İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2021-2022
İnsan doğası gereği değer biçen, değer atfeden, değerlendiren, değer kazandıran, değerleri olan bir varlıktır. Değer biçen denildiğinde bir faydaya, ekonomik yönü olan bir kavrama değer duyulmasından bahsedilmez.[1]
Değer kavramı, öze dönük bir kavram olduğu için insan, nedenli ya da nedensiz elinde olmadan sürekli değer biçen bilinçli bir varlıktır.[2] Örneğin; ilk defa metroya bineceğimiz zaman kapıların açılış kapanış zamanına, basamak sayısına, metrodan inip binme esnasında düşmemek için nereye tutunacağımıza dikkat ederiz. Ancak bir süre sonra dikkatimizi ayrıntılar yerine alışkanlıklar alır. Metro ile seyahat etmek hoşumuza gittiyse bilinçsel olarak onu iyi kabul eder, kullanmaya devam ederiz. Tıpkı metroyu kullanan insan örneği gibi bilinç; hazırda dikkat kesilen, aktif, değer biçmenin zeminini oluşturan kaynaktır. Farklı bireyler, aynı konuya farklı değerler atfedebilir. Boş bir araziye bir çiftçi ekim dikim açısından değer verirken bir müteahhit yapacağı binanın türü açısından araziye değer verebilir. Bazı değerlerimizin ise psikolojik yanının dışında bize doğrudan bir faydası yoktur.[3] Bizi cezbedebilir veya tiksindirebilir. Gökkuşağına bakmanın herkesin hoşuna gitmesi örneğinde olduğu gibi. Değer atfetmelerimiz bir fayda ya da zarar için olurken, bir özne olarak varlığa yönelerek estetik bir kaygı ile de olabilir.[4] Değer kavramının içeriği zaman içerisinde farklı bir anlam değişimi geçirmiştir.[5] Örneğin Orta Çağ’da, bugünkü kullandığımız özgürlük, ruh, demokrasi gibi terimler farklı içerikte terimler olarak kullanılmıştır. Değer biçmek, değer atfetmek, değerlendirme yapmak birbirinden farklıdır.
Değerler bireylerin tutum ve davranışlarına yön veren genel hükümlerdir.[6] Bireyin yaşamı boyunca aldığı bütün kararlarda ve bu kararlara ilişkin yaptığı tercihlerinde sahip olduğu değerler önemli rol oynar. Bireyin kişilik yapısının önemli bir parçasını oluşturan değerler ve değerlerin kaynağı konusu ise sıkça tartışılan konuların başında gelmektedir.
Değer kavramının felsefi kaynakları açısından iki sınıflandırma yapabiliriz. Birinci görüşe göre nesnenin kendisinden taşıdığı değerden yola çıkarak biz özneler tarafsız olarak herhangi bir nesneye bakarız ve o nesnenin kendi kıymetiyle, onun kendinde taşıdığı nitelikler üzerinden bir tanımlama yaparız.[7] Değerlendirme yaparken nesnede var olan özellikler bizi o nesne üzerinde tanım yapmaya iter. Özneye öncelik veren ikinci görüşe göre ise öznenin kendisi önsel yeterliliğe sahip olduğundan doğuştan getirdiğimiz özelliklerimiz sayesinde değer atfederiz.[8] Nesneye öncelik verenlerin kaynağı Sokrates’le başlar.[9] Sistematik felsefenin ilk kurucusu hocası olan Sokrates aynı zamanda Platon’un hocasıdır. Platon’dan sonra gelen Aristoteles ise Platon’un talebesidir. Bu üç önemli kişi Sistematik felsefenin kurulmasını sağlamış, felsefi düşünceye yön vermiş kişilerdir. Sokrates, değer kavramı ile ilgili olarak; taş taşındığı için mi taşınmıştır yoksa ben taşıdığım için mi o taş taşınmıştır, diyerek doğru soru sormak, doğru perspektiften bakmak hedefiyle doğru cevabı aramıştır.[10] Burada taş, değer kavramını temsil etmektedir. Değeri anlayan, yaşayan, yadsıyan varlıklar olarak şahsi görüşlerimiz önemlidir. ‘Taşınmaya müsait özellikleri kendinde barındırdığı için mi o taş taşınmıştır, yoksa biz onu alıp bir yerden başka bir yere koyduğumuz için mi taşınmıştır’ diyen Sokrates’in asıl niyeti değerin, güzelin, iyinin kaynağı olan değer konusu hakkında fikir üretmektir.[11] Aristoteles, Nikomakhos’a Ethik’in II. Kitabında erdemleri şu şekilde açıklamıştır: Erdemler düşünce erdemi ve karakter erdemi olmak üzere ikiye ayrılır.[12] Düşünce erdemi eğitimle oluşur ve gelişir. Bundan dolayı belirli bir zaman ve deneyim gerektirir. Karakter erdemi ise alışkanlıkla kazanılır. Böyle olunca karakter erdemlerinin hiçbiri insanda doğuştan bulunmaz. Çünkü Aristoteles’e göre doğal olarak herhangi bir özelliğe sahip olan her şey başka türlü bir alışkanlık edinemez.[13] Doğal olarak aşağı doğru inen taş, yukarı atılsa bile yukarı doğru gitmeye alışamaz. Doğal yapısı gereği başka türlü olan her şey onun zıddına bir alışkanlık edinemez. Aristoteles’e göre erdemler ne doğal olarak ne de doğaya aykırı olarak edinilir. Onları edinebilecek bir doğal yapımız vardır. Potansiyel olarak taşıdığımız eylemleri daha sonra etkinlikler ile gerçekleştiririz. Ahlaki erdemleri ise etkinlikte bulunarak kazanırız. Çünkü öğrenip yapmamız gereken şeyleri yapa yapa öğreniriz.
Klasik dönemde Yunanlılar ve hemen sonra İslam düşünürleri değer konusunda iyi ve güzel kavramına açıklık getirmeye çalışmışlardır.[14] İyi ve güzel aynı kavramla izah edilmiştir. Bütünsellik içerisinde, alt disiplinleri ortaya çıkarılmadan konular işlenmiştir. Günümüzde ise ilk dönem bütünselliğinden uzaklaşılmıştır.[15] Günümüzde iyi olanı ahlaka, güzel olanı estetiğe ait kavramlar olarak değerlendirilmektedir. Çünkü estetiğe ait olan, davranışsal olmayan, duyusal ve duyuşsal hazla ilgilidir. İyi olan, pratikle alakalı olduğu için ahlakla ilişkilendirilir. Ancak klasik dönemde böyle bir ayırım yoktur, iyi olan güzeldir, güzel olan iyidir. Çağdaş dönemde iyi ve kötüye ait alt disiplinler ortaya çıkarılmıştır.[16]
‘Değer konusunda özne mi ağırlıklı yoksa o nesnenin niteliği mi’ sorusu zamanla din ile irtibatlandırılmış, Orta Çağ İslam dünyasında kelam ve felsefe tarihinde tartışmalara sebep olmuştur.[17] Tanrı kavramını işin içine katıldığı zaman ‘Tanrı yarattığı için mi o şey iyidir, yoksa tanrı o şeye iyi dediği için mi iyidir’ problemiyle karşılaşılmıştır.[18] Bir şey kendi doğası gereği iyi ise, tanrı ona iyi demişse akleden herhangi bir varlık da ona iyi diyebilmektedir. Nesnenin kendi zatında o şey belirgin olduğu için tanrıya, değer verme noktasında ihtiyaç yoktur, sonucuna ulaşılmıştır.[19]
Değerin kaynağı açısından nesneye ağırlık verenler ise insana herhangi bir müdahaleye rıza göstermemektedir. İnsanın davranışlarında doğal olanını keşfetmek, bu keşfeden aklın keşfetmeye müsait olması doğal olana referans hakikat olandır, akledilebilir olandır, nesnel olandır fikrini kabul ederler.[20] Bu durum metafizik alanın dışlanmasına sebep olur. Aydınlanma döneminde doğallık, akılcılık, nesnelliğe önem vermek şeklinde kendini tanımlayan bu görüş politik, sosyal, değer anlamında her taraftan insanın özgürleşimi alanlarında kendini göstermiştir.[21] Olumsuz sonuçları ise insanı nesneye bağımlı hale getirmesidir. Zihinsel, fiziksel, ruhsal anlamda insanın köleliğini, bağımlılığını arttırmıştır. Doğanın bir parçası olan insana pek çok şeyi emanet etmek, nerede ne yapacağı belli olmayan bireyin problemli yönlerini görmemize sebep olmuştur. İnsan insanın merhametine terk edilemeyecek kadar kıymetli bir varlıktır. Doğanın bir parçası olan insanın nesnel oluşunun içinde doğal olarak öznellik de yatmaktadır.
Aydınlanma sonrası dönemde özne bir taraftan nesnenin bir parçası olarak gözükürken diğer yanıyla özne kendi hükümranlığını götürmek için kendi doğasında var olan öznel tutumları dayatmıştır.[22] Öznenin fayda-çıkar önceleme durumu olduğundan özne kendi faydasına, çıkarına olan şeyleri öncelemesi ve onlara değer atfetmesi yönünden problemlidir. Sonuçta insan, insana emanet edilemeyecek özellikler taşımaktadır. Özne, haz ve acı durumlarını merkeze alır. Doğal olanın insanda bir karşılığının olması bu fayda-çıkar, haz-acı duygularında ortaya çıkar. İnsan ve diğer varlıklara baktığımızda acıdan kaçınmamızı, faydaya, hazza koşmamızı isterler.[23] Bu, doğanın kanunudur. Yasaya uygun hareket etmek türümüzün gereğidir. Tüm canlılar, kendi hayatını ve faydasına olanı öncelemektedir. Tehlike gördüğünde ise kaçmaktadır. İnsanlar ise bir şeyi değerlendirirken yasaya uygun hareket ederler, etmelidirler. Bir gerçeklik ortaya koyduğumuzda çaresi olmayacak şekilde yasaya uygun hareket ettikleri gibi sonu gelmez birçok ihtirasın kapısını aralayan hedeflerle yasaya uygun hareket etmedikleri de olur. Batı düşüncesinde bu düşüncelerin politik alana yansımalarını görmekteyiz. Marksistler, evrimciler, liberaller gibi pek çok düşünce akımı vardır. Marksizm ve liberalizm, Aydınlama düşüncesinin doğalcılık anlayışının ürünüdür.[24] Hayatı kavrama, düşünme biçimindeki esas akılcılıktır. Duyuşsal, bilişsel, davranışsal alanlarımız akılcılık kavramını dikkatle analiz etmeyi gerektirmektedir. Aslında bu üç alan ayrımı kesin hatlarla ayrılamaz. İnsan bütünlüğü içerisinde baş bilişsel alana, kalp duyuşsal alana, eller ve ayaklar davranışsal alana tekamül eder. Herhangi birini dışlarsak insan, insan olamaz.
Kant’ın Aydınlanma felsefesi ile ilgili düşünceleri şöyledir: İnsanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama durumundan kurtulması gereklidir.[25] Bu ergin olmayış durumu insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan, kendi suçuyla düşmüştür. Bunun nedenin de aklın kendisinde değil fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini göstermeyen insanda aramalıdır. Bireyin insan olarak kendini merkeze alması, kendi kararlarını kendisinin vermesi Aydınlanma düşüncesinin ürünüdür. Kilisenin baskıcı tutumlarından kaynaklanan kişilerin bilgilerini, tutumlarını, özgürlüklerini, değer yargılarını kiliseye emanet etmeleri sebebiyle kilisenin kişiler adına karar alıcı bir mekanizmaya dönüşmesi Aydınlanma hareketinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İnsanı köleleştirip tahakküm altına aldığı düşünülen hurafe, gelenek, mit gibi hususlara karşı akli bir aydınlanma iddiasını ifade etmiştir. İnsanlığı eski düzeninden kurtarıp daha iyi ve özgürleştirici olan aklın düzenine sokmak olarak tanımlanan Aydınlanma, her türlü felsefi ve toplumsal düzeni akla ya da akılda somutlaştıran ilkelere yaslanma eğilimi olarak tanımlanabilir.[26]
Akılcılık, bir düşünme biçiminden öte bir tutuma işaret etmektedir. Düşünme, zihinsel bir etkinlik olarak tanımlanmaktadır. Düşünmeyen insan yoktur. Aydınlanma döneminde akılcılık, üst bir otoritenin dışına çıkamadan karar alamama problemine karşı çözüm niteliğindedir.[27] Özgürlük kavramı burada temellendirilir. Orta Çağ Hıristiyan dünyasında, İslam dünyasında, Antik dönemde insan özgürlüğü bugünkü anlamıyla kullanılmamıştır. Özgürlük kavramı günümüzde insanın iradesini kullanırken bağımsız olup olmaması anlamında kullanılmaktadır. Günümüzde basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü gibi kavramlar Orta Çağ’da kullanılan özgürlük kavramından farklıdır. Köleliğin zıttı olarak kullandığımız özgürlük kavramı, Orta Çağ’da kölelik günlük hayatın bir parçası olarak normal karşılandığı için bugünkü anlamıyla anlaşılmamıştır. Akıl Çağı döneminde insanın düşünceyi öne çıkarması, kendi varlığını öne alması tutumu doğalcılık, nesnellik, akılcılık gibi sonuçları doğurmuştur. İnsanın bir tavır olarak öne çıkması ise insanın hükümranlığı meselesini ortaya çıkarmış, doğal tahrifata sebep olmuştur. Doğal tahrifat, ilerleme düşüncesinin eseridir ve ilerleme, medeniyet kavramını geliştirmiştir. Tasavvur, ilerleme ve çağdaşlaşma ile eş anlamlı hale getirilmiş, sürekli daha iyiye gitmeyi ifade etmiştir. Bu duruma ‘akılcı toplum’ dediğimizde modern toplum amaçsal aklı yok saymış, insan insana ve diğer varlıklara dünyayı dar etmiştir.[28] Olumlu ya da olumsuz bütün boyutlarıyla ortay çıkan bu düşünce biçimi Marksizm, liberalizm gibi ideolojileri doğurmuştur. Marksizm ve liberalizmin sonucu evrimi doğurmuş, evrim doğrudan ilerlemeyi baz almıştır. Olduğu gibi olandan olmasına gidenle oluşan bir düşünce biçiminin sonrasında evrim, ilerleme, doğal seleksiyon gerçekleşmiş, Hitler, Stalin gibi kapitalist düzenin kurucuları ortaya çıkmıştır. İnsanın doğal seleksiyonunu sanrı uyandırarak saf ırk oluşturmaya teşebbüs etmek pek çok insanı perişan etmiştir. Kavramlar masumdur ama kavram yüklediğimiz anlam, onların çıkış süreci, kimlik sorunları üretir.
Akıl, akılcılık kavramı 1800’lü yıllarda çıkan sosyo-politik alana yansımasıyla birtakım iyiliklerin gerçekleşmesine sebep olmuştur.[29] Araba, uçak, buzdolabu vb. icatlar hayatı kolaylaştırmıştır. Dünya düşünce düzlemine yaptığı ilerlemeyi etik alanda sağlayamamıştır. Etik anlamdaki ilerleme maddi alandaki ilerlemeyle paralel sonuçlar doğurmamıştır. Teknolojinin üretilmesi daha ahlaklı olunmayı, değer sahibi olmayı ve merhameti beraberinde getirmediği için değerin kaynağında haz, acı, fayda, çıkar durumları olduğundan dünyada savaş eksik olmamıştır.[30] Çünkü bireyin kendisini öncelemesi, toplumu öncelemesine yol açmış, bir toplumun öncelenmesi ise diğer toplumların öncelenmemesine sebep olmuştur. Bu ise karmaşa ve kaosa yol açmıştır. Savaşların ekonomik, sosyal, psikolojik temelli tahrifatların ortaya çıkmasının kaynağında böyle bir değer duygusu vardır. Hz. Adem’den günümüze tamamen merhametli, iyiliksever, dayanışmayı önceleyen, mükemmel bir toplum olmamıştır. Olmasını düşünmek de hayalden öteye geçemeyecektir. Fakat kötülüğün yok olması adına, kötülüğü minimize etmek bütün insanların görevidir. Değer kavramının insana emanet edilmesi ona yetmeyecektir. İnsan, menfaatinin gereği belli yerlerde fire verecek, sıkıntı yaşatacaktır. Bu yüzden bir kontrol mekanizmasına ihtiyaç duyacaktır.
Sonuçta değerin iki kaynağı vardır. Birincisi nesnede yatan ikincisi ise öznede yatan değeridir. Nesnede yatan değeri öncelediğimizde objektiflik, nesnellik gelişecektir. Nesneye değer atfetmek insan gerçelliği açısından değerin özneye atfedilmesinden daha doğrudur. Fakat öznenin yani bireylerin bu durumdaki eksiklikleri bir üst kaynağa müracaat etmenin tekrar işleri yoluna koyacağını sonucunu doğurmaktadır. Sloganlarla değil ağır başlılıkla tartışılması gereken bu konu sansasyonel ve ideolojik saplantılara kaçmadan tartışılmalıdır. Felsefi kuşatıcı bakışla konuyu kavramak, tarihsel süreci değerlendirerek mevcut durumu açıklamak, pratiği oluşturan teoriyi en doğru şekilde oluşturmak değer kavramının tekrar tanımlanması açısından önemlidir. İnsanı hep başkasının gözünden tanımaya çalışmak yerine kendimizi tanımaya çalışırsak varoluşsal kaygılarımızı ciddiye alarak deneyimlerimizi göz önünde bulundurarak kuşatıcı olmayı başarabilirsek sorunlarımızın üzerine kararlılıkla gidebiliriz. Neyi hissettiğimiz, nasıl hissettiğimiz, neyi nasıl öğrendiğimiz konularında düşünmek, insan dediğimiz varlığı tanımlanandan çok öte somutluk arayışından da taşan kimliği ile kuşatıcı ve tanımlanamazlık özellikleriyle fark etmek değer kavramını bütüncül bir alan içerisinde evrensellik iddiasına kavuşmasına yardımcı olacaktır.
Değere bakış açısı tarihte önemli değişiklikler göstermiş, dinin bilgisine sahip olmak isteği değerler felsefesini doğurmuştur.[31] Değerler felsefesi, iyi ile kötü, güzel ile çirkin hakkındaki yargılara dayanmaktadır. Orta Çağ Hıristiyan felsefesinde değerin kapsamı, bilginin kapsamından daha geniştir. Doğruluk ve yanlışlığın kriteri akıl değil dindir. Pozitivist felsefe ile birlikte ise değerler ampirik ve rasyonel bilginin özel bir türü olmuştur[32]. Değerler öznel, nesnel, içsel, dışsal, sabit, değişken, keşif, icat gibi farklı açılardan tartışılmaktadır. Değerlerin rölatif ya da mutlak olması, değerlerin insan edimleriyle mi yoksa keşifle mi olduğuyla ilgilidir. Bu ayrıma göre değerler ya hazır halde bulunur ya da biz onları epistemolojik bir pratikle keşfederiz. İyinin bilgisi ile ilişkimiz çeşitli değer kuramlarının doğmasına neden olmuştur.[33] Değerin mutlaklığına vurgu yapan felsefi kanadın savunucuları pek çok değerin içsel olduğunu insanın bu değerlere sahip olarak doğduğunu, değerlerin herhangi bir yerde keşfedilmeyi beklediğini ifade etmektedir. Platon’dan Locke ve Kant’a ve sonrasına bakıldığında değerlerin mutlaklığı, değişmezliği, evrenselliği ilkesi ile karşılaşılmaktadır.[34] Ancak değerlerin keşfedildiği ve mutlaklığı kabul edildiğinde bazı sorulara cevap aranmaktadır. Farklı değerlerin varlığı, değerlerin keşiften çok icat sürecinde ortaya çıktığını göstermektedir. Değerin kendinden menkul olmadığı, değerlendiricinin ona yüklediği bir anlamlandırmadan ibaret olduğunu belirten felsefi düşünceler de vardır. Değerler, insanların nesnelere yüklediği öznel nitelikler olduğu için hiçbir şeyin nesnel değerinin bulunmadığı bu yüzden de değerlerin dizgesel olarak temellendirilmesinin olanaksız olduğu görüşüne sahip olanlar da vardır.[35] Kuçuradi’ye göre değer, sırf insanla dolayısıyla insan başarılarıyla ilgilidir.[36] Fakat bu defa değer, belirleyici olarak insanın durumuna ilişkin çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Değer belirleyicisinin insan aklı olması onu mutlak seçici ve belirleyici hale getirmektedir. Ortak değerlerin varlığı değerlerin keşifle ortaya çıktığı görüşünü desteklememektedir. Değerler, öznel çıkarımlardan ibaret ise insanın ne kadarını bilinçli olarak tasarlayabildiği tartışmalı olan yaşamında bazı değerlerin kişiden bağımsız var olduğu açıklanmaya ihtiyaç duyan konulardır. Değerlerin insanlar tarafından kurgulandığı görüşüne karşı yapılan eleştiriye bakacak olursak pek çok değer zaten mevcuttur. İnsan aklının doğal işleyişiyle zamanı geldiğinde kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Aklı mutlak, kurucu, kurgulayıcı akıldan ziyade doğal süreç içerisinde keşfedebilen akıl olarak görmek isteyen bu görüş değer için aklın rolünü kabul etmekle birlikte değerlerin bir keşif süreciyle ortaya çıktığını ifade etmektedir.[37]
Kant’ın ödev ahlakını örnek verebileceğimiz bu görüş ödevden dolayı yapılan bir eylem, ahlaksal değerini onunla ulaşacak amaçta bulmaz, onu yapmaya karar verdirten maximde bulur, demektedir.[38] Ödev, yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemin zorunluluğudur. Yapmayı tasarladığım eylemin nesnesine kuşkusuz eğilimim olabilir ama hiçbir zaman saygım olmaz, çünkü o istemenin etkinliği değil sırf bir etkisidir, demektedir. Yani Kant’ta eylemin hazza uygun olması yalnızca tatlı bir tesadüftür. Değerin doğal ya da akıl sürecinin doğal bir sonucu olduğunu ileri sürenlere karşı çıkanlar olmuştur. değerin kişi merkezli, genel olarak haz-acı çekişmesi olarak ifade edilebilecek bir kavram olduğunu ileri sürmüşleridir. White, arzudan bağımsız bir değerin olamayacağını belirtmiştir.[39] Haz ve acı deneyimleri değerin oluşmasında önemli bir etkendir. İnsan yaşayışının belirleyicisi olan hazzın değerin kaynağı olduğunu savunmaktadır. Değerin mutlaklığı savunusunu eleştiren kişiler tüm değerler bireysel değerlendirme edimlerinin bir ürünüdür, tezini savunmaktadırlar. Şeylere değer veren, onları değerli-değersiz kılan yalnızca insandır. Değer, var olandan sonradır ve terim olarak dildedir.[40] Dünyamızda değerli olan ne varsa kendi içinde bir değere sahip değildir, doğa değerden yoksundur, şeklinde konuyu değerlendirmektedirler. Değerle ilgili kavramların zamansal ve toplumsal farklılıklar göstermesi gerçeği, değişim gösteren değerin bunu gayet deneyimsel edinimlerle kazanıldığına bir delilidir. Ayırt edici olan şey iyinin ve kötünün haz ve acı çerçevesinde tanımlanma tarzıdır. Sonuç olarak değer zaman içinde keşfedilir.[41] Yaşam deneyimleri tarihsel ve kültürel etkileşimlerle gelişir ve şekillenir. Böylece değerin zaten var olduğu ve insanın onu keşfederek kazandığı görüşü haklı yönler taşımaktadır. İnsanların çok farklı zaman dilimlerinde dahi paylaştıkları ortak değerler aklın sistematik yapısı ve işleyişinin her insanda benzer özellikler göstermesi değerlerin keşfedilmeyi bekleyen hazır-bulunuşluğu ile ilgili olabilir. Fakat bu açıklama değer çeşitliliğini açıklamaz. Ortak değerlerin varlığı keşfedilen değerlerin kanıtı olurken toplumlar arası ve hatta aynı toplumda tarihsel farklılıklar gösteren çeşitli değerlerin varlığı deneyime dayalı olarak üretilen değerlerin varlığının kanıtıdır.[42] Değerler, hangi yolla edinilirse edinilsin nesiller arası aktarım ile sürekliliği sağlanır. Bu durum, planlı ve bilinçli olabileceği gibi özel bir çaba ile de olabilir. Yaşam şekli ve bakış açıları değiştikçe değerler yeniden sorgulamalara tabii tutulacaktır. Değerler arasında zamana ve farklı kültürlere bağlı önemli değişikler olacağı da unutulmamalıdır.
Kendi dünyamızda şahsi çabamızı işin içine katarak değer kavramını tanımlamak başkaları üzerinden dinlediklerimiz ve yorumladıklarımız ile değer kavramını tanımlama çabasından daha zordur.[43] Bireyler, yaşantılarında değer kavramını bizzat kendisi anlayan yaşayan, yadsıyan varlıklar olarak şahsi görüşlerine kıymet vermelidir. Toplumdaki her fert günlük hayatından hareketle bilgiyi nasıl tanımladığını, ahlakı nasıl anlamlandırdığını fark etmeli hatta üzerinde çalışmalıdır. Yaşadığımız dönem, sanat ve ahlak ayrımını beraberinde getirmiştir. Yaşadığımız çağ, daha önce insanlığın tecrübe etmediği bir çağdır. Tarihin seyrinde savaşlar, kıtlıklar, hastalıklar, depremler yaşanmıştır. Fakat çağın kendi doğası mevcut paradigma içinde konjonktürel olarak oluşturduğu bu çağın benzeri hiçbir zamanda örneklenmemiştir.[44] Anne ve babasıyla bir komşusuna misafir olarak giden günümüz çocuğunun mutsuz olduğu ve sıkıldığı görülür. Çünkü komşuda geçireceği zamanı değer verilecek bir durum olarak görmeyen çocuk bilgisayarla oynamak, tv izlemek ya da telefonla mesajlaşmak isteyecektir. Ailesi için komşularıyla vakit geçirmek, onlarla sohbet etmek değerli iken, çocuk misafirlikte geçen süre boyunca mutsuz olacaktır. Komşuluk ilişkilerine önem verme Türk toplumu için önemli bir değerdir. Ancak 2000’li yıllardan bu yana yaşayan yeni neslin kıyas yapma imkanı olmadığından pek çok değeri bilme imkanları yoktur. Çünkü pek çok kavramın çocukta karşılığı yoktur. İhtiyaç, yokluk, yoksulluk günümüzde yaşanmaktadır. Fakat geçmiş ile karşılaştırıldığında zenginlik olduğu görülecektir. Bugün zenginlikte yarışta fakirliğe düştüğümüz gerçeği, telefonu ya da arabası olmadığında kişinin kendini fakir hissetmesine sebep olmaktadır. Gelecekte uçan arabalar icat edildiğinde uçan arabası olmayan insanlar da kendini fakir hissedecektir. İhtiyaçların arttırıldığı, dünyanın teknolojik dönemde ilerlediği ve geliştiği günümüzde fakirlik ve değer ölçüleri değişecektir. Bugün yaşadığımız değer çatışmasının sebebi bu gerçeğin en önemli kanıtıdır. Toplumsal hayata yön verdiği gibi değerlerin kişinin bireysel davranışlarına da yön verdiği bir gerçektir. Değerler, kişi davranışlarında bir bakıma oto-kontrol vazifesi görürler.
Davranışlarımıza yol gösteren, onları sınırlayan kurallardır. Hem bilişsel hem de duygusal yönden içselleştirilen değerler birey davranışlarına yön verirken toplumsal değerlerin devamlılığını ve düzenliliğini sağlayan inanç ve standartlar haline dönüşürler. Bireyin, hayatının her devresinde karşılaşacağı olgular olarak değerler aile hayatında, okul hayatında, meslek hayatında kişinin dengeli ve mutlu olabilmesi için gereklidir. Kişi, mutlu ve huzurlu bir aile hayatı sürdürebilmek için ailesinin sahip olduğu değerleri kabullenmek ister. Kuşak çatışması ise değerler çatışmasıdır. Hoşgörü, paylaşma, diğer insanların haklarına saygı gibi evrensel değerler kabullenilebilirse pek çok sorunun çözüldüğü görülecektir. Değerlerin toplum içindeki çatışma ve karar verme durumlarında birey, önceden öğrenilmiş yapıları kullanarak çatışmaları çözebilir. Bireyler, tek başına değil birlikte var oldukları için toplumsal yönü göz ardı edilmemeli, öğrenme sonucu kavranılan değerlerin çocuklukta gözlenilen değeri ve varlığı önemsenmelidir. Değerler sabit değildir, zamanla değer algıları değişebilir.[45] Gelecekte eski değerler yeniden yorumlanacak, ya da toplumun herhangi bir şeye karşı gösterdiği değerin büyüklüğü, ne kadar benimsediği, önemsediği, içselleştirdiği, sahiplendiği ve koruduğu ile doğru orantılıdır. Sahip olunan değerin önemi o değerin ne kadar sahiplenildiği ile ilgilidir. Değer, herhangi bir kişiye, nesneye, inanca, fikre, amaca ya da herhangi bir şeye karşı hissedilen sahiplenme duygusunun bir sonucudur. Birey, yaşamı boyunca çok sayıda değeri benimser. Benimsediği bu değerler bireyin tutumlarını oluşturur. Bu tutumlar ise bireyin davranışlarını doğrudan etkiler. Değerin oluşmasını sağlayan güç, değer verilen şeyin niceliği ya da niteliğinden ziyade karşısındaki birey ya da toplumda bıraktığı iz, canlandırdığı düşünce ve hissettirdiği duygular ile ilgilidir. Fakat bir üst kaynağa müracaat edilmezse narsist eğilimlere sebep olabileceğinden dolayı çok boyutlu olarak dikkatle ele alınmalıdır. Değer sistemindeki hiyerarşi değişecektir.[46] Bu değişiklik kimi değerlerde hızlı olabileceği gibi kimi değerlerde de yavaş gerçekleşebilir. Bazı değerler değişikliğe karşı oldukça dirençli olabilir. Değer kavramı toplumsal düzenin sağlanmasında toplumsal faaliyetlerin akışında belirleyici roller üstlenebilir. İyi ve kötünün, güzel ve çirkinin, doğru ve yanlışın belirlenmesinde standart bir yol da olabilir.
Yeryüzünde değer kavramına sahip olan tek canlı insandır. İnsan eli ile ortaya çıkan değerleri keşfeden ve ortaya koyan yapısıyla değerleri tekrar yaşatıp yenileyebilir. Değerler değişime açık yapılardır. Özellikle etik alanda değerin kaynağını nesneye atfetmek insanın gelişimi adına daha doğrudur. Fakat mutlaka bir üst kaynağa müracaat etmek gereklidir. Bireyin ya da toplumun herhangi bir şeye karşı gösterdiği değerin büyüklüğü, ne kadar benimsediği, önemsediği, içselleştirdiği, sahiplendiği ve koruduğu ile doğru orantılıdır. Sahip olunan değerin önemi o değerin ne kadar sahiplenildiği ile ilgilidir. Değer, herhangi bir kişiye, nesneye, inanca, fikre, amaca ya da herhangi bir şeye karşı hissedilen sahiplenme duygusunun bir sonucudur. Birey, yaşamı boyunca çok sayıda değeri benimser. Benimsediği bu değerler bireyin tutumlarını oluşturur. Bu tutumlar ise bireyin davranışlarını doğrudan etkiler. Değerin oluşmasını sağlayan güç, değer verilen şeyin niceliği ya da niteliğinden ziyade karşısındaki birey ya da toplumda bıraktığı iz, canlandırdığı düşünce ve hissettirdiği duygular ile ilgilidir. Fakat bir üst kaynağa müracaat edilmezse narsist eğilimlere sebep olabileceğinden dolayı çok boyutlu olarak dikkatle ele alınmalıdır.
KAYNAKÇA
Alasdair Maclntyre. Ethik’in Kısa Tarihi/Homerik Çağdan Yirminci Yüzyılda. çev. Hakkı Ünler. İstanbul: Paradigma Yayınları, 2001.
Bayraktaroğlu, Hilal Canfer - Özcan, Zeki. “Nikomakhos’a Etik Bağlamında Aristoteles’in Erdem Etiği”, 20.
Celal Türer. Felsefe Tarihi. Ankara: Bilay Yayınları, 2. Baskı., 2019.
Çağlar, Eyüp. “Bi̇r Değer Tasni̇fi̇ Denemesi̇ Ve Mevlana’nin ‘Mesnevi̇’si̇nde Değerler”, 171.
Çeti̇n, Necip - Balanuye, Çetin. “Değerler ve Eğitim İlişkisi Üzerine”. Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi 0/24 (15 Nisan 2015), 191. https://doi.org/10.20981/kuufefd.03311
Erol Güngör. “Ahlaki Değerler ve Ahlaki Gelişme”. Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar. İstanbul: Ötüken Yayınları, 1998.
İoanna Kuçuradi. İnsan ve Değerleri. İstanbul: Yankı Yayınları, 1971.
Karsli, Ömür. “Akıl-Kültür İlişkisi Bağlamında Aydınlanmacı Akıl ve Eleştirisi”, 18.
Meliha Kurtdaş, Emine. “Değerlerin Kaynağı ve Anlamlandırılması”. Journal of Turkish Studies 12/Volume 12 Issue 21 (01 Ocak 2017), 349-366. https://doi.org/10.7827/TurkishStudies.12411
Okumuş, Namık Kemal. “Di̇n Eği̇ti̇m-Öğreti̇mi̇ Özgür Bi̇reyleri̇n Yeti̇şti̇ri̇lmesi̇nde Etki̇n Bi̇r Rol Üstlenebi̇li̇r Mi̇?” Kelam Araştirmalari Dergi̇si̇ 13/1 (13 Şubat 2015), 213. https://doi.org/10.18317/kader.97150
Özlem Doğan. Etik Ahlak Felsefesi. İstanbul: İnkılap Yayınları, 2004.
Recep Kılıç. Din Felsefesi. Ankara: Grafiker Yayınları, 4. Baskı., 2019.
Usta, Ayşe. “Aydınlanma Düşüncesine Kısa Bir Bakış”, 17.
Uysal, Enver. “Değerler Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Erdem Tasnifi Denemesi: İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler”, 19.
Ünal, Mehmet Fatih. “Göstergebilimin Serüveni”. Mütefekkir 3/6 (30 Aralık 2016), 379-398. https://doi.org/10.30523/mutefekkir.284572
[1] Namık Kemal Okumuş, “Di̇n Eği̇ti̇m-Öğreti̇mi̇ Özgür Bi̇reyleri̇n Yeti̇şti̇ri̇lmesi̇nde Etki̇n Bi̇r Rol Üstlenebi̇li̇r Mi̇?”, Kelam Araştirmalari Dergi̇si̇ 13/1 (13 Şubat 2015), 213.
[2] Enver Uysal, “Değerler Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Erdem Tasnifi Denemesi: İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler”, (ts.), 19.
[3] Uysal, “Değerler Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Erdem Tasnifi Denemesi: İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler”.
[4] Emine Meliha Kurtdaş, “Değerlerin Kaynağı ve Anlamlandırılması”, Journal of Turkish Studies 12/Volume 12 Issue 21 (01 Ocak 2017), 349-366.
[5] Özlem Doğan, Etik Ahlak Felsefesi (İstanbul: İnkılap Yayınları, 2004).
[6] Özlem Doğan, Etik Ahlak Felsefesi.
[7] Mehmet Fatih Ünal, “Göstergebilimin Serüveni”, Mütefekkir 3/6 (30 Aralık 2016), 379-398.
[8] Ünal, “Göstergebilimin Serüveni”.
[9] Celal Türer, Felsefe Tarihi (Ankara: Bilay Yayınları, 2019).
[10] Alasdair Maclntyre, Ethik’in Kısa Tarihi/Homerik Çağdan Yirminci Yüzyılda, çev. Hakkı Ünler (İstanbul: Paradigma Yayınları, 2001).
[11] Alasdair Maclntyre, Ethik’in Kısa Tarihi/Homerik Çağdan Yirminci Yüzyılda.
[12] Hilal Canfer Bayraktaroğlu - Zeki Özcan, “Nikomakhos’a Etik Bağlamında Aristoteles’in Erdem Etiği”, (2020), 20.
[13] Bayraktaroğlu - Özcan, “Nikomakhos’a Etik Bağlamında Aristoteles’in Erdem Etiği”.
[14] Erol Güngör, “Ahlaki Değerler ve Ahlaki Gelişme”, Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar (İstanbul: Ötüken Yayınları, 1998).
[15] Celal Türer, Felsefe Tarihi.
[16] Özlem Doğan, Etik Ahlak Felsefesi.
[17] Recep Kılıç, Din Felsefesi (Ankara: Grafiker Yayınları, 2019).
[18] Recep Kılıç, Din Felsefesi.
[19] Recep Kılıç, Din Felsefesi.
[20] Meliha Kurtdaş, “Değerlerin Kaynağı ve Anlamlandırılması”.
[21] Meliha Kurtdaş, “Değerlerin Kaynağı ve Anlamlandırılması”.
[22] Meliha Kurtdaş, “Değerlerin Kaynağı ve Anlamlandırılması”.
[23] Recep Kılıç, Din Felsefesi.
[24] Alasdair Maclntyre, Ethik’in Kısa Tarihi/Homerik Çağdan Yirminci Yüzyılda.
[25] Recep Kılıç, Din Felsefesi.
[26] Ayşe Usta, “Aydınlanma Düşüncesine Kısa Bir Bakış”, (ts.), 17.
[27] Usta, “Aydınlanma Düşüncesine Kısa Bir Bakış”.
[28] İoanna Kuçuradi, İnsan ve Değerleri (İstanbul: Yankı Yayınları, 1971).
[29] Ömür Karsli, “Akıl-Kültür İlişkisi Bağlamında Aydınlanmacı Akıl ve Eleştirisi”, (ts.), 18.
[30] Uysal, “Değerler Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Erdem Tasnifi Denemesi: İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler”.
[31] Recep Kılıç, Din Felsefesi.
[32] Recep Kılıç, Din Felsefesi.
[33] Meliha Kurtdaş, “Değerlerin Kaynağı ve Anlamlandırılması”.
[34] Recep Kılıç, Din Felsefesi.
[35] Necip Çeti̇n - Çetin Balanuye, “Değerler ve Eğitim İlişkisi Üzerine”, Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi 0/24 (15 Nisan 2015), 191.
[36] İoanna Kuçuradi, İnsan ve Değerleri.
[37] Çeti̇n - Balanuye, “Değerler ve Eğitim İlişkisi Üzerine”.
[38] Recep Kılıç, Din Felsefesi.
[39] Çeti̇n - Balanuye, “Değerler ve Eğitim İlişkisi Üzerine”.
[40] Çeti̇n - Balanuye, “Değerler ve Eğitim İlişkisi Üzerine”.
[41] Çeti̇n - Balanuye, “Değerler ve Eğitim İlişkisi Üzerine”.
[42] Çeti̇n - Balanuye, “Değerler ve Eğitim İlişkisi Üzerine”.
[43] Eyüp Çağlar, “Bi̇r Değer Tasni̇fi̇ Denemesi̇ Ve Mevlana’nin ‘Mesnevi̇’si̇nde Değerler”, (ts.), 171.
[44] Erol Güngör, “Ahlaki Değerler ve Ahlaki Gelişme”.
[45] Çeti̇n - Balanuye, “Değerler ve Eğitim İlişkisi Üzerine”.
[46] Uysal, “Değerler Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Erdem Tasnifi Denemesi: İnsanî Erdemler–İslâmî Erdemler”.