek yapının ikmaline çalışmıştır.
Söz konusu medeniyet, evrensel olup, içine aldığı milletleri tek bir gaye etrafında birleştirerek kardeş ilan eden ve bir arada yaşama imkânı veren İslam medeniyeti olunca, onun nitelikleri ve tarifi daha büyük önem kazanmaktadır. İslam medeniyetinin kadim Roma ve Yunan Medeniyetlerini aştığı ve günümüz Batı medeniyetinin pozitif yönlerine kaynaklık ettiği tarihî bir gerçektir.
İslam medeniyetinin doğuşu gelişmesi ve duraklaması ile kısa bilgiler vermeden önce ‘medeniyet’ kavramını tanımlamak yerinde olacaktır. Medeniyet kelimesi Arapça’da şehir anlamına gelen ve müdûn köküne dayanan Medine isminden Osmanlı Türkçesi’nde türetilen medeniyet kelimesinin, kök itibariyle “yönetmek” (es-siyâse) ve “malik olmak” anlamları da bulunan deyn (dîn) mastarıyla ilişkilidir. Medenî (medeniyye) ve medînî ise “şehre mensup olan, şehirli” manasına gelmektedir.[1] Batı dillerinde medeniyet kelimesinin karşılığı ‘’civilisation’’ dır. Bu kavram kent demek olan "civitas" ve kentli anlamındaki ‘’civilic’’ kelimeleri ile bağlantılıdır. Türkçede, ilk yerleşik hayata geçen Türk boyu olan Uygurlar’a atfen türetilen ‘uygarlık’ kavramı da aynı anlama gelmektedir. Arapçada medeniyet kavramını ifade etmek üzere ‘umran’ ve ‘hadâre’t kelimeleri de kullanılmaktadır. Umrân, ilerleme, refah ve mutluluk, bayındırlık, bayındırlaşma demektir. İmar (bir yeri mamur kılmak, şenlendirmek, mamur bulmak, bayındır hale getirmek), imâret (bayındırlık), ma'mûre (bayındır, şenlikli yer, şehir, kasaba) kelimeleri de aynı kökten türemişlerdir. Hadâret kelimesi de şehirde ikamet etmek, şehirli olmak, medenî olmak, medeniyet gibi anlamlara gelir. Bedâvet kelimesinin karşıtıdır. Şehirde yaşayanı, şehirliyi belirtmek üzere ‘bedevî’nin zıttı olarak ‘hadarî’ kullanılır. Dolayısıyla Hadarî ve Medenî kavramları eşanlamlı olarak kullanılmaktadır.
Medeniyet, en genel anlamda, insanların bir nesilden diğerine aktardığı yapıp-etmelerin toplamıdır. Bunlar, siyasal, sosyal, ekonomik faaliyetler ve kurumlar; yazının, matbaanın icadı gibi buluşlar olabileceği gibi; hoşgörü, güven gibi değerler ve kavramlar da olabilir. Medeniyet kelimesi zamanla bu hayatın ortaya çıkardığı anlayış, düşünce, maddi ve manevi kültürü sembolize eden bir kavram olarak kullanılmaya başlamıştır.
"İslam medeniyeti" müslümanlar tarafından meydana getirilen medeniyetin ortak adıdır. İslam'ın ortaya çıkışından itibaren beş yüzyıllık zaman dilimi, dünya tarihinin en önemli dönemlerinden biridir. 7-17. yüzyıllarda dünya medeniyeti tarihi esas olarak İslam medeniyetinden ibarettir. Bu yüzyıllar arasında dünyanın en medenî yerleri İslam coğrafyasıdır. Bu dönemde Kahire, Bağdat, Kurtuba, Buhara, Semerkant, Isfahan, Nişabur, Bursa, İstanbul, Tebriz gibi şehirler dünya zenginliklerinin aktığı, ticaretin hareketli olduğu ve çeşitli sanatların geliştiği en zengin merkezlerdi.
İnsanlığın önemli başarılarından biri olan İslam medeniyeti, doğuş, gelişme, yükselme, duraklama ve yeni arayışlar olmak üzere çeşitli aşamalardan geçerek varlığını devam ettirmektedir.
İslam Medeniyetin doğuşunu Peygamberimiz (sav) ile başlatabiliriz ama; ‘İslam Medeniyeti’ kavramının kullanımını 19. yüzyıl başlarında görmekteyiz. Yale Üniversitesi Dil Bölümü Profesörü Kevin Van Bladel yazmış olduğu ‘A Brief History of Islamic Civilization
from Its Genesis in the Late Nineteenth Century to Its Institutional Entrenchment’ isimli makalesinde bu konuyu geniş bir şekilde incelemiştir. Medeniyet, Medeniyetler, Uygarlık gibi kavramların tanımlarını yaptıktan sonra ‘İslam Medeniyeti’ kavramının kullanımını Müslüman olmayan Avrupalar tarafından çok sonraları kullanılmaya başladığını iddia eder. Her ne kadar bu kavram daha sonraları kullanılmaya başlandı ise de ‘İslam Medeniyeti’ kavramı bugün bu medeniyetin her dönemini kapsayıcı bir kullanıma sahip olmuştur.
İslam Medeniyetinin doğuşunu Hz. Muhammed’in (sav) İslamiyeti tebliğ ile görevlendirildiği 7. Yüzyıl başlarından 8. Yüzyılın ortalarında Emeviler’in yıkılışına kadar olan dönem olarak belirleyebiliriz. Bu aşamada İslam medeniyetinin kurucuları Araplardır. Bu dönemde, İslam medeniyetinin temelini teşkil eden ana değerler hayata geçirilmiş, başta dini ilimler olmak üzere bilim alanında önemli adımlar atılmış, zihinsel dönüşüm gerçekleştirilmiş, yazı yaygınlaştırılmış, bazı kurumlar oluşturulmuştur. Ayrıca Müslümanlar karşılaştıkları kadim medeniyetleri ve kültürleri anlamaya çalışmışlardır. Hz. Muhammed, 13 yıllık Mekke döneminde Müslüman zihnini teorik olarak inşa ettikten sonra, zorunlu bir hicretle Medine’ye gitmiştir. Hicret ettiği yere ulaşınca yaptığı ilk işlerden birisi şehrin, “Yesrib” olan ismini “Medine” diye değiştirmek olmuştur. Medine’de, Mekke’de iken canlılık kazandırdığı ve kendisinin bizzat benimsediği ve yaşayarak gösterdiği kavramları hayata geçirmiş, tarihî süreç içerisinde büyüyerek gelişecek olan evrensel bir medeniyetin temellerini atmıştır (Halil, 2011; 49). Farklı din ve inançların da bulunduğu bir toplumda birey, aile, miras, kamu ve uluslararası hukuk alanlarında huzur, güven, refah ve birlikte yaşama ilkelerini belirleyerek büyük bir medeniyetin oluşmasına en büyük referans olmuştur. Hz. Muhammed Medine’de 10 yıllık süreçte İslâm medeniyetinin kurucu nesli olan sahabeyi dinî, siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak eğitmiş, medeni milletlere örnek olan bir toplum haline getirmiştir.
Şehirleşmenin yoğun bir şekilde gerçekleştiği bu aşamada İslam medeniyeti esas olarak Medine, Basra, Kûfe, Kahire ve Şam’da filizlenmiştir.
Gelişme ve yükselme aşamasını iki dönem olarak düşünebiliriz:
Hz. Peygamber’in vefatıyla İslâm medeniyeti, vahiy, akıl ve ilim temelinde varlığını devam ettirmiştir. İlerleyen zamanlarda İslâm medeniyetinin merkezleri değişse de zihnî alt yapı mevcut olduğu için kültür ve medeniyet yürüyüşü devam etmiştir. Dört Halife döneminden sonra Dımaşk’ın başkent olduğu Emevilerin 89 yıllık iktidarı döneminde İslâm medeniyeti hem bünyesindeki yeni oluşumlar hem de çevresinden -özellikle Bizans- aldığı siyasî ve ekonomik yapılarla kurumsal gelişimini sürdürmüştür. Bütün Müslüman unsurları kucaklayan Abbasiler devrinde Bağdat merkezli büyük bir medeniyet atılımı başlatılmış, kadim medeniyet ve devlet geleneklerine sahip olan İran bölgesinde yaşayan halkların ve Türklerin Müslüman olmasıyla da Maveraünnehir havzası İslâm medeniyetinin geliştiği bölgeler olmuştur. 8. Yüzyıl ortalarında Abbasi Devleti’nin kuruluşundan Selçuklu Türklerinin 11. Yüzyıl ortalarında İslam dünyasında hakimiyet kurdukları zamanı içine alır. Söz konusu aşamada İslam medeniyetine Arapların yanısıra Farsların ve Türkler'in önemli katkıları olmuştur. Bu dönemde Müslümanlar farklı kültür ve medeniyetlerden aldıklarını yeni bir terkibe ve kıvama kavuşturarak insanlığın hizmetine sunmuşlardır.
Abbasi halifelerinden Me’mun döneminde kurulan Beytü’l-Hikme’de; Yunanca, Sanskritçe, Pehlevice ve Hintçeden batının ve doğunun ilmî birikimleri Arapçaya aktarılarak, İslâm medeniyetinin insanlığa faydalı olan her şeye açık olduğu gösterilmiştir. Burada yapılan tercümelerle dünya tarihinin gördüğü en büyük kültürlerarası etkileşim gerçekleştirilmiş, İslâm medeniyetinin hem diğer inançlara esnek davrandığına hem de ilme önem verdiğine büyük örnek teşkil etmiştir. Orta Asya’da Türklerin İslâm medeniyeti ailesine katılması, biraz durağanlaşan İslâm medeniyetine artı bir güç katarak büyük bir atılım gerçekleştirmesine vesile olmuştur. Irak ve Suriye bölgeleri ile Orta Asya medeniyet havzasında fikrî, idarî, edebî, sanat, mimarî ve kültürel alanlarda, daha sonra Avrupa’yı etkileyecek olan büyük gelişmeler ortaya çıkmıştır. Düşüncede Farabî, İbn Sinâ ve İbn Rüşd, yönetimde Yusuf Has Hacip, Nizamülmülk ve Maverdî, toplumda ahlakîliğin ve irfan geleneğinin yerleşmesinde Ahmed Yesevî gibi şahsiyetler yaptıkları çalışmalarla İslâm medeniyetinin hem maddi hem de manevi alanlarda yükselmesine büyük katkı sağlamışlardır.
İslam medeniyeti özellikle doğuda Buhara’dan batıda Kurtuba’ya kadar gelişerek Orta Asya, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Endülüs’te özgün ürünler vermiştir. 11. Yüzyılın ortalarında Selçuklu Türklerinin İslam dünyasında hakimiyet kurmasından 17. Yüzyıla kadar uzanan uzun dönemi içeren aşamadır. Bu merhalede İslam medeniyetine en büyük katkı, Müslümanların siyasi, askeri ve kültürel önderliğini üstlenen Türklerden gelmiştir. Türkler bir yandan bilim ve sanat çalışmaları yapmak isteyen Müslümanlara rahat çalışma imkanları sağlamışlar, diğer yandan kendileri, medreseler gibi İslam medeniyetinin en özgün eserlerini ortaya koymuşlardır. Bu dönemde Buhara, Semerkant, Kaşgar, Herat, Merv, İstanbul, Konya, Bursa gibi Türk kentleri İslam medeniyetinin önemli merkezleri arasına girmişlerdir.
Duraklama ve yeni arayışlar aşamasında baktığımızda, bu aşama Müslümanların siyasi hakimiyetlerini de büyük ölçüde kaybettikleri 18-20. yüzyıllardır. Bu dönemde görülen balıca zaafları şöyle sıralayabiliriz:
1. Değerler sisteminin canlı/dinamik tutulamaması ve gelişen şartlara göre yorumlanamaması,
2. Bilimsel faaliyetlerin toplumun müşterek uğraşı gösterdiği alan hale getirilememesi, bir başka deyişle bilim havuzu oluşturulamayışı,
3. Müslümanlar arasındaki yoğun iç çekişmeler,
4. Keşifler sonucu ticaret yollarının güney denizlerine kayması ve bunun sonucunda İslam dünyasının doğu-batı arasındaki ticaret güzergâhı dışında kalışı,
5. Batının geliştirdiği teknoloji ile İslam dünyasının üzerine teknolojiyle gelişi ve İslam dünyasının teknolojinin farkına geç varışı, bir başka deyişle teknolojinin geç gelişi,
6. İslam dünyasının önemli bir bölümünün sömürge haline gelişi,
Bütün bunlar İslam medeniyetini duraklatmış ve hatta varoluş mücadelesi verir hale getirmiştir.
20. Yüzyıldaki bazı gelişmeler ise İslam medeniyetinin insanlığa önemli katkılar sağlamaya hazır olduğunu göstermiştir. Müslümanlar siyasi bağımsızlıklarını tekrar
kazanmışlar ve medeniyetlerini yeniden inşa etme çabası içine girmişlerdir. Özellikle beş bağımsız Türk devleti SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkmış ve 21. Yüzyılın bir Türk yüzyılı haline gelmesi umutlarını ortaya çıkarmıştır. 21. Yüzyıla girdiğimiz de ise değerler sisteminin yeniden yorumlanıp canlandırılmasına, bilim, teknoloji, sanat ve kültür alanlarında İslam medeniyetine özgü yeni ürünler ortaya konmasına sebep olmuştur.
İslam medeniyeti 14 asır boyunca üç tane dış tesir/saldırı ile karşılaşmıştır. Haçlı seferleri, Moğol istilası ve Sömürgecilik/Emperyalizm. İslam Haçlı seferlerine kadar sürekli genişlemiştir. Bu seferler İslam dünyasına karşı gerçekleştirilen geniş çaplı ve uzun süreli ilk büyük dış saldırıdır. Haçlı seferleri hem İslam dünyası ve hem de haçlılar için şok etkisi yapmıştır. Barbar ve geri gördükleri bir dünyada ileri bir medeniyetle karşılaştıkları için Haçlılar daha büyük şok yaşamışlardır. Moğol saldırıları doğudan gelen büyük demografik ve tasfiyeci bir akımdır. İslam medeniyeti, daha ziyade askerî bir meydan okuma olan bu iki saldırıyı da kendi iç dinamikleriyle aşmasını bilmiştir. Sözgelişi Osmanlı devleti Moğol saldırısını aşan önemli bir sentezdir. İslam medeniyeti Sömürgecilik/Emperyalizm’den kaynaklanan problemler ve gerilim yaşamıştır; bu hareket, askerî meydan okumanın yanında zihinsel, ekonomik, siyasal dönüşümü beraberinde getirdiği için etkileri hâlâ devam etmektedir. Adı geçen olaylarla İslam medeniyeti bir bakıma dünya ile yüzleşmiş, kendi iç dinamikleri ile varlığını devam ettirme başarısını da göstermiştir. İslâm Medeniyeti anti-sömürgeci bir karaktere sahiptir.
KAYNAKÇA
ATAY Hüseyin, İslam Medeniyetinin Doğuşu, Batışı ve Yeniden Doğuşu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt XXXVIII.
BLADEL Kevin Van, (2020) A Brief History of İslamic Civilization From İts Genesis in the Late Nineteenth Century to İts İnstitutional Entrenchment, Al Usur Al Wusta 28.
Hamidullah, M. (2007). İslam’a Giriş, Ankara.
ÇETİNKAYA, Bayram Ali (2013), Medine’den Medeniyete, İnsan Yayınları, İstanbul.
GÖRMEZ Mehmet, Yitik Medeniyetlerimiz ve İslam Medeniyetinin Yeniden İhyası, Diyanet Aylık Dergi, Sayı 302.
MEVDUDİ, İslam Medeniyetinin Yapısı, İslam Medeniyeti Dergisi.
MACİT, Abdülkadir (2019), “İslâm Medeniyeti’nin Bütünlüklü, Kapsayıcı ve Diğer Medeniyetlerle Etkileşime Açık Yapısı”, İslâm Medeniyeti Araştırmaları (İMAD), C. 4, S. 2.
ŞİMŞEK Veysel, (2020), İslam Medeniyetinin Temelleri ve Tarihi Gelişim Süreci, Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi.
ŞENTÜRK, Recep (2014), Medeniyet Tasavvurumuz Işığında Maarifimiz, Sayı 1, Medeniyet Düşünce Dergisi.
KONRAPA M. Zekai, (1967), İslam Medeniyetinde Türkler, İslam Medeniyeti Dergisi.
KAYAOĞLU İsmet, İslam Medeniyetinin Batıya Etkileri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt XXIX.
Sarıcam, İ, Ersahin S. (2011). İslam Medeniyetinin Tarihi, Ankara.
YILMAZ Yasin, (2021), İslam Medeniyetinin Ortaya Çıkışı, Temel Özellikleri ve Gerilemesi İle İlgili Bir Değerlendirme, Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 22.
ZEYDAN, Corci, Tarihu’t-Temeddüni’l-İslâmî. Dâru Mektebetî’l-Hayat, Lübnan/Beyrut, ty.
[1] El-Isfahani Rağıb, Müfredat Kur’an Kavramları Sözlüğü, (Trcm. Prof. Dr. Abdulbaki Güneş, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yolcu) Çıra Yayınları, İstanbul 20112, ‘’mdn’’ ve ‘’dyn’’ maddeleri.