İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2021-2022
İslam dünyasında tarihsel süreçte musiki olgusu pek çok farklı açıdan ele alınmıştır. Bu bağlamda İslam toplumlarında araştırma yapan alimlerin müzik üzerine yaptıkları çalışmalar bu araştırmanın konusu olmuştur. Araştırmada İslam dünyasında dönemsel olarak kimler, müziği ne şekilde araştırmışlardır? Sorusuna yanıt bulmaya çalışılmıştır. Ayrıca dönemin özellikleri ve etkilendikleri düşünce ve görüşler ele alınmıştır.
Asrısaadet döneminden itibaren ele alacağımız İslam’da musiki olgusu, kökenini cahiliye Arap döneminden almaktadır. İslam öncesinde Araplarda musiki kültürü 3 farklı türde öne çıkmaktadır. Bunlar Huda, Nasb ve İnşad’dır. Araplarda en eski musiki formu olan Huda genellikle Çöl Araplarının (Bedeviler) yolcuklukta söyledikleri teganni (musiki) formudur. Bu form Emeviler dönemine kadar önemini devam ettirmiştir(Düzenli, 2014: 32 akt. Tıraşcı, 2019: 41). Nasb, yine yolculuk türküleri olarak değerlendirilebilir. Fakat gurbetteki kişilerin bu formda musiki örnekleri vermesi, bu türün daha yoğun duygularla ifade biçimi olduğunu ortaya koyar. Hatta hicretten sonra Müslüman topluluklar Mekke şehrine duydukları özlemi nasb türünde ifade etmişlerdir(Düzenli, 2014: 34 akt. Tıraşcı, 2019: 41 ). Arapçada yüksek sesle şiir okumak anlamına gelen inşad, yine içerisinde musiki yapısını barındırmaktadır. İnşad türü icra edilirken def gibi vurmalı çalgılar bu türe eşlik etmeytedir(Düzenli, 2014: 32 akt. Tıraşcı, 2019: 42 ). Genel itibariyle İslam’da kullanılan musiki çeşitleri temelini bu türlere dayandırmaktadır. 4 halife döneminde ise bu türlerin yerini ika (usul) kalıplarının daha olgun kurallar içerisinde olduğu musiki türleri almıştır.
Hz peygamber döneminde musiki genel hatlarıyla dinsel kavramların öne çıktığı bir türe evirilmiştir. Bu bağlamda musikinin kullanım alanları genellikle karşılamalarda, düğünlerde, uğurlamalarda, yolcuklarda, gaza ve savaşlarda görülmektedir(Turabi, 2006:100 akt Tıraşcı, 2019: 42). Öte yandan dini musikinin temeli olarak görülen Kur’an-ı Kerim tilaveti, ezan, salat-ü selam, tekbir ve tehliller bu dönemde, Bilal Habeşi (ö. 641), Abdullah bin Ümmi Mektum (ö. 714), Ebu Mahzure (ö. 679), ve Sa’d bin Aid (ö. 714) gibi sahabilerin öncülüğünde varlığını ortaya koymuştur(Koca 2011: 300-3004 akt. Tıraşcı, 2019: 42).
İslam devletinin sınırlarının genişlediği ve kültürel zenginliğin arttığı 4 halife döneminde musikide de gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmeler Arap musikisi nazariyatına da (teori) yansımıştır. Nazari gelişmeler daha çok ud çalgısı üzerinden olmuştur(Tıraşcı, 2019: 42-44). Kültürel bağlamda o zamana kadar olan en büyük gelişmeler Emeviler döneminde yaşanmıştır. Burada başkentin Şam bölgesine alınması dolayısıyla Bizans ve İran gibi medeniyetlerle olan yoğun ilişkinin önemli etkisi vardır. Bu dönem sanat alanlarında önemli gelişmelerin olduğu dönemdir. Musiki saraylarda ve halkın içerisinde görülmeye başlamış, hicaz bölgesinde dahi önemli musikişinaslar ortaya çıkmıştır. Yine bu dönemde yaşamış olan İslam halifesi Ömer bin Abdülaziz’in bestekar olduğu bilinmektedir. Bazen özel bazen halka açık konserler verilmiş, musiki bilen cariyeler diğerlerine göre daha kıymetli görülmüştür(Tıraşcı, 2019: 44-45). Elimize ulaşan bilgiler dâhilinde İslam dünyasına kazandırılan ilk musiki nazariyat eserleri bu dönemde Yunus el-Katib tarafından yazılmıştır. Eserilerinden biri olan Kitabü’l Egâni’de Araplara ait şarkılar, melodiler ve bestekarlara değinmiştir. Fakat musiki nazariyatı üzerine yazdığı bu eserleri günümüze ulaşmamıştır(Tıraşcı, 2019: 45).
Genel itibariyle Emevilerde musikiye verilen değer Abbasilerde de görülmektedir. Musiki yoğun olarak saraylarda ve toplum içerisinde icra edilmiştir. Bu dönemde Bağdat’ın başkent olması ve “Beytül Hikme”lerde yapılan tercüme çalışmaları musikinin hem tanımlanmasına hem de geliştirilmesine büyük etki sağlamıştır.
Eski yunan eserlerinin tercüme edildiği Beytül Hikme’ler de Aristo’nun Problemata ve De Anima, Öklid’e atfedilen iki musiki eser, Batlamyus’un Harmonika vb. gibi eserler sonraki dönemlerin musiki anlayışına ışık tutmuştur(Turabi, 1995-1997:241 akt Tıraşcı, 2019: 42). Bu dönemde İshak el Mevsili (ö. 850) musiki ile ilgili 19 risale yayımlamış, eserler bestelemiştir. Fakat bunlardan hiçbiri günümüze ulaşmamıştır(Turabi, 2006:107 akt Tıraşcı, 2019: 42).
İslam dünyasında kaleme alınmış ve elimize ulaşan ilk eserler Kindi’ye aittir. Onun bulunmuş olduğu bu dönem musiki nazariyatı anlayışının sistemli olarak oluşum dönemidir. Bu döneme etki bırakmış diğer nazariyatçılar; Farabi, İhvanı Safa, İbni Sina’dır. Öte yandan Harezmi gibi İslam alimleri bu dönemde ses fiziği konusunda çalışmalar yapmıştır.
Bu dönem Tıraşcı’ya göre (2019) Nazariyat oluşum dönemi olarak adlandırılır. Bu dönemdeki alimler Greklerin düşüncelerinden etkilenmişlerdir. Onların musiki görüşleri üzerine İslam musikisini bina etmişlerdir.(sf. 49) Kaynaklarda İslâm tarihinin “İlk İslâm Filozofu” olarak adı geçen Ebû Yûsuf Ya‘kûb b. İshâk el-Kindî, 796’da Kûfe’de doğup, 874’de Bağdat’da vefat ettiği bilinmektedir. el-Kindî gençlik yıllarına kadar Kûfe ve Basra’da kalmış, daha sonra Abbâsî Devleti’nin başkenti ve dönemin ilim şehri olan Bağdat’a gitmiş ve hayatının geri kalan kısmını burada geçirmiştir(Turabi 2014:68). Kindi, İslam musikisini sistemleştiren ilk alimdir ve dönemin musiki yapısını Pythagoras ve Platon’dan etkilenerek ortaya koymuştur. Onun düşüncesinde musiki, gök cisimlerinin hareketleriyle bağlantılıdır. Tabiatın ve matematiğin musiki ile bağı olduğu savını savunmuştur. Onun düşüncesine göre kainatta her şey bir harmoni (uyum) üzerine kurulmuştur. Bu bağlamda O, ud çalgısının 4 telini 4 unsurla, ana ses perdelerini oluşturan 7 sesi 7 gezegenle ilişkilendirmiştir. (Tıraşcı, 2019: 51). Kindi, müziğin neşe, cesaret, hüzün olmak üzere üç çeşit olduğunu savunur. Bam telinden olan nağmeleri ve hafif ikaları(usullleri) “ferahlık, sevinç, sevgi ve büyüklenme” duygularıyla ilişkilendirmiştir(Uslu,2021:7-8). Musiki ile ilgili 10 tane risale yazmış, bunlardan 4’ü günümüze ulaşmıştır(Tıraşcı, 2019: 50).
Aristoxenes’dan sonra felsefede “Muallim-i sani” (ikinci üstad), Musiki ilminde ise “Muallim-i evvel” (İlk üstad) olarak bilinen(Tıraşcı, 2019: 55). Fârâbi, bugün Kazakistan sınırları içinde yer alan Fârâb şehri yakınlarındaki küçük bir yerleşim birimi olan Vesiç’ te 870 2 (Hicrî 260) yılında doğduğu tahmin edilmektedir(Kolukırık,2014:30). Musiki üzerine yazmış olduğu 3 eser günümüze ulaşmıştır. Kendinden önceki alimlere yaptığı eleştiriler, kullanılan ses sistemlerinin içerisindeki hataları düzeltmesi ve hatta ses ve çalgı yapısı, akustiği ve fiziği ile ilgili yaptığı çalışmalar, dönemin İslam dünyasındaki musiki anlayışının ne denli geliştiği ile ilgili bilgiler vermektedir.
Fârâbî, musiki üzerine yazdığı el-Mûsîka’ l-Kebir kitabında kendinden önceki musiki ile ilgilenen alimlerin görüşlerini inceleyip onların hatalarını düzeltmiştir. Ayrıca onların eksik bıraktığı konuları da tamamlamıştır. El-Mûsîka’l Kebir iki bölümden oluşur; birinci bölümde müziğin yapısı ile ilgi bilgiler vermiş, ikinci kısımda usul konusuna yer vermiştir(Kolukırık,2014:33). Yine aynı eserinde çalgılarla ilgili bilgiler vermiş ve ses fiziği üzerine çalışmalar yapmıştır. Musiki-matematik ilişkili bir anlayış olan Pythagoras’cı anlayıştan ziyade Aristoxenes’in duyuma önem veren anlayışını benimsemiştir. Kindi’de olan Ethos doktrinin Farabi’de görülmemesi musiki anlayışının ciddi farklılıklara uğradığını ortaya koyar. Ses sistemini Ud çalgısı üzerinden tanımlar(Tıraşcı, 2019: 57). Gezegenlerin sesler ile bağını kuran semavi ahenk anlayışına karşı çıkar. Bu anlamda müzik aletlerindeki seslerin hava titreşimleri sayesinde ortaya çıktığı savını savunmuştur(Çetinkaya,1999:51-52).
Yine Farabi’yle yakın dönemde İslam’da musiki düşüncesine katkı sağlayan İhvanı Safa Basra’da ortaya çıkmış, dini, felsefi, ilmi gelişim için çalışmalar yapan, fakat faaliyetlerini çoğu kez gizli biçimde gerçekleştiren bir gruptur. Abbasi Devletinin son dönemlerinde etkili olmuştur. Müziğin terapi kısımlarıyla ilgili ciddi araştırmalar yapmışlardır. Özellikle müziğin dinlendirici, barıştırıcı ve sevgi aşılayan yapısına atıflarda bulunmuşlardır(Tıraşcı, 2019: 62). Şirazlı Ruzbahan Baqlı (ö. 1209) da aynı hislerle müziğin günaha teşvik ediciliğini kişinin noksanlığından kaynaklandığını savunur. Musikiyi tabii olarak canlı olup, kalbi diri olmayanlar için sakıncalı görür (Çetinkaya,1999:49). Tüm bunlardan hareketle Pythagoras’cı anlayışa yakın oldukları görülmektedir. Tıraşcı’ya göre (2019), İhvanı Safa’nın musikiye en önemli katkısı sesin oluşumuyla ilgili açıklamalarıdır.(65). İhvan-ı Safa, Kindi ve Farabi’ye nazaran daha yüzeysel musiki bilgileri vermişlerdir fakat musikinin felsefesi üzerine ve ara ara nazariyat kısmına değinmişlerdir. İhvan-ı Safa'nın musiki açısından ayırt edici yönü sesin oluşumu ve yapısı ile ilgili yaptıkları araştırmalar ve tespitlerdir
İbni Sina aynı dönemde değerlendirilebilecek bir diğer alimdir. Özellikle yazmış olduğu eserlerde musikiye özel bölümler ayırmıştır bunlardan en çok bilineni Kitab-ı Şifa’da "Cemil İlmi'l Musika" bölümüdür. O da kendi dönemi alimlerinde olduğu gibi Pisagor, Aristo, Yunus el Katip, İshak el Mevsili gibi alimlerden etkilenmiştir. O, sesi fiziksel yapısından ziyade duyum kısmına önem vererek ele almıştır. Kendinden önce özellikle Greklerin ele aldığı ses sistemlerini eleştirmiş onların oluşturdukları makamsal yapıların hatalı olduklarını kaleme almıştır(Turabi, 2014 akt. Tıraşçı, 2019:66-70). Bu dönemde ilk defa İslam alimleri musikiyi ciddi bir ilim dalı olarak değerlendirip onun üzerine teorik çalışmalar yapmıştır. Dolayısıyla İslam dünyasında müziğin fiziksel yapısından, duygusal yapısına, astroloji ile bağlantısından, geçmiş toplumlardaki ifade ettiği anlam biçimine kadar pek çok konuda eserler kaleme alınmıştır.
13 ile 15 yüzyıl arasında etkili olan ve sistemci veya ilim erbabı dönemi olarak bilinen dönemde Safiyüddin Urmevi, Abdülkadir Meragi, Ladikli Mehmet Çelebi, Ahmetoğlu Şükrullah gibi düşünürler. musikiye büyük katkı sağlamışlardır. Bu dönemin en büyük özelliklerinden birisi dönemin müzik anlayışı artık genel itibari ile Grek müzik kültüründen ayrılmasıdır. Astroloji ve müzik ilişkisine itibar edilmemiş, edvar mantığı dediğimiz sistemde makamların yapılarını matematiksel olarak açıklanmıştır. Dolayısıyla bu dönemde özellikle müzikte kullanılan ses perdeleri 17'li sistem olarak genişletilmiş dolayısıyla hem bir makamdaki ses dizisi genişlemiş hem de kullanılan makamlar çoğalmıştır.
Sistemci okulun en belirgin özellikleri matematiksel hesaplara dayanmasıdır. Bilimsel tespitlerle musiki anlayışı ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Sesin fiziki yönü doğada var olan sesleri belli kriterlere göre ayrılmıştır. Bu netice ile 17'li ses sistemi matematiksel oranları hesaplanmış şekilde ortaya koyulmuştur (Tıraşçı, 2019:184).
15 ve 19 yüzyıl arasında etkisini gösteren “Anadolu Okulu ve İş Erbabı Dönemi” olarak adlandırılan sürecin en büyük özelliği müzik artık Fars, Arap ve Türk kültürünün ortak olarak ele aldığı kavram değil, Anadolu Okulu'nun kendi ekolünü oluşturduğu dönem olarak öne çıkmaktadır.
Bu döneme kadar Türk, İran ve Arap musikisi hakkında bir ayrım bulunmamaktaydı. Osmanlı devleti sanatsal alanda ve kültürel alanda refaha ulaştıktan sonra kendi ekolünü oluşturmuştur bu dönemde Osmanlı musiki literatüründe 713 eser kaleme alınmış, bunlardan 273'ünun yazarı bilinmemektedir 440 eser ise 223 yazar tarafından yazılmıştır. (Tıraşçı 2019 132). Bu dönem musikide bilimsel hesaplardan ziyade daha çok nazari anlayış, sitemci okuldan ayrılmış, edvar anlayışı yok olmaya başlamıştır.
Öte yandan bu dönemde Osmanlı kendi müziğinin karakteristik özelliğini ortaya koymuştur. Müzik genel anlamda 4 farklı çerçevede varlığını sürdürmüştür. İlk olarak askeri müzik olan mehterhanede yoğun olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda mehteranlar gündelik şehir hayatında namaz vakitleri ile önemli resmi dönemlerde dini fonksiyonu olan nevbet vurmuşlardır (Tanrıkorur,2019:23). Bu anlamda askeri marşlar sözlerinde dini söylemleri ön plana çıkartan bir yapıya sahiptir.
İkinci olarak musiki Osmanlı'da Mevlevihane’lerde varlığını sürdürmüştür. Osmanlı döneminde belki de en büyük besteciler mevlevihanelerden çıkmıştır. Kutbunnâyi, İsmail Dede Efendi, Zekai Dede, Buhuruzade Itri Efendi, 3. Selim vb. gibi besteciler Türk müziğine en büyük katkıları sağlayan şahıslardır. Bunların dışında Mevlevihane’den ve orada yapılan musikiden faydalanmamış hiçbir büyük Türk bestekarı yoktur denilebilir (Tanrıkorur,2019:27).
Üçüncü olarak devşirmelerin yetiştiği ve Osmanlı'da büyük ölçüde ilmi sınıfı oluşturan Enderun'da müzik ile ilgili icralar ve oradaki ilim adamları tarafından nazariyat kitapları yazılmıştır. 17. yüzyılda Osmanlı'da icra edilen müziği anlamamızda en büyük etkiye sahip olan Ali Ufki burada yetişmiştir. Yine Özel Meşkhaneler de Osmanlı'da müzikal yapının gelişmesinde büyük etki sahibidir (Tanrıkorur,2019:30-31). Bu bağlamda toplumun hemen hemen her noktasında musiki'den söz etmek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla Osmanlı'da musiki en fazla ciddiye alınan alanların başında gelmektedir.
İslam'da helal ve haram konuları vardır. Bir de bazı hükümlerin ilk asırlardan beri ihtilafı olmaktadır. Bunlardan birisi de müzik konusudur. Alimler bu konuda hiçbir zaman ittifak edememişlerdir. Kimileri müziğe eldeki delillerden yola çıkarak haram, kimileri mekruh, kimileri ise müziği mübah görmüşlerdir. Bazı alimler ise bazı şartlar altında helal olabileceğini görüşünü bildirmişlerdir (Yiğit, 2020: 167). Yiğit (2020), Düzenli'nin “İslam kültür tarihinde musiki” kitabını incelediği makalesinde pek çok alimlerin görüşlerine yer verildiğini ve fıkıh alimlerinin müzikle ilgili hadis ve ayetlerden yola çıkarak genel itibari ile müziğin meşru çerçevede yapılmasında herhangi bir sakınca olmadığını kanısına varmıştır(:172). Bunca müzik birikimine rağmen bugün bazı İslam çevreleri de hala müziğe kuşku İçerisinde bakar, bazı gerekçelerle pek çok musiki alimi tekfir edilmiştir. Fakat bu alimlerin musiki eserleri batı düşüncesinde bir başvuru niteliği taşımakta olup, batı için musikinin temel dayanaklarından olmuştur (Çetinkaya,1999:53). Diğer bir görüşe göre din ve müzik ilişkisi noktasında İslam dini çok farklı kategoride değerlendirilir. Çünkü çok zıt görüşler müzik hakkında bildirilmiştir. Fakat müziği kabul etmeyen kesim dahi Kur'an'ın makamlarla okunmasını hep desteklemiştir. Öte yandan yine de İslam tarihi boyunca müzik-dans (Sema) ilişkisi İslam toplumunun içerisinde varlığını devam ettirmiştir. Ayrıca Kur'an kıraati ile meşgul olan pek çok hafız aynı zamanda klasik Türk müziği icrası ve burada kullanılan çalgıların icrası ile ilgilenmiş, çok sayıda din dışı beste yapmışlardır(Batuk,2013:61).
Sonuç itibariyle İslam'da bazı dönemler nazariyat bilgisi olarak, bazı dönemler repertuar bilgisi olarak, bazense farklı disiplinler ve alanlarla karşılaştırmalar yapılarak müziğin insan hayatındaki yeri sürekli araştırılmaya konu olmuştur. Diğer taraftan bazı çevrelerce müzik haram sayılmıştır. Fakat İslam kültürü tarihin hiçbir döneminde bu fikirden ciddi şekilde etkilenmemiştir. Günümüzde yeni bir fikirsel restorasyonla tekrar musiki kavramı incelenip kullanım alanları üzerine çalışmalar yapılmalıdır.
KAYNAKÇA
Batuk, C., (2013). Din Ve Müzik Dinler Tarihi Bağlamında Din Müzikilişkisine Genel Bir Bakış Denemesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (35), 45-70.
Çetinkaya, Y., (1999). Müzik Yazıları, Kaknüs Yayınları, İstanbul.
Kolukırık, K., (2014). Bir İslâm Filozofu Olan Farâbî'nin Müzik Yönü, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2, 19: 29-53
Tıraşcı, M., (2019). Türk Musikisi Nazariyatı Tarihi, Kayıhan Yayınları, 2. Baskı, İstanbul.
Tanrıkorur, C., (2019) Osmanlı Dönemi Türk Musikisi, Dergah Yayınları, İstanbul.
Turabi, A. (2014 ). Ebû Ya‘kūb b. İshâk el-Kindî’nin Müzik Risâlelerinde Tesbit Edilen Terimler. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 25 (2003/2), 65-78
Uslu, R. (2021). Kindi’nin Eserinde Müzik Terapi . Yegah Musiki Dergisi , 4 (1) , 1-14 . DOI: 10.51576/yegah.902648
Yiğit, T., (2020). İslam Kültür Tarihinde Musiki Kitabının Değerlendirilmesi, Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, (10). 20, 167-173