Makâsıda Giriş

🔸 Makâsıd, İslam tarihi boyunca üç farklı şekilde ele alınmıştır:

  1. Usul-ü fıkhın bir parçası olarak makâsıd:

Cüveyni, Gazzali, İzz b. Abdisselam ve Karafi gibi alimlerin yer aldığı ilk grup, makâsıdı usûl-i fıkhın bir parçası olarak değerlendirmiştir.

  1. Usul-ü fıkıhtan müstakil bir ilim olarak makâsıd

Tahir b. Aşur gibi alimlerin yer aldığı ikinci grup makâsıdı usûl-i fıkıhtan müstakil bir ilim olarak ele almışlardır.

  1. Varlık, kainat ve dini anlamada müstakil ve bütüncül bir yöntem olarak makâsıd.

Taha Cabir Alvânî, Casir Avde, gibi alimlerin yer aldığı üçüncü grup makâsıdı; usûlü’d-dîn ve usûlü’d-fıkhı da kapsayan, varlık, kainat ve dini anlamada müstakil ve bütüncül bir yöntem olarak anlamışlardır.

Bu derste üçüncü anlamdaki makâsıd üzerinde durulacaktır.

🔸 Makâsıd (مقاصد) kelimesinin müfredi maksıddır (مقصِد). Bu kelimenin fiil formu olan kasade (قَصَدَ) bireyin bilincini, niyetini, şuurunu ve iradesini ifade eden mazi bir fiildir. Mezkur fiille bağlantılı maksud (مقصود), kast (قَصْد)  ve maksıd (مقصِد) kelimeleri bulunmaktadır. Kasade (قَصَدَ) fiilini zıt anlamlarından hareketle idrak etmeye çalışmak mezkur 3 kelimeyi daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

🔸 Arap dilcileri kasade (قَصَدَ) fiilinin üç zıddı olarak şu üç fiili zikrederler: لغى (Lega), لها (Leha), سها (Saha)

🔸 (قَصَدَ) fiilinin zıtlarından biri olan (لغى يلغو لغو) lagv etmek, faydasız kılmak, anlamsız ve beyhude olmak anlamlarına gelir. Anlamlı ve faydalı manasına gelen maksuda (مقصود) tekabül eder. Burada makâsıdın konusu delalîdir, yani lafzın bir manaya delalet ettiğini biliriz.

🔸 (قَصَدَ) fiilinin zıtlarından biri olan (سها يسهو سهو)  maziyi, geçmişi unutmak anlamlarına gelir. Şuurlu yani bilinçli anlamına gelen kasda (قَصْد)  tekabül eder. Burada makâsıdın konusu iradîdir. Yani o eylemin içerisinde irade ve şuur olduğunu biliriz.

🔸 (قَصَدَ) fiilinin zıtlarından biri olan لها يلهو لهو sahih bir gayesi olmayan anlamlarına gelir. Bir değere sahip anlamına gelen makside (مقصِد) tekabül eder. Burada makâsıdın konusu kıyemîdir, yani Allah’ın o eyleme bir değer ve kıymet biçtiğini biliriz.

🔸 Fıkıh ve usûlün ana konusu mefhumdur, makâsıdın esas konusu ise maksuttur. Mefhum anlayan tarafla ilgili kavram iken maksud anlatan tarafla ilgili bir kavramdır.

🔸 Allah’ın iki büyük iradesi vardır: İrade-i halkiyye, İrade-i emriyye. Bunlara irade-i kevniyye ve irade-i şeriyye ya da irade-i tekviniyye ve irade-i tenziliyye de denmiştir.

🔸 İrade-i halkiyye, Allah’ın varlığı halk ederken ortaya koyduğu iradedir.

🔸 İrade-i emriyye dini gönderirken ya da emrederken ortaya koyduğu iradedir.

🔸 Allah’ın halkî-emrî, kevnî-şerî veyahut tekvinî-tenzilî iradesinde lagv, sehv, lehv olduğu hiçbir şekilde söylenemez. Zira Allah hem hâkim hem hakîmdir, hikmet sahibidir, her işini hikmetle yapar.

🔸 Makâsıdı varlığı ve dini anlamak için külli bir metodoloji şeklinde algılarsak öncelikle Allah’ın esma-i hüsnasından yola çıkarak akidevî/teolojik bir izahatla işe başlamak zorundayız. Bütün sistem öncelikle bunun üzerine bina edilir. Yani onlara göre Allah’ın halkî-emrî, kevnî-şerî veyahut tekvinî-tenzilî iradesinde daima yüksek bir gaye bulunmaktadır. Bu gayenin ise insanın dareyn saadetine, faydasına, yararına, saadetine yani kısaca iki dünyadaki maslahatına uygun olması gerekir.

🔸 Makâsıdçılar makâsıdı üç yöntem ile tespit etmişlerdir: külli istikra, akıl ve fıtrat.

🔸 Allah irade-i kevniyyesini insanlara yaratarak bildirmiştir. Burada insana fıtratı koyarak muradını ifade etmiştir. Şerî muradını ise beşerin dilini kullanarak vahiyle ifade etmiştir. Dolayısıyla Allahın sonsuz makâsıd ve meanisi bir dilin elfaz ve mebanisine sığmaz.

🔸 Ayette de belirtildiği gibi eğer bütün denizler mürekkep olsa Allahın makâsıd ve meanisini anlatmaya yetmez. Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsa kelamullah bitmez. Eğer makâsıd ve meani, şerî-tenzilî irade bir dilin sınırlarına sığmıyorsa bu durumda Cenab-ı Hak’ın, insana verdiği akıl ve fıtrat yöntemiyle muradını tahakkuk ettirmek istediğini söyleyebiliriz.

🔸 Neticede işe makâsıdu’t-tekvinden başlamamız lazımdır. Bu da makâsıdu halki’l-kevn ve makâsıdu halki’l-insanı anlamaktan geçer. Yani kainat ve insanın hangi amaçla ve hangi gayeye matufen yaratıldığını tefekkür edip anlamayı gerektirir.

🔸 Bu iki alanı anlamadan şeriat, akide ve teklif alanları tam olarak anlaşılamaz.