İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2021-2022
İslam Medeniyetinde Şehir ve Anlamı
İnsanın doğası gereği bir arada yaşama içgüdüsü, tarih boyunca topluluklar halinde yaşamasını sağlamış ve akabinde sosyal gelişimleri meydana getirmiştir. Yerleşik hayata geçişin ardından coğrafi özellikler ve iklim koşullarına göre yurt tutulacak yerler keşfedilerek küçükten büyüğe doğru yerleşim birimleri oluşmaya başlamıştır. Şehir en büyük yerleşim birimi olarak sosyal yaşamın birçok açıdan beslendiği ve medeniyetlerin yapıtaşlarını bir araya getirdiği bir hayata beşiklik etmiştir. Yönetim, adalet, ticaret, din, ilim ve sanat gibi insanın hayatını anlamlandıran ve sistemleştiren faktörler şehir ortamında gelişebilmiş ve refahı güçlendirmiştir.
İslam medeniyetinin çatısı altında şekillenen şehirleşme, Müslüman devletler tarafından oldukça önemli görülmüştür. Bu husus elbette ki yalnızca İslam medeniyeti için geçerli olmayacaktır. Ancak söz konusu gelişmeler ve mimari yapılaşma; İslam’ın taşıdığı güzellik, iyilik ve temizlik anlayışlarını barındırdığı için daha farklı bir yankı uyandırmıştır.[1]
Bakara Suresi 30. ayette[2] buyurulduğu üzere insanın bu dünyada halife kılınmış olması; vahiy ve sünnetin oluşturduğu motivasyon ile fıtratında yatan yeryüzünü imar etme görevini kuvvetlendirmiştir. Ancak söz konusu inşa olgusu yalnızca fiziki anlamda anlaşılmamalıdır. Toplumların ihtiyaç duyduğu sosyal ve ekonomik bir yapının inşası da bu bağlamda incelenmelidir.[3] Böylelikle bir şehrin İslam esaslarına göre ehemmiyeti ortaya çıkmaktadır.
“Müslümanların hayat anlayışları ve mekân tasavvurlarının ürünü olan İslam şehri; merkezden muhite/çevreye doğru dairesel olarak genişleyen bir mekân, başka bir ifade ile somuttan soyuta açılan kapıdır.”[4] Bu ilke üzerinde durulduğu takdirde mevcut bir şehrin Müslüman devletlerce fethedildikten sonra geçirdiği değişiklikler, merhaleler ve tanıklık ettiği sosyal vakalar İslam medeniyetini anlamamız ve anlatabilmemiz açısından büyük rol oynamaktadır. 674 yılında fethedilen Buhara şehrinin geçmişten taşıdığı dini ve etnik özellikleri sebebiyle İslamlaşma sürecinde dikkat çekici girişim ve önlemler vuku bulmuştur. Söz konusu unsurlar ışığında Buhara’nın erken dönem şehirleşme özellikleri bu çalışma çerçevesinde irdelenecektir.
Buhara’nın Coğrafi ve Tarihi Konumu
Günümüzde Özbekistan sınırları içerisinde kalan Buhara şehri, Zerefşân ırmağının aşağı havzasındaki büyük vahada yer almaktadır. Rakımı 220 metredir. Kara iklim şartları şehir bölgesinde hâkim olup kışları soğuk, yazları sıcak geçmektedir.[5]
Buhara’nın İslamiyet ile tanışmadan önceki tarihi ve onuncu yüzyıla kadar gelişen hadiselerini öğrendiğimiz Süleyman el-Buharî’den(924) sonra en yakın kaynak Ebû Bekir Cafer b. En- Nerşahî’nin telif ettiği Tarih-i Buhara adlı eseridir. 959 yılında vefat eden tarihçi, oldukça öz bir biçimde şehir tarihçiliğini yansıtmaktadır. Aynı eser içinde Buhara’nın kuruluşu hakkındaki bilgiler bir başka alimden nakledilmektedir. Muhammed en-Nîşâbûrî, Hazâinu’l-Ulûm adlı eserinde bugün Buhara şehrinin yer aldığı toprakların ilk yerleşim adımlarını aktarmıştır. Eskiden bataklık olan arazinin bir kısmı kamışlarla kaplı iken bir kısmı da yeşillik ve ağaçlıktı. Bazı bölgeleri ise hayvanların ayak basacak yer bulamayacakları kadar su ile doluydu, çünkü Semerkant civarındaki dağların karları eriyince su burada toplanırdı. Büyük vadide akan Mâsaf adlı nehir, büyük su kütleleri ile Buhara arazisine toprak ve balçık taşıyarak oyuk zemini doldurdu ve toprağı düzleştirdi. Akan bu nehir Soğd - Zerefşân nehri oldu. Birçok yerden insanlar burada toplandı. Buradaki su, ağaç ve bitki bolluğundan ötürü özellikle Türkistan’dan insanlar geldi. Önceleri çadır ve otağda yaşadıktan sonra zamanla evler inşa ettiler ve bu coğrafyada köyler kurdular. O dönemde henüz Buhara şehri teşekkül etmemişti.[6]
Richard N. Frye, Buhara adlı kitabının birinci bölümünü “Antik Vaha” olarak adlandırırken Semerkant ve Buhara’yı bu vaha ve çöllerin ikiz mücevheri şeklinde betimlemiştir. Arkeolojik kazılara göre milattan önce ikinci binyıla ait bronz çağ bulguları elde edilmiş olsa da bu topraklardaki yerleşim izlerinin daha geriye gittiği kanaatini taşımaktadır. Yazılı kaynaklarda bir atıf yer almasa dahi Büyük İskender’den çok daha öncesine dayanan sulama kanalları ve yerleşim birimlerinin izlerine rastlanmıştır. Büyük İskender’i zikretmesinin nedeni ise Helenistik dönemin bu topraklarda etkili olduğuna dair izler taşımasındandır. Kazılarda çıkarılan heykel ve tabloların mevcudiyeti bu savı güçlendirmiştir. İlk olarak M.Ö. 129’lu yıllarda Ch’ang-ch’ien adlı Çinli bir elçi Orta Asya’yı ziyaret etmiştir. Daha sonra bu elçi nehrin güney topraklarını alarak bir Kuşan Krallığını kurmuştur. Bu topraklarda Budizm kalıntılarının yer alması ve hatta Buhara isminin[7] burada yer alan bir tapınağa dayanması imparatorluğun hakimiyetinden gelmektedir.[8] Diğer taraftan takriben yedinci yüzyıla gelindiğinde bölgedeki putperestlik etkisi azalmaya başlamış ve yerini ateş kültüne bırakmıştır.[9] En-Nerşahî’ye baktığımızda Mâh Çarşısı’nın putların satıldığı bir ticaret yeri olduğu görülmektedir. Daha sonra burada bir ateş tapınağı inşa edilmiştir. Çarşı günü halk tapınağa giderek ateşe tapınırdı. Buhara’nın fethinden sonra aynı yerde bir cami inşa edildi.[10]
Buhara’nın Fethi ve Tarihî Devamlılığı
Buhara şehrinin taşıdığı kıymet, Yâkûtî’nin Mu’cemu’l-Buldân isimli eserinde yer verdiği rivayetle literatürde pekişmiştir. Ona göre Hz. Peygamber bir hadiste Buhara’nın fethini müjdelemiştir.[11] Böylelikle bu şehrin İslam topraklarına katılmasındaki teşvik ve itibar açıkça görülmektedir. Müslümanlar Buhara topraklarına geldiklerinde Bîdûn Hatun şehrin hükümdarı idi. 674 yılında Muaviye’nin Horasan valisi Ubeydullah b. Ziyad şehre girdiğinde Bîdûn Hatun, yıllık bir milyon dirhem ve 2000 muharip ödeyeceğine dair bir antlaşma yapmıştır. Ancak zaman zaman Buhara Müslümanların kontrolünden çıktığı için bu kez Kuteybe b. Müslim göreve getirilmiştir. 706-709 yılları arasında yaptığı seferler sonucunda Kuteybe b. Müslim ile Buhara halkı arasında bir etkileşim olmuştur ve Arap hakimiyetine etki etmiştir.[12] 674’ten 709’a kadar düzenlenen Ubeydullah b. Ziyad, Said b. Osman, Selm b. Ziyad, Ümeyye b. Abdullah ve Kuteybe b. Müslim’in seferleri, çeşitli nedenlerden dolayı kalıcı bir siyasi hakimiyet sağlayamamıştır. Ağırlıklı olarak yapılan antlaşmalar neticesinde yetkiler Buhara hükümetinde kalmıştır. Bu husustaki en etkin sebeplerden biri ise Muaviye b. Yezid’in 683’te vefat etmesi üzerine yerine geçecek halifenin belirsizliği olmuştur. Neticede seçilecek olan halife Buhara’nın bulunduğu Horasan bölgesinin gücünü belirleyecektir.[13]
En-Nerşahî’nin aktarımına göre Bîdûn Hatun on beş yıl boyunca oğlu Tuğşâde’yi vekaleten şehri yönetmiş ve Müslümanlarla barış yaparak vergi ödemeyi kabul etmiştir. Onun zamanında Bîdûn Hatun’dan daha yeteneklisi yoktu. Şehri bilgece yönetmiş ve herkesin ona itaat etmesini sağlamıştı. Öldüğünde Tuğşâde başa geçti.[14] Taberî’ye göre Tuğşâde, Kuteybe b. Müslim tarafından Buhara’ya tayin edilen genç bir hükümdardır. Otuz yıl Buhara’da hüküm sürdükten sonra 739 tarihinde Horasan valisi Nasr b. Seyyâr’ın ordusundan iki kişi ölümüne sebep olmuştur. Onun devrinde Türkler bölgeyi birkaç defa ele geçirip geri bırakmışlardır. Hatta 728- 729 yıllarında Buhara’yı işgal etmiştirlerdir.[15] Tuğşâde’nin vefatının ardından oğlu Kuteybe şehrin hâkimi oldu. Ancak daha sonra dinden çıktığını duyan Ebû Müslim idamına karar verdi. Kuteybe’nin ardından Tuğşâde’nin oğlu Bunyât tahta geçti. Ancak onun da zındıklardan Mukanna’ taraftarlığı ile itham edildiğini öğrenen halife Mehdî, Bunyât’ı da idam ettirerek şehrin yönetimini Buhâr Hudâh’ın soyuna verdi.[16]
Buharalıların isyanı ve nehir ötesindeki Türk birlikleri sebebiyle inişli çıkışlı bir sürecin ardından şehir halkı ve ulema Sâmânîlerden Semerkant hâkimi Nasr b. Ahmed’e başvurarak şehri teslim ettiler. Böylelikle Nasr’ın kardeşi İsmail, 874 yılında Buhara valisi oldu. 892 yılında Nasr vefat edince İsmail hanedanlığın başına geçti ve Buhara’da kaldı. Buhara şehri 999 yılına kadar Sâmânîler tarafından idare edildi. Bu süreç içerisinde Buhara’nın ilmi ve ticari bir merkez haline gelmesi kaçınılmaz olmuştur.[17]
Buhara şehri günümüze kadar birçok badire ve istilalar atlatarak sırasıyla Karahanlılar, Moğollar, Şeybaniler, Buhara Hanlığı ve Rusya’nın hakimiyeti altında kalmıştır. Günümüzde Özbekistan Cumhuriyeti’nin bir şehridir.
Buhara’nın İslamlaşmasında Kuteybe b. Müslim’in Önemi
Buhara halkı şehrin fethi konusunda yalnızca siyasi bir direnç göstermemiştir. İslam dinini kabul etme konusunda takındıkları tutarsız tavır, şehrin hâkimi ile Horasan valiliği arasında gerginliklere yol açmıştır. Öyle ki en-Nerşahî’nin de naklettiğine göre halk üç kere İslam dininden dönerek nihayetinde Kuteybe b. Müslim’in kesin tavrı neticesinde dördüncü kez İslam’ı kabul etmiştir.[18]
Şehir halkının inanç dünyasında Mecusilik başta olmak üzere pagan inancı yaygındı. Öyle ki putların satışı için yılda iki kez kurulan “Mâh” adında bir çarşı kuruluyordu. Yine bu çarşının içinde bir mabed yer alıyordu. Bu denli yoğun dini atmosferin ve köklü inanç adetlerinin yer aldığı şehirde cebren değişikliklere yönlendirmenin kesin bir neticesi olmayacağı tasavvuru ile büyük bir cami yapma kararı alınmıştır. Ancak caminin inşası fetihten dört yıl sonra 712’de sona ermiştir. Bu gecikme, yukarıda zikredilen direniş ve alışkanlıkların güçlüğünü vurgulamaktadır.[19]
Ayrıca insanların kalbini İslam dini ve ibadetlerine ısındırmak için Cuma namazına gelenlere maddi destek sağlanmış, Kur’an-ı Kerim’i öğrenene kadar kişilerin namazlarında kendi dillerinde ibadet etmelerine fırsat verilmiştir. Namazda rükû etmek için “Beknîta Nekînet”, secde etmek için de “Nekûnya Nekûnî” ifadeleri kullanılmıştır. Nitekim bir Cuma namazında dağıttıkları iki dirhem, rağbeti ve İslamlaşmayı o kadar çok artırmıştır ki Horasan valisi el- Bermekî zamanında daha büyük bir caminin inşasına gerek duyulmuştur. Diğer bir yandan da yaklaşık 700 hane şehrin dışında yeni evler inşa ederek İslam’ın şehirdeki etkisine karşı çıkmışlardır.[20]
Kuteybe bin Müslim’in politikalarından bir diğeri iskanı baz alıyordu. Bu bağlamda Buhara halkından şehre getirilen Araplar’a evlerini açmaları ve beraber yaşamaları istenmiştir. Böylece günlük yaşamın bir arada sürdürülmesi İslam’ın kaidelerine uyum sağlamayı kolaylaştırmıştır.[21]
Şehrin Yapısı
Buhara yıllar boyunca fiziki anlamda genişlemiş veya küçülmüştür ancak kurulduğu merkezi asla değişmemiştir. Aldığı ağır hasarlara rağmen her defasında eski planına göre yeniden inşa edilmiştir. Buhara’nın şehir yapısı, klasik Orta Asya Türk şehirleri ile aynı özellikleri taşımaktadır. Bu merkezi yapı; kuhendiz, şehristan ve rabat olarak tasnif edilmektedir.[22]
Kuhendiz en basit ifadeyle şehir içindeki kaleye işaret etmektedir. Buhara kuhendizi, İslam şehri olduktan sonra valilerin konaklarını barındırmıştır. Öte yandan bir hapishanenin de bulunduğu nakledilmektedir.[23] Günümüzde ark olarak adlandırılan kalenin duvar yüksekliği yirmi metreyi bulmaktadır ve şehristana dışarıdan bitişik bir yapıda inşa edilmiştir. Şehristan ise tabiri caizse şehrin kalbinin attığı kısımdır. İslam öncesi dönemde Buhara’nın rabat olarak adlandırılabileceği dış mahallesi yok denilecek kadar az veya birkaç evden ibarettir.[24]
10. yüzyılda en-Nerşahî’nin aktarımlarına göre Şehristan’ın yedi kapısı vardır. Bunlardan biri Çarşı Kapısıdır ki yanında pazar kurulmaktadır. Diğer kapılar; Nûr Kapısı, Benû Sa’d Kapısı, Benû Esed Kapısı (İslam’dan önce Mühre ismini taşımıştır.), Gebriyye Kapısı kalenin önüne açılmaktadır, Hakrah Kapısı ve son olarak Yeni Kapıdır.
Yukarıda zikri geçen Mâh Pazarı, Mâh isimli eski bir hükümdarın emri üzerine kurulmuştur. Yılda iki sefer putların satılması için açılan Pazar alanında bir de Zerdüştlerin ibadetlerini yerine getirdiği bir ateş hane meydana gelmiştir. Buhara’nın fethinden sonra Kuteybe bin Müslim’in yaptırdığı büyük cami, yıllar içerisinde birden fazla yıkıma ve tahribe maruz kalmıştır. Ahmed bin İsmail zamanında bir Ramazan ayının cuma gününde insanlar camide iken aniden bir çökme meydana gelmiş. Birçok insan burada vefat etmiş ve tüm şehirde yas tutulmuştur. Şehirde o kadar insan can vermiş ki Buhara adeta boş bir şehir gibi görünmüştür. Daha sonra insanlar toparlanmış ve sultanın desteği ile cami yeniden inşa edilerek bir yıl içerisinde bitmiştir. Bir sonraki yıl kıble tarafından yeniden hasar alan caminin inşası bu kez beş yıl sürmüştür. 1068 yılında ise ahşaptan yapılmış olan minarenin çatısında yangın çıkmış ve büyük camiye sıçramış, bir yıl sonra yenilenmiştir.[25]
Böylelikle İslam’ın gelmesinin ardından şehir yapısında üç büyük değişikliğin meydana geldiği görülmektedir. Birincisi, Pazar alanına inşa edilen Büyük Camidir. İkincisi Şehristanın dışına yerleşen haneler ve rabatların oluşmasıdır. Üçüncüsü ise şehrin etrafına akınlar gerçekleştiren göçebe Türklerden korunması için 784-830 yılları arasında inşa edilen büyük surdur. Bu surlar Buhara’nın doğuda 7, batıda ise 3 fersah uzağından geçmiştir. Çevredeki Türklerin zamanla İslamiyet’i seçmesi üzere surlar, yıllar geçtikçe ihmal edilmiştir.[26]
Son olarak günümüze ulaşan en eski yapıt İsmail Sâmânî Türbesi’nden bahsetmek istiyoruz. Kesin bir bilgi olmamakla birlikte 958 yılında inşa edildiği bilinen türbe, kare plan üzerine yapılmıştır. Tuğlalardan oluşan duvarların üzerinde bir kubbe yer almaktadır. Tuğlaların yatay, dikey ve köşeli dizilimi geometrik süslemeler meydana getirmiştir. Ayrıca dört kollu yıldız motifi dikkat çekmektedir. Dışarıdaki özenli süslemeler iç duvarlarda da görülmektedir.[27] Erken dönem İslam estetiğine çok açık bir örnek teşkil eden bu türbe, kültürler arası fikir ve anlayış etkileşimini de yansıtmaktadır.
Erken Dönem İslam Coğrafyacılarına Göre Buhara
Buhara şehri coğrafi konumu gereği tarım ve şehir faaliyetlerine elverişli topraklara sahiptir. Bu doğrultuda fethedildikten sonra şehrin gelişimini sürdürmesi ayrıca önem arz etmektedir. Nitekim Buhara bölgesinde ilmi faaliyetlerin yoğunlaşması ve birçok alim yetiştirmiş olması da şehrin varlığını güçlendirmiştir. Söz konusu niteliklerin erken dönem İslam coğrafya kitapları içerisinde birçok kez yer aldığı görülmektedir. Ayrıca Buhara’nın enlem-boylam bilgileri birçok cetvelde mevcut olup Me’mun Coğrafyasına ait kayıtlarda 87° 20’ boylam, 37° 50’ enlem verileri yer almaktadır.[28] Bugünün ölçümlerine göre enlemde takriben 2°’lık bir sapma, boylamda ise takriben 23°’lik bir sapma görülmektedir. Ancak bu ölçümlerin çok erken bir dönemde olduğu unutulmamalıdır. İlerleyen safhalarda bugünün verilerine yaklaşılmıştır. El-Bîrûnî’nin Tahdîdu Nihâyâti’l-Emâkin adlı eserinde Buhara şehrinin arz ve tûl yani enlem ve boylam bilgilerinin hesaplanma yöntemini verdiğini görmekteyiz.[29] Öte yandan alim, Âsâr-ı Bâkiye adlı eserinde Buhara halkının dini inançları ve bayramlarına ilişkin önemli bilgilere yer vermiştir. Bu bağlamda hem geçmişteki hem de o dönemdeki sosyolojik vakaları anlamamıza yardımcı olmuştur.[30]
Ali b. Hüseyin el-Mesûdî (956) Murûcu’z-Zeheb adlı eserinde Türkler, Soğdlar ve Tibetlilerin Buhara ile Semerkant arasında yaşadıklarını zikretmektedir. Bu coğrafyada amonyum dağları vardır. Yaz aylarında bu dağlardan 100 fersah yüksekliğe ateş çıktığı görülür.[31]
İbn Hurdazbih (912), Kitâbu’l-Mesâlik ve’l-Memâlik adlı eserinde Amul’den Buhara’ya olan mesafeyi 19 mil olarak vermiştir. Buhara’nın kalesi ve Kermîniyye, Tavâsvîs, Bimeckes, Verdâne, Ferber ve Beykend merkezlerini zikretmektedir.[32]
El-Makdisî (1000) Ahsenu’t-Tekâsîm adlı kitabında Buhara’yı şanı yüce bir belde olarak bildirmektedir.[33] Rabatlarını zikrettikten sonra on altı bin köyü olduğunu aktaran alim, çok bakımlı ve güzel bir şehir olduğunu özellikle belirtmektedir. Etrafındaki beş şehri içine alacak genişlikteki on iki fersahlık kalesi vardır. Ekilmemiş bir arazi ve işlenmemiş bir çiftliği yoktur.[34] Ancak ona göre Soğd bölgesinin merkezi Semerkant’tır. Sâmânî hükümdarlarının Buhara’da oturuyor olmaları onun daha büyük bir şehir olduğu anlamına gelmemektedir.[35]
İbn Havkal (10. Yüzyıl) Sûratu’l-Ard adlı eserinde çevresi Buhara’dan daha güzel bir şehir görmemiş olduğunu ifade etmektedir. Şehrin kuhendizine çıkıldığında her yer yeşillik görülür. Yeşillik semanın rengiyle bitişir, mavi gök yeşil bir halının üzerine kapanmış gibi durur. Geometrik düzende ayrılmış olan çiftliklerin üzerinde yıldızlar gibi beyaz ve parlak saraylar göze çarpmaktadır.[36] Buhara şehri düz bir yerde kurulmuştur. Merkezde bulunan Daru’l-Emâre birbirine geçmiş ağaçtan yapılmıştır. Etrafını saraylar, bostanlar, mahalleler, sokaklar çevreler.[37] Bütün binalar örme yapıdır. Buhara bölgesinde dağ, çöl, harap arazi yoktur. En yakın dağ Verke dağıdır. Kap ve kireç imalinde kullandıkları çamur ve taş bu dağdan getirilmektedir. Buhara’nın mamur ve verimli topraklarına rağmen halkının kalabalık nüfusu sebebiyle elde edilen hasat yetmez ve Maveraünnehir beldelerinden buraya yiyecek ve erzak nakledilir.[38] Halkın dili Soğdçadır. Edep, ilim, fıkıh, dindarlık, temiz niyet ve temiz kalplilik bakımından diğer Horasan halkından daha üstündür. Ticarette kullandıkları gıtrîfiyye olarak adlandırdıkları demir, bakır, kalay gibi çeşitli madenlerin karışımından meydana gelen dirhemleri kullanırlar.[39] Ayrıca İbn Havkal, Buhara surları içinde ve dışında belirli zamanlarda kurulan pazarlardan bahsetmektedir. Çarşılarda sürü hayvanları, elbise, köle, tunç, bakır gibi eşyaların alışverişi için kurulurdu. Bu bölgeden Irak’a iplikleri kalın, ağır, pamuklu kumaşlar gönderilirdi. Son derece güzel halılar, kilimler, minderler ve seccadeler de Buhara’dan Arap coğrafyasına yayılırdı.[40]
Sonuç
Buhara şehri kurulduğu zamandan 19. yüzyıla kadar şehir estetiğini ve önemini hiç kaybetmemiştir. Yüzyıllar içerisinde birçok hanedanlığa hizmet etmiş, birçok inanç ve kültür unsurlarına beşiklik etmiş ve hatta yıkımlara uğramıştır. Ancak gerek ticaret gerek din gerekse ilim ve kültür yapıtaşlarının aranan merkezi olmuştur. Özellikle İslam’ın fethinden sonra ilim ve edebiyatta nice alim ve edibi misafir etmiştir. Medreseleri, camileri ve kütüphanelerinin hem mimari hem de ilmi zenginliği günümüze ulaşmıştır.
Çalışmamız boyunca edindiğimiz bilgilere göre siyaset, sosyoloji ve din psikolojisi açısından Buhara şehrinin İslam’ı benimsemesi ve bir İslam şehri olması kısa ve kolay bir süreç içerisinde gerçekleşmemiştir. Bir yanda Çinlilerin diğer yanda Türklerin iç içe yaşaması ve birbirlerine baskı kurmaları, ayrıca Emevilerin Arap-Mevali politikaları ve ardından Abbasi devletinin Acemlere olan ılımlı tavrı gibi siyasi-etnik sorunlar büyük handikaplar doğurmuştur. Öte yandan Arap Yarımadası dışında ve hatta çok uzağında bir şehrin farklı lisana sahip halkının İslam kaideleri ve ibadet esaslarına uyum sağlaması bu örnekte olduğu üzere belirli aşamalar gerektirmiştir.
Yine de tüm bu bağlamların çözülmesi sonucunda Buhara’nın Türk-İslam geleneğinde önemli bir örnek teşkil etmesi ve asırlar boyu güzelliği ile İslam’ın ilim ve estetik anlayışını barındırması gerçekten büyük emek istemiştir. Bu emeğin karşılığı olarak da Buhara şehri Kubbetu’l-İslam olarak anılmaktadır.
KAYNAKÇA
Can, Mesut. “Ortaçağ İslam Coğrafyacılarında Şehir Tipolojisi: Terminolojik Bir Bakış”,
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, C. 22, Sayı: 2, Aralık 2018, s. 1137-1163
Can, Yılmaz. “H. 1-3./ M. 7-9. y.y. İslam Şehri”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Sayı: 6, Samsun 1992, s. 109-138
Ciner, Osman. El-Makdisî’nin Ahsenu’t-Tekâsim fi Ma’rifeti’l-Ekâlim İsimli Eserinin Değerlendirilmesi ve Türkçe Tercemesi, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
Çelik, Celaleddin. “İslam Şehri’nden Şehir İslamı’na: Tarihsel Tecrübeden Sosyolojik Pratiğe Şehrin Medeniyet Kodları”, Milel ve Nihal, C. 9, Sayı: 3, Eylül-Aralık 2012, s. 137-156
Dalkılıç, Mehmet. “Buhara’nın İslamlaşmasında Kuteybe bin Müslim’in Rolü”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 5, Sayı: 23, Güz 2012, s. 149-156
Demir, Mustafa. “Türk-İslam Medeniyetinde Şehirleşme”, İslami Araştırmalar Dergisi, C. 16,
Sayı: 1, 2003, s. 156-165
El-Bîrûnî, Tahdîdu Nihâyâti’l-Emâkin, çev. Kıvameddin Burslan, haz. Melek Dosay Gökdoğan, Tuba Uymaz, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2013
En-Nerşahî, Ebu Bekir Muhammed b. Cafer. Târîh-i Buhârâ, Kahire, Dâru’l-Meârif
Târîh-i Buhârâ, çev. Erkan Göksu, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2013
Frye, Richard N., Bukhara the Medieval Achievement, University of Oklahoma Press, 1965
İbn Havkal, 10. Asırda İslam Coğrafyası, çev. Ramazan Şeşen, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2021
İbn Hurdazbih. Yollar ve Ülkeler Kitabı, çev. Murat Ağarı, İstanbul, Kitabevi, 2008
Keser, Emre. “Tarih-i Buhara’ya Göre Buhara’nın Tarihi Coğrafyası Üzerine Birkaç Not”, Türk Dünyası Araştırmaları, C. 123, Sayı: 243, Kasım-Aralık 2019
Kurt, Hasan. Orta Asya’nın İslamlaşma Süreci (Buhara Örneği), Ankara, Fecr Yayınları, 1998
Kuzakçı, Başak. “Buhara ve Çevresindeki İslamiyet Öncesi Tapınaklar”, Ortaçağ Araştırmaları Dergisi, IV/I, Haziran 2021, s. 133-137
Mesudî. Murûc ez-Zeheb, çev. Ahsen Batur, İstanbul, Selenge Yayınları, 2004
Özcan, Görgün. Doğu ve Batı Arasında Şehir, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2018
Pazarbaşı, Erdoğan. Kur’an ve Medeniyet, İstanbul, Pınar Yayınları, 1996 Raymond, André, “İslam Şehri Kavramı”, DİA, c. 38, İstanbul 2010, s. 449-451
Sarıçam, İbrahim, Seyfettin Erşahin. İslam Medeniyeti Tarihi, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı,
2013
Sezgin, Fuat. Geschichte des arabischen Schrifttums, Band 13, Frankfurt am Main, Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften, 2007
Şeşen, Ramazan. “Buhara”, DİA, C. 6, İstanbul, 1992, s. 363-367 https://www.sanatinyolculugu.com/ismail-samani-turbesi/ Erişim: 14.05.2022
[1] Avrupa merkezci bir yaklaşım sonucunda ağırlıklı olarak 1950’lerde ortaya çıkan “İslami Şehir” kavramı, Antikçağ ve Yeniçağ batı şehirlerine kıyasla menfi bir yönden ele alınarak incelenmiştir. Bu bağlamda çeşitli çalışmalar yapılmış olup özellikle şehir planları ile bu teorinin çürütüldüğü literatürde görülmektedir. André Raymond, “İslam Şehri Kavramı”, DİA, c. 38, İstanbul 2010, s. 449. Ayrıca Bkz. Yılmaz Can, “H. 1-3./ M. 7-9. y.y. İslam Şehri”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 6, Samsun 1992, s. 109-138, Celaleddin Çelik, “İslam Şehri’nden Şehir İslamı’na: Tarihsel Tecrübeden Sosyolojik Pratiğe Şehrin Medeniyet Kodları”, Milel ve Nihal, C. 9, Sayı: 3, Eylül-Aralık 2012, s. 137-156
[2] Bakara – 30: Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni eksiksiz bilirken ve durmadan övgü ile tenzih ederken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.
[3] Erdoğan Pazarbaşı, Kur’an ve Medeniyet, İstanbul, Pınar Yayınları, 1996, s. 121
[4] İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyeti Tarihi, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 2013, s. 215
[5] Ramazan Şeşen, “Buhara”, DİA, C. 6, İstanbul, 1992, s. 363
[6] Ebu Bekir Muhammed b. Cafer En-Nerşahî, Târîh-i Buhârâ, Kahire, Dâru’l-Meârif, s. 18-19
[7] Detaylı bilgi için bkz. En-Nerşahî, a.g.e., s. 41-42, Emre Keser, “Tarih-i Buhara’ya Göre Buhara’nın Tarihi Coğrafyası Üzerine Birkaç Not”, Türk Dünyası Araştırmaları, C. 123, Sayı: 243, Kasım-Aralık 2019, s. 282-283
[8] Richard N. Frye, Bukhara the Medieval Achievement, University of Oklahoma Press, 1965, s. 3-6
[9] Başak Kuzakçı, “Buhara ve Çevresindeki İslamiyet Öncesi Tapınaklar”, Ortaçağ Araştırmaları Dergisi, IV/I, Haziran 2021, s. 135
[10] Ebu Bekr Muhammed b. Cafer en-Narşahî, Târîh-i Buhârâ, çev. Erkan Göksu, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2013, s. 34
[11] Mu’cemu’l-Buldân, I, s. 354
[12] Şeşen, a.g.m., s. 363
[13] Hasan Kurt, Orta Asya’nın İslamlaşma Süreci (Buhara Örneği), Ankara, Fecr Yayınları, 1998, s. 143
[14] En-Narşahî, a.g.e., s. 23
[15] Taberî, Tarih-i Taberi, C. 2, s. 1514-1529
[16] Frye, a.g.e., s. 10-12
[17] Şeşen, a.g.m., s. 364
[18] En-Nerşahî, a.g.e., s. 77
[19] Mehmet Dalkılıç, “Buhara’nın İslamlaşmasında Kuteybe bin Müslim’in Rolü”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 5, Sayı: 23, Güz 2012, s. 153
[20] En-Nerşahî, a.g.e., s. 78-79
[21] Dalkılıç, a.g.m., s. 154
[22] Görgün Özcan, Doğu ve Batı Arasında Şehir, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2018, s. 104, Mustafa Demir, “Türk- İslam Medeniyetinde Şehirleşme”, İslami Araştırmalar Dergisi, C. 16, Sayı: 1, 2003, s. 163
[23] Mesut Can, “Ortaçağ İslam Coğrafyacılarında Şehir Tipolojisi: Terminolojik Bir Bakış”, Cumhuriyet İlahiyat
Dergisi, C. 22, Sayı: 2, Aralık 2018, s. 1147
[24] Şeşen, a.g.m., s. 364
[25] En-Nerşahî, a.g.e., s. 78-81
[26] Şeşen, a.g.m., s. 365
[28] Fuat Sezgin, Geschichte des arabischen Schrifttums, Band 13, Frankfurt am Main, Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften, 2007, s. 206
[29] El-Bîrûnî, Tahdîdu Nihâyâti’l-Emâkin, çev. Kıvameddin Burslan, haz. Melek Dosay Gökdoğan, Tuba Uymaz, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2013, s. 165
[30] Kurt, a.g.e., s. 19, 96, 277
[31] Mesudî, Murûc ez-Zeheb, çev. Ahsen Batur, İstanbul, Selenge Yayınları, 2004, s. 57
[32] İbn Hurdazbih, Yollar ve Ülkeler Kitabı, çev. Murat Ağarı, İstanbul, Kitabevi, 2008, s. 36
[33] Osman Ciner, El-Makdisî’nin Ahsenu’t-Tekâsim fi Ma’rifeti’l-Ekâlim İsimli Eserinin Değerlendirilmesi ve Türkçe Tercemesi, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, s. 221
[34] Ciner, a.g.e., s. 225
[35] Ciner, a.g.e., s. 227
[36] İbn Havkal, 10. Asırda İslam Coğrafyası, çev. Ramazan Şeşen, İstanbul, Yeditepe Yayınları, 2021, s. 355
[37] İbn Havkal, a.g.e., s. 364
[38] İbn Havkal, a.g.e., s. 368
[39] İbn Havkal, a.g.e., s. 370
[40] İbn Havkal, a.g.e., s. 371