Dönem Ödevleri 2021-2022

İlimlerin Tasnifine Yönelik Görüşler Bağlamında Fıkıh İlmi
Nurcan Solak

İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2021-2022

İslam düşüncesinde ilimlerin tasnifi (ihsau’l-ulum), genel olarak iki teoriye dayanmaktadır. Birinci teoriye göre; vahiy, mütehayyile gücünün bir işlevi olup gerçek bilgi yalnızca felsefi bilgidir. Bu yaklaşıma göre dinî ilimler, felsefi ilimlerin bir bölümü olan amelî felsefe içinde mütalaa edilirler. Diğer teori ise vahyi en üst hakikat kabul ederek vahiyden kaynaklanan dinî ilimlerle insan aklının ürünü olan felsefi ilimleri birbirinden ayırır. İlki filozoflar, ikincisi ise alimler tarafından benimsenmiştir. Buna göre denilebilir ki; İslam düşüncesinde ilimlerin tasnifi aynı zamanda felsefe ve din ilişkisi hakkındaki düşüncelerin de tezahür ettiği bir alan olmuştur.

İlk defa Fârâbî’de ortaya çıkan ilk yaklaşım daha sonra İbn Sina ve İbnu’l-Efkânî gibi düşünürler tarafından birtakım değişikliklere uğramıştır. İkinci yaklaşım olan alimlerin ortaya koyduğu tasnif geleneğinin ilk örnekleri ise Hârizmî ve İbn Hazm’da görülür. Bu tasnif, felsefenin Arapça’ya tercümesiyle İslam dünyasında oluşan fiilî durumdan yararlanılarak yani şer’î-gayri şer’î ilimler ayırımı esas alınarak yapılmıştır. İsimlendirme ve kriterlerin kendi içinde farklılık arz ettiği bu tasnif geleneğinde ilimler milli/dinî/şer’î/naklî ve hikemi/felsefi/akli/tabii olarak ayrılır. Ancak hepsinde ortak olan nokta, peygamberlerden öğrenilen ve onlar etrafında gelişen ilimler ile insan aklıyla ulaşılan, insanlığın ortak mirası olan ilimlerin ayrılması ve vahyin en üst bilgi formu olarak kabul edilmesidir.

Bu tasnifleri birbirinden ayıran en önemli husus, hakikat ve hakikate ulaştıran ilim arayışlarıdır. Varlık hakkında kuşatıcı bilgiye ulaşmayı sağlayan hakiki ilim, felsefi gelenekte tür araştırması yapan, bu şekilde nefsi zorunlu olarak yetkinleştirerek ebedi saadete götüren ilimdir. Dinî gelenekte ise vurgu, faydalı ilme yönelik olup bu kendisiyle amel edildiğinde ahirette kurtuluşa ve mutluluğa götüren ilimdir.

1. Hukemânın Tasnifinde Fıkıh İlmi

Fârâbî: Felsefi tasnif teorisi ilk olarak, İslam felsefesi literatüründe ilimler tasnifini başlatan kişi olarak kabul edilen Fârâbî’de görülür. Fârâbî ilimleri dil, mantık, matematik ilimleri, tabiat ilimleri ve metafizik, siyaset-fıkıh-kelam olmak üzere beş bölümde ve de sekiz ilim olarak sayar ve fıkıh ile kelamı siyaset ilminin altına yerleştirerek felsefi ilimlere dahil eder. Onun bu tasnifi, Platon ve Aristoteles’in felsefi tasnifine dayanmakla birlikte dinî ilimlerin bu sisteme dahil edilmesi oldukça önemli bir müdahaledir. Fârâbî, fıkıh ve kelamı meşru ve hatta siyaset teorisi bağlamında teşekkülü zorunlu olan iki disiplin olarak kabul eder. O’na göre bu iki ilim, siyaset ilminin ihtiva ettiği küllilerin cüz’ilerini kapsar ve de bu yüzden siyaset ilminin birer cüzü olarak pratik felsefenin altında yer alıp, ilkelerini de felsefi ilimlerden alır. Amelî konulardaki ilkelerini amelî felsefeden, nazari konulardaki ilkelerini ise nazari felsefeden alır. Asıl olan felsefi ilimlerdir.

Fârâbî’ye göre, her din ve şeriat kendi kelam ve fıkıh ilimlerini doğurur ve bu ilimler anlamlarını kendi dinlerinin inanç ve fiiller alanında kazanır. Bu sebeple Fârâbî kelama                “el-fıkh fi’l-ârâ’ ; görüşlerde/inançlarda fıkıh”, fıkıh ilmine ise “el-fıkh fi’l-ef‘âl ; eylemlerde/amellerde fıkıh” adını verir. Buna göre fıkıh ile kelamın farkı şudur; fakih, birtakım ilkelere dayanarak hüküm çıkarmaya çalışırken kelamcı hüküm çıkarma amacı gütmeksizin bu ilkeleri üstün kılma gayretindedir. Fakih, şâriin açıkça belirtmiş olduğu şeyleri müsellem sayıp ilke haline getirirken kelamcı bu ilkelerin doğruluğunu ispatlamaya çalışır. Fârâbî, Ebû Hanife’nin fıkıh tarifindeki gibi itikat ve ameli içine alan bir yaklaşımla fıkhın teorik yönünü (el-ârâ’) Allah’ın zatı ve sıfatları, alem vb konulardan oluşan itikadın teşkil ettiğini, pratik yönünü (el-ef‘âl) ise ibadet ve muamelat konularının oluşturduğunu belirtir. “El-Medinetü’l-Fâzıla” isimli kitabında da erdemli insanların, vahyin felsefi yorumunun yanı sıra fıkıh ve kelam ilmi sayesinde dindar bir hayatın toplumsal problemlerini çözeceğini savunur.

İbn Sina: Fârâbî’nin teori ve tasnifini benimseyen İbn Sina da fıkhı kelamla birlikte pratik felsefe kapsamında değerlendirmiştir.

İbnu’l-Efkânî: Fârâbî’nin geliştirip İbn Sina’nın sürdürdüğü bu tasnif, İbnu’l-Efkânî’nin “İrşadu’l-Kâsıd İlâ Esne’l-Makâsıd” adlı eserinde daha da sistematik bir şekilde ifade edilmektedir. İlimleri asıl ilimler ve alet ilimleri olarak ikiye ayıran İbnu’l-Efkânî, mantık ve dil ilimlerini alet ilimleri içerisinde sayarken asli ilimleri de nazari ve amelî olmak üzere kısımlandırır. Amelî olanlar; ahlak, ev yönetimi ve siyasetten ibaret iken nazari ilimler ise matematik, fizik ve metafizik gibi kısımlardan oluşur. Nübüvvetin mahiyet ve işlevini açıklayan nevamis ilmini metafiziğin alt dallarından biri olarak kabul eden İbnu’l-Efkânî, dinî ilimleri nevamis içerisinde konumlandırır. İşte fıkıh ilmi de bu dinî ilimlerden biridir. Ona göre hakiki ilimleri felsefi ilimler oluştururken dinî ilimler ise şeriatı yorumlayan disiplinlerdir. İbnu’l-Efkânî, Fârâbî’den farklı olarak “ârâ”nın yani dinî akidelerin açıklanması görevini fıkıhtan alır ve usul-i din ilmine verir. Fıkıh ilmi, yükümlü olunan şer’î amelî hükümlerle ilgilidir. Fıkıh usulü ise bu hükümlerin maksatlarını açıklayan, istinbat yollarını inceleyen bir ilimdir. Fıkıh usulü, fıkıhtan daha tümel olsa da netice itibariyle her ikisi de amelî konularla ilgilidir ve itikadi konuları incelemezler.

Âmirî: Kemiyet ve keyfiyetleri açısından şeref ve faziletlerini değerlendirdiği dörtlü dinî ilim tasnifi içerisinde; kemiyete göre en fazla alt dalı barındıran ilim dalını daha faziletli sayar. Keyfiyet açısından ise faydasına göre değerlendirir. Buna göre, Âmirî dinî ilimlerin özü olması itibariyle hadis ilminin en faziletli ilim olduğunu belirtirken kelamın ise İslami ilimlerin gayesi olması itibariyle kemal bakımından daha faziletli olduğunu bildirir. Fıkıh ise bu ikisinin ortasında yer alıp mutedil olması yönüyle faziletlidir. Ancak kimi zaman da bir ilim dalının şerefi, kendisine duyulan ihtiyaç nispetindedir. Buna göre fıkıh ilmi, şeref sıralamasında ilk sırada yer alır. Öyle ki, fıkha olan ihtiyaç, tıbba olan ihtiyaçtan bile daha fazladır. Çünkü meydana gelen tüm hadiseler, din ve dünya salahı açısından fıkha muhtaçtır. Ancak tıp öyle değildir. Ona bazı zamanlarda bazı insanlar ihtiyaç duyar.

2. Ulemânın Tasnifinde Fıkıh İlmi

Gazâlî: Mustasfa’da, fıkıh ve fıkıh usulünün yerini belirlemek üzere yaptığı tasnifte Gazâlî, ilimleri mahza akli, mahza naklî ve akıl ile naklin birleştiği ilimler olarak tasnif etmektedir. Mahza akli ilimler, şeriatın araştırma yapmadığı ve teşvik de etmediği aritmetik, hendese, astronomi gibi ilimlerdir. Mahza naklî ilimler ise hadis, tefsir ve hitabettir. Bir de akıl ve naklin birleştiği ilimler vardır ki bunlar en şerefli ilimlerdir. Fıkıh ve fıkıh usulü bu grupta yer alır. Bu ilimler hem akıl hem de şeriattan nasibini almıştır. Dolayısıyla da ne şeriatı kabul etmeyen aklın bir tasarrufudurlar, ne de aklın desteklemediği bir taklitten ibarettirler.

Gazâlî’nin Mustasfâ’da yer verdiği ikinci tasnifte ilimler akli ve dinî olarak ikiye ayrılmaktadır. Akli olanlar; tıp, hendese, aritmetik gibi ilimlerdir. Gazâlî amacının bunlar olmadığını belirterek dinî ilimlere geçer. Dinî ilimler fıkıh, kelam, usul, hadis, tefsir ve ilm-i batındır. Bunların tamamının övüldüğünü belirtir ancak aralarına yerilen şeylerin de karışabileceğini söyleyerek bu ilimleri övülen ve yerilen olmak üzere ikiye ayırır. Övülen şer’î ilimler usul, fürû, hazırlayıcı ve tamamlayıcı ilimler olarak kısımlanır. Usul, ilimlerin dayandığı asıllar olup Kur’an, Sünnet, İcmâ ve kıyastır. Fürû ise bu asıllardan çıkarılan ilimlerdir. Fürû da dünya ve ahiret işlerini düzenleyen ilimler olarak iki gruptur. Fıkıh ilmi dünya işlerini tanzim eder.

Akli ve cüz’i ilimleri külli-cüz’i olması yönüyle de sınıflandıran Gazâlî, külli ilim olma payesini kelama verir. Diğer ilimler ona nispetle cüz’i statüdedir. Fıkıh da öyledir; cüz’idir. Çünkü fakih sadece mükelleflerin fiillerine ait hükümleri, usulcü sadece bu şer’î hükümlerin delillerini araştırırken kelamcı isemevcut olması yönüyle eşyanın tamamını inceleme konusu edinmektedir. Ancak toplum açısından bakıldığında Gazâlî, kelam ilmine duyulan ihtiyacın ilaç/deva hükmünde, fıkhın ise toplumun geneline hitap etmesi bakımından gıda hükmünde olduğunu belirtir. Sahabenin fıkıhla olan münasebetini de buna delil getirir. Ona göre, bu bakış açısıyla -itikatla ilgili olması itibariyle- kelam ilminin asıl, fıkhın ise fer olduğu iddiasının bir geçerliliği yoktur. Çünkü itikadi konuların sırf taklit yoluyla bile elde edilmesi mümkündür. Gazâlî bu bağlamda kelamı yücelten kişiyi, sadece hasta olanların kendisine ihtiyaç duyduğu biri olmasına rağmen “Hayatınız bana bağlı!” diyerek tüm insanları kendisine mahkûm sayan bir doktora benzetir. Bu noktada fıkhın dünya hayatını düzenleyen ilimler arasında sayılmasına yöneltilebilecek muhtemel bir itiraza şu şekilde cevap verir; “Fakih bu dünyada işlerin düzenlenmesi konusunda hükümdarın hocasıdır. Dünya ahiretin tarlasıdır ve din de dünyasız tamamlanmaz. Din ve yönetim ikiz kardeştirler. Hükümdar, yönetimi fıkıh ile yapar. Bu tıpkı hac yolculuğu gibidir. Hac birinci husus, oraya gitmek için yola koyulmak ikinci, hac yolundakileri korumak üçüncü, söz konusu korumanın kuralları ise dördüncü husustur. Fıkıh da işte bu sonuncusu kabilindendir.”

Gazâlî, devamında ilmin değerini ahiretle olan ilişkisi nispetinde olduğunu belirtir ve tıp ile fıkhı kıyaslar. Tıp ve fıkhın her ikisinin de dünya hayatını düzenleyen ilimler olması yönüyle aynı kefede yer alıp alamayacakları sorusuyla konuyu ilişkilendirir. Ona göre fıkıh, tıptan üç bakımdan üstündür. Birincisi, şer’î ilim olup nübüvvetten beslenmesidir. İkincisi, ahiret yolcularının hiçbirinin tıptan müstağni olmamalarıdır -ki tıp ise daha az kişinin faydalandığı bir ilimdir.- Üçüncüsü ise fıkhın ahiret ilminin komşusu olmasıdır. Çünkü fıkhın konusu kalbin amelleri, yani azalardan sadır olan amellerdir. Tıbbın konusu ise sağlık ve hastalıktır ki bu sadece bedenle ilgili olup kalbin amelleriyle herhangi bir ilgisi yoktur.

Gazâlî, ilimlerin tasnifi ile ilgili en geniş izaha yer verdiği “İhyau Ulûmiddîn” adlı eserinde ise mükaşefe/tasavvuf ilmini ön plana çıkararak fıkhı yöntemi ve uygulamaları açısından eleştirmektedir. Buna göre o, kalbin amelleri ile ilgilenen bir ilim iken nihai maksada dönüşerek füru konularına daldığını belirttiği fıkhı mezmum şer’î ilimler arasına dahil etmektedir.

“Er-Risâletü’l-Ledünniye” adlı eserde ise Gazâlî, ilimleri şer’î ve akli olması bakımından taksim eder. Şer’î ilimleri de kendi içerisinde usul ve fürû olmak üzere gruplandırır. Usule taalluk edenler ilmî, fürûa taalluk edenler ise amelîdir. Fürû ibadetler, muamelat ve akitleri kapsar. Son ikisi fıkıh ilminin konusudur. Bu şer’î ilimlerin tamamı övülmüş ilimlerdir.

İbn Haldun’a gelince; “Mukaddime” adlı eserinde ilimleri ikiye ayırmaktadır. İlki, kişinin düşünmek suretiyle aklıyla ulaşabildiği tabii bölümdür. İkincisi ise onu vaz edenden aldığı naklî bölümdür. İlki hikemi-felsefi ilimlerdir. İnsan buna düşünme yoluyla ve beşerî tabiatıyla ulaşıp bu alanda doğru bilgiyi elde edebilir. Diğeri ise naklî-vaz’i ilimler olup tamamen şâriin vaz’ına dayanır. Fıkıh, dinî ilimlerin içerisinde olup feraiz ilmini de içerir. İbn Hldun, cedel ve hilaf ilimlerini fıkıh usulü kapsamında mütalaa etmektedir. Ayrıca fıkıh, fıkıh usulü ve bu ikisine tabi olan alt disiplinleri, ilimler tarihine dair geliştirdiği perspektifle ele almaktadır. Buna göre felsefi ilimler ile dünya hayatı iş birliği, dayanışma ve bir arada yaşama yoluyla kurulurken vaz’i ilimlerle de uhrevi hayata hazırlık için peygamberlerin getirdiği ilahi mesajın anlamı kavranacaktır. İnsan ilkini kurar, ikincisini ise kavrar. Bu kavrama sürecinde fıkıh ilmi, mükelleflerin fiillerine taalluk eden ilahi hükümlerin keşfini üstlenerek konusu itibariyle diğer naklî ilimlerden farklılaşmaktadır. Vücub, hürmet, nedb, kerahet ve ibaha olmak üzere beşe ayrılan bu hükümler, delillerden istinbat ve istihraç edildikleri ve bu esnada yoğun bir araştırma/idrak sürecine ihtiyaç duyulduğu için bu ilme fıkıh denilmiştir.

Aktarmaya çalıştığımız bu bilgilerden hareketle şu neticeye ulaşmamız mümkündür: Hukemanın tasnifinde akıl, hakikatin mutlak kaynağı olarak görülüp merkezî bir noktada yer almış ve buna bağlı olarak da felsefi ilimler daha üstün konumda tutularak vahiyle elde edilen bilgilere dayananlar bu felsefi ilimlerin altına yerleştirilmiştir. Ulamanın tasnifinde ise, hakikatin mutlak kaynağı olarak vahiy esas alınarak vahyin sunduğu zeminde şekillenen şer’î ilimler üstün konumdadır. Bu bağlamda; nazari-amelî şeklinde yapılan ilim tasniflerinde fıkıh ilmi kısmen nazari kısmen amelî bir ilim olarak kabul edilirken şer’î-akli olması bakımından yapılan tasniflerde de akıl ve naklin birleştiği en şerefli ilimlerden kabul edilmektedir. Dünya ve ahirete yönelik faydanın dikkate alındığı tasniflerde ise fıkıh ilmi hem dünya hem de ahireti ilgilendiriyor olması bakımından en faydalı ilim payesine sahip olmaktadır.