İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2021-2022
Bu makale Prof. Dr. Mehmet Görmez Hoca’nın İDE nin 14.04.2022 Tarihinde gerçekleştirdiği “Makasıd-ı Hadis” dersinden esinlenerek kaleme alınmıştır.
İktisat kelimesi Arapça قصد fiilinden iftial babında türetilmiştir. Doğrultmak, kast etmek, doğru yol, orta yolu tutmak anlamında kullanılan “kasd” kelimesinden türeyen iktisat kelimesi idareli davranmak ve israf etmemek anlamına gelir. قصد kelimesi Kuran’ı Kerim’de Nahl Suresi 9. Ayet-i Kerim’de doğru/orta yol anlamında kullanılmıştır.
İktisadî düşüncenin bütün medeniyetlerde var olmasına karşın, bir sosyal bilim olarak tarih sahnesinde yer alması çok eski tarihlere dayanmaz. İktisatçılar 18. yüzyılda Adam Smith’in “Milletlerin Serveti” kitabını iktisat bilimi için bir başlangıç tarihi kabul ederler. Klasik iktisatçılar olarak adlandırılan bu grup iktisadı bir servet ilmi olarak görmüşlerdir. Bugün dahi iktisat derslerinde okutulan bütün kitaplar, iktisadın bilim olarak doğuşunu bu tarihe dayandırırlar.
Klasik iktisatçılara göre iktisat, sonsuz olan insan ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklarla nasıl karşılanacağını inceleyen bir sosyal bilimdir. Bu düşünceye göre insan ihtiyaçları sonsuz, bu ihtiyaçları karşılayacağı kaynaklar ise sınırlı ve kıttır.
Bu tanımı sorgulayacak olursak, bazı soruların cevaplanması gerekir. İnsan ihtiyacını kim belirler? Kaynaklar kime/neye göre yetersizdir? Bu ihtiyaçların karşılanmasında izlenecek yol nedir, özellikleri neler olmalıdır? Her kaynak ihtiyacın giderilmesinde kullanılabilir mi? Tüm bu sorulara cevap verebilmek kâinatın ve insanın niçin yaratıldığını bilmekle mümkündür.
Allah-u Teâlâ âlemleri ve insanı yaratmış ve insana ihtiyaçlarını giderebilmek için türlü imkânlar tanımıştır. Kâinat insanın geçimini sağlaması için yaratılmış ve yaratılan her insana belli oranda rızık tayin edilmiştir. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın size verdiği helal ve temiz rızıklardan yiyin ve kendisine iman ettiğiniz Allah’a karşı takva sahibi olun.” şeklinde ifade edilmiştir.[1]
Allah adildir, kendisine iman etsin etmesin bütün yaratılanların rızkını vermiştir. Ancak ayetlerde de belirtildiği üzere bazı insanların rızkı geniş, bazılarınınki kısıtlı tutulmuştur. Elbette bu da insan için bir imtihan vesilesidir.
İnsan rızkını çalışarak kendi çabasıyla kazanacaktır. Necm Suresi 39. Ayette “İnsana ancak kendi çalıştığının karşılığı vardır” buyrulmaktadır. İnsan kendi gayretiyle kendisi için takdir edilen rızka ulaşır. Ancak insanın kendi çalışmasıyla elde ettiğinde bile geçim sıkıntısı çeken başka bir insanın hakkı vardır.[2] Allah verdiği rızka karşılık insanların infak etmelerini, birbirleri ile yardımlaşmalarını emreder.
Klasik iktisadın tanımındaki ihtiyaçların sınırsız olması asla kabul edilemez. İnsanın yaşamasının, yiyip içmesinin, giyinmesi ve korunmasının yani temel ihtiyaçlarının karşılanması için asgari geçim düzeyi yeterlidir. Bu İslam’da havaic-i asliye olarak adlandırılmaktadır. Yani insanın yaşam ve hürriyet haklarının yerine getirilebilmesi için gerekli olan ihtiyaçlar listesidir. İslam’da her insan en az zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilecek seviyede bir geçim tutarına sahip olmalıdır. Bu kişinin çalışması ile mümkün olmuyorsa, ya bizzat devlet tarafından ya da diğer Müslüman kardeşlerinin zekât ve sadakaları ile temin edilmesi zorunludur.
Elbette ki İslam, bütün insanların asgari geçim düzeyinde yaşamasını emretmez. “İslâm şeriatının ana gayeleri, korunması hedeflenen yararların önem derecesi açısından üç kademeli bir tasnife tâbi tutulmuştur. Bunlar “zarûriyyât, hâciyât, tahsîniyyât” şeklinde literatürdeki yerini almıştır.
Zarûriyyât, en üst düzeydeki yararları, yani toplumun varlığı ve dirlik düzenliği için vazgeçilmez temel hak ve değerleri ifade eder. Bunlar genel makāsıd kısmına dahil olan hayat (can), nesil (nesep, ırz), akıl, mal ve dinin korunması şeklinde özetlenir ve literatürde “zarûriyyât-ı hamse, makāsıd-ı hamse, külliyyât-ı hams” gibi adlarla anılır. Bazı âlimler buna adaleti de dâhil etmişlerdir.
Hâciyât, zaruret derecesinde olmamakla birlikte ferdî ve içtimaî hayatın düzenli biçimde yürümesini sağlayan, karşılanmaması zorluk, huzursuzluk ve sıkıntıya sebebiyet veren faydalardır. Satım, kira vb. akidlerin meşrû kılınması, bu tür faydaların sağlanması için konmuş hükümlerin örneklerini oluşturur.
Tahsîniyyât da ahlâkî erdemlerin geliştirilmesi, görgü kurallarına uyulması vb. yollarla sağlanan, zaruret ve ihtiyaç derecesine ulaşmamakla birlikte hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren faydaları ifade eder. Temizlikle ilgili hükümler, yeme içme âdâbı, zararlı ve dinen necis nesnelerin satım sözleşmesine konu edilmesinin yasaklanması, bu tür faydanın sağlanması amacını taşıyan hükümlere örnek gösterilir.” (DİA, 425) Şeriat bu üç sınıfında korunmasını ister.
İnsan sadece zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak imkânlara değil, daha müreffeh şartlarda da yaşayabileceği bir geçim düzeyine de sahip olabilir. Ancak inansın inanmasın her insan en azından bahsedilen can, nesil, akıl, din ve malını koruyabilecek standartlara sahip olmalıdır. Bunu kendi çabası ve çevresinden aldığı desteklerle yapamıyorsa devlet o kişiye bu imkânları sağlamakla mükelleftir. Öyleyse bir insanın normal şartlarda hayat sürdürebilmesi için ihtiyaçları sınırsız değildir. Sınırsız olan insanın doymak bilmeyen arzu ve istekleridir. Bu da orta yol anlamına gelen iktisat kelimesinin anlamına aykırıdır.
Klasik iktisat tanımındaki kaynakların kıtlığı konusuna gelecek olursak, Allah-u Teâlâ insanın ihtiyaçlarını karşılaması için türlü nimetler yaratmıştır. Nahl Suresi’nde yaratılan nimetlerin bir kısmı şöyle ifade edilmektedir:
4 - O, insanı bir meniden yarattı. Bir de bakarsın ki o, Rabbine karşı apaçık bir düşmandır.
5 - Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Ve siz onlardan bir kısmını da yersiniz.
6 - O hayvanları, akşam vakti getirirken ve sabahleyin salarken, onlarda sizin için bir güzellik ve zevk vardır.
7 - Bu hayvanlar, ancak güçlükle varabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşır. Rabbiniz, şüphesiz çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
8 - Hem kendilerine binesiniz, hem de ziynet olsun diye atları, katırları ve merkepleri yarattı. Ve şu anda bilemeyeceğiniz daha nice şeyler yaratacak.
9 - Doğru yolu göstermek Allah'a aittir. Onun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
10 - Sizin için gökten su indiren O'dur. İçecek su ondandır; hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de o su ile yetişir.
11 - Allah, sizin için, o su ile ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşit meyveleri bitirir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir topluluk için büyük bir ibret vardır.
12 - Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
13 - Yeryüzünde sizin için yarattığı değişik renklerdeki şeyleri de sizin hizmetinize sunmuştur. Elbette bunda öğüt alan kimseler için bir ibret vardır.
14 - Yine denizden taze et (balık) yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını çıkarasınız diye, denizi emrinize veren Allah'tır. Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun. Lütfundan rızık aramanız ve şükretmeniz için Allah böyle yapmıştır.
15 - Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya sabit dağlar yerleştirdi. Yolunuzu bulmanız için de nehirler ve yollar yarattı.
16 - Daha birçok alametler yarattı. İnsanlar geceleyin de Allah'ın yarattığı yıldızlarla yönlerini bulurlar.
17 - Hiç yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?
18 - Hâlbuki Allah'ın nimetlerini teker teker saymaya kalkışsanız, onları sayamazsınız. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
Bu ayetlerde de görüldüğü üzere Allah yarattığı bütün varlıklar için türlü nimetleri sayısız yaratmıştır. Ayrıca sekiz ve on birinci ayette mazi (geçmiş zaman) değil muzari (geniş ve gelecek zaman) kipinde filler kullanılmıştır. Bu da Allah’ın nimetlerini yaratma işini bitirmediğini, hala yaratmakta olduğunu ve gelecekte de yaratacak olduğunun ifadesidir. Yaratan, bütün yaratılanların ihtiyaçları için yaratmanın bitmediğini ifade ettikten sonra, insan nasıl olur da kaynaklar sınırlıdır diye bir iddia da bulunabilir. Nitekim her gün keşfedilen yeni gıdalar, mekânlar veya türlü imkânlar kaynakların sürekliliği konusunda en kesin delillerdir. Böylece klasik iktisat tanımındaki sınırlı kaynaklar cümlesi geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Öyleyse iktisat için yeni bir tanım yapmak bir zorunluluktur.
Klasik iktisatta insan hep daha fazla kazanmak için çalışır ve tükettikçe zevk alır. Ancak İslam’da böyle değildir. Allah insan için pek çok nimet yaratmış bunlardan faydalanmalarına izin vermiştir. Ancak bu yararlanma için bazı şartlar vardır. Öncelikle insan bir şeyi elde etmek için bir gayret göstermelidir. Bu gayret helal yoldan olmalıdır. İnsan ihtiyaçlarını yalnızca helal ve temiz (tayyib) olanlarla giderebilir. (Enfal,69) Örneğin, suya ihtiyacı olan birinin susuzluğunu içki ile gidermesi haramdır. Ya da bir insan helal olan her şeyi yiyebilir diyemeyiz. Bundan haz alabilmesi için helal yollardan da temin etmesi gerekir. Örneğin, ekmek helaldir, ancak ekmeği çalarak elde etmek onu yemeği de haram kılar. Ayrıca helal yoldan helal olanı kazansa da insan tüketmek için yaşayamaz. İnsanın sahip olduğu helal şeyleri tüketirken israf etmemesi gerekmektedir. İsraf İslam dininde haram kılınmıştır. Helal ve tayyib olan bir kazanç, helal tüketim ve israf etmemeden sonra insan tüketirken, kendi malından kardeşinin hakkını teslim etmek zorundadır. Zekât ve sadaka ile infak etmelidir. İslam’da insan kardeşi için harcarken de haz alabilir. Çünkü haz almak için bireysel doyum yetmez, hem ihtiyaçlı olan bir başkasının sıkıntısını gidermenin verdiği huzur, hem de Yaratanını memnun etmekten alınan hazzın tarifi imkânsızdır.
Klasik iktisat daha çok kazanmak ve daha fazla tüketmek için insana sürekli hırslı olmasını öğütler. İnsana “ne kadar çok gelirim varsa, o kadar mutluyum; ne kadar çok harcayabilirsem o kadar haz alırım” mantığını dikte eder. İktisat, hep sen al, en çok sen tüket, der insana. Bunu yaparken insanın kapasitesini önemsemez, insan ömrünü hesaba katmaz. Sonsuz bir ömürde yarın kıtlık yaşayacakmış gibi insanın -tabiri caizse- maddeye köle olarak yaşamasını ister. Ancak İslam’da tûl-i emel’e (uzun emel) yer yoktur. İslam insana her zaman ömrünün her an bitebileceğini hatırlatır. Emel kelimesi Kur’an’da “insanı oyalayan, ahretini unutturan dünyevi arzu ve tutkular” (Hicr/3) ve “arzu edip ümit bağlama” (Kehf/46) anlamlarında kullanılmıştır. Öyleyse iktisadın tanımında sınırsız olarak kastedilen ihtiyaçlar değil, bu arzu ve istekler olmalıdır.
Peygamber Efendimizin hayatında tûl-i emel ile ilgili şöyle bir olay nakledilmektedir:
Abdullah b. Mesud’un (r.a.) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Resulullah (s.a.v.) dört köşeli bir şekil çizdi. (Ve bu) şeklin ortasına (da) dışarı taşan/çıkan bir çizgi çizdi. (Sonra da şeklin) kenarından ortadaki çizgiye doğru küçük çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: İşte şu insan, şu da onu kuşatan -ya da kuşatmış olan- ecelidir. Dört köşeli şekilden (kareden) dışarı çıkan (çizgi de) onun emelidir. Şu küçük çizgiler de (onun başına gelebilecek olan) sıkıntılardır. (İnsan bu sıkıntılardan) birinden kurtulsa başına diğeri gelir. Ötekisi onu ıskalarsa beriki ona diş geçirir.”[3]
Hadis âlimleri Hz. Peygamber’in yere çizmiş olduğu şekli muhtelif şekillerde resmetmişlerdir. Meşhur Buhârî şarihi İbn Hacer el-Askalânî (ö. 852/1449) kendisinden önceki şarihlerin pek çok şekiller çizdiğini ifade etmiş ancak kendisinin kabul ettiği şekli şöyle resmetmiştir (İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XI, 285) :
Bu çizime göre;
Tul-i emel: İnsanın bitmek tükenmek bilmeyen emeli.
İnsan: Doğru çizgi, insanın varlığı ve selametini temsil eder. Sürekli ileriye gidiş ve geleceğe bakışı anlatmakta. Çizginin uzunluğu emellerinin bitme tükenme bilmediğini anlatmakta.
Ecel: İnsanın hayatı sınırlıdır. Onu her yönden kuşatan bir sınırı vardır.
İnce çizgiler: Bunlar sıkıntıları ve problemleri temsil eden olaylardır. Bazıları uzaktır, bazıları ise yakındır, insan hayatı boyunca bunlardan kurtulamaz. (Arslan, 2014: 88)
Sadece bu Hadis-i Şerif bile klasik iktisat mantığına bir reddiye kabul edilebilir. Bahsedildiği üzere insan hayatı sınırlıdır. İnsan kendisine takdir edilen ömre sığabileceğinden çok daha fazla emele sahiptir. Bunlara ulaşmak için çalışır durur. Ancak emellerinin tamamına ulaşması mümkün değildir. Çünkü ortalama 80 yıl yaşayan birisi seksenlerce yıl daha fazla yaşayacakmış gibi isteklere sahip olabilir. Bu hayatı boyunca insanın karşısına türlü engeller çıkar; insan bazılarını aşarak emeline ulaşır, bazılarında ise başarısız olur ve kaybeder.
Hz. Peygamber bu Hadis-i Şerif’i ile insanın tûl-i emeller ile oyalanarak bugününü heba etmemesini tavsiye eder. Çünkü emelin sonu yoktur, insan onlara takılarak niçin yaratıldığını unutmamalıdır. Hayat gibi insanın ihtiyaçları da sınırlıdır. Elbette ki insan ihtiyacından daha fazla geçim imkânına sahip olabilir. Bu İslam’da yasaklanmamıştır. Ancak daha fazlasını istemek ve daha çok kazanmak için çalışmayı hayatın gayesi addetmek yasaklanmıştır.
İnsanın yaratılış amacı, yaratıcısını tanımak, emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve O’na tam bir taat içinde bulunmaktır. İnsan hayatı boyunca rızay-ı İlahî’yi kazanmak için gayret göstermelidir. Kişi iktisadi hayatında da bu gayesinden uzaklaşamaz. Kazanırken de harcarken de bu bilinçle hareket ettiğinde, yaratılış amacına ulaşmış olduğunun verdiği hazzı, hiçbir iktisadi sistemdeki tüketme kültürü veremez insana.
İslam hayatın tamamını teşmil edecek şekilde indirilmiştir. Sosyal, ahlakî, dinî, iktisadî hayat gibi ayrıma gitmek gereksizdir. İslam insan hayatının tamamına uygulanabilir prensiplere sahiptir. Bütün alanlarda olduğu gibi iktisadî hayatta da bu ilkeler geçerlidir ve evrenseldir. Ayrıca bu düzenlemelerle sadece müslümanların değil bütün insanlığın huzur ve refah ortamı sağlanmaktadır. Bilim olma yolunda henüz emekleme döneminde olan klasik iktisat için, yeni ve daha çok bizden olan kavramlarla yeni tanımlara ihtiyaç vardır. Bu modelleme için Kur’an ayetleri ve hadisler bizler için -kaçınılmaz olarak- en temel kaynaklardır.
[1] Maide Suresi 88. Ayet. Daha fazla ayet için (2/3, 22, 25, 57, 60. 126, 172, 212, 254; 3/27, 37, 169; 4/5, 8, 39 …)
[2] Talak Suresi 7. Ayet.
[3] Hadis için bkz. Buhârî, Rikâk 4; Tirmizî, Kıyamet 22; İbn Mâce, Zühd 27.