Kur’an ve Usûl


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 12 Kasım 2020
 

Kur’an bize nasıl bir usul fikri veriyor? Daha sonra ortaya çıkan usullerden gerek usulu’d din gerek usul-i fıkıh gerekse usul-i hadis kendi ilkelerini ve prensiplerini Kur’an’dan nasıl alıyorlar? Kur’an gerçekten inananlara, kendisini okuyanlara bir usul fikri veriyor mu? Bu fikrin temelleri nelerdir?

  • Kur’an’ın nüzul tarzı bize bir metot ve usul fikrini vermektedir. Kur’an’ın defaten değil müneccemen nazil olması, yani 23 yıllık bir süre içerisinde gelişen olaylara bağlı olarak nazil olması başlı başına bir usûl, bir metottur.
  • Kur’an’ın ilk ayetinin İkra (oku) olarak başlaması dahi başlı başına bir usûl fikri vermekte ve nereden ve nasıl hareket edeceğimizi bize öğretmektedir.
  • İlk ayetin nerede nazil olduğunu bilmek de Kur’an’ın usûlünü anlamak açısından çok önemlidir. Kâbe, Hz. Peygamber’in yanı başında olmasına rağmen ilk ayet orada ya da toplumun içinde değil, toplumdan uzakta, Hira Dağı’nda, mağarada yani tenha bir yerde nazil olmuştur.
  • İlk ayet indiğinde Hz. Peygamber beş yıl süren bir tefekkür halindeydi. Tehannüs adını verdiğimiz tenha bir köşeye çekilip kendi varlığı, hayatı ve varoluşunun gayesi üzerinde düşünme halindeyken Kur’an’ı Kerim’in ilk ayetleri geldi.
  • Mekke’de ve Medine’de farklı ayetlerin nazil olması, esbab-ı nüzul, Kur’an’ı Kerim’in akla ve tefekküre verdiği önem, Kur’an’ı Kerim’in cüzi ve külli esasları birbirinden ayırması, makasıda ve gayelere işaret etmesi bize bir usûl öğretmektedir.
  • Aynı zamanda Kur’an’ı Kerim’deki tekrarlar, emsal, darbı mesel -ki bu soyuttan somuta götüren bir anlatım biçimidir- muhkem-müteşabih ayrımı, hakikat ve mecazın varlığı, Kitapla beraber hikmet ve mizandan söz edilmesi ve hatta sadece nüzul sırasında değil nüzul tamamlandıktan sonra Fatiha’nın başa geçmesi, Bakara Suresi’nin ikinci sure olması, Nas suresinin son sure olması da bizlere bir usul öğretmektedir.
  • Kur’an-ı Kerim’in mevcut sıralaması ile nüzul sırasının farklı olması da, içindeki edatlar, harfler de bize bir usul öğretmektedir.
  • Kur’an, zamana, mekâna ve şahıslara bağlı bir kitap değildir. Kur’an-ı Kerim zamana mekâna bağlı bir kitap olarak anlaşılmasın diye yer ismi, tarih ve isim vermez. Kur’an’da O’nun nüzulüne şahit olan hiç kimsenin adı görünmemektedir. Hz. Ömer, Hz. Ali ya da Hz. Aişe’nin isimleri geçmez; sadece Zeyd vardır. Zeyd ismi ise Arapça ’da x, y, z gibi kullanılan bir isimdir. Zeyd, Amr, Hint isimleri bu şekilde kullanılır ve bu sebeple Kur’an’da yer verilmiştir.
  • Kureyş bütün yöneticileri ile Kur’an’a karşı 20 yılı aşkın bir mücadele vermiştir ve Kur’an’ın birçok ayeti Kureyş’in ulularına dairdir. Ancak O’nda  Ebu Leheb’ten başka isim bulamazsınız.  Ebu Leheb de künyedir isim değildir ve bunun zikredilmesinin başka bir sebebi vardır.
  • Bunlar yerine Kur’an-ı Kerim’de ism-i mevsul kullanılmıştır. İsm-i mevsulün vazifesi herhangi bir ifadeyi, bir metni, bir hükmü şahıslara zamana ve mekâna bağlı olmaktan çıkarıp tarihsel olmaktan kurtarmaktır. Kur’an’ı Kerim’de 1330’u aşkın ism-i mevsul vardır ve her sayfada ortalama 3 adet yer almaktadır. Çünkü gaye, bize tarihte yaşanan bir hadiseyi anlatmak değildir.
  • Örneğin Hz. Aişe’ye atılan iftira bir şahısla ilgilidir ama orada Hz. Aişe ve ona iftira atanlar yoktur. Çünkü bir kadına iftira kıyamet sabahına kadar atılabilir ve Kur’an’ın öğrettiği usul sayesinde büyük ilkelerden yararlanarak neler yapılacağına karar verilebilir.
  • Kur’an, olayın kahramanını, tarihini ya da geçtiği mekânı söz konusu etmez. Mesela Uhud savaşına ait ayetler bulunmakla birlikte Uhud diye bir isim yer almaz. Kaç kişi şehit oldu, ordular kaçar kişiden oluşuyordu? Bu gibi soruların cevabı yoktur. Çünkü Kur’an bir megazi tarihi değildir, bir savaş tarihi anlatmaz; Uhud üzerinden kıyamet sabahına kadar karşılaşılan Uhudlarla neler yapılacağını anlatır.
  • Kur’an-ı Kerim kadar kendi evrenselliğinin farkında olan bir başka kitap yoktur. Kur’an, hangi hadiseyi ele alırsanız alın evrensel bir metindir.
  • Kur’an’ı Kerim’de usulle ilgili doğrudan kullanılan bir kavram vardır ki çok önemlidir: Hikmet.
    • Hikmet, akılla nakli ayetle hükmü tekvinle tenzili birleştirmemizi sağlayan, bütüncül bir bakış açsı kazandıran bir usuldür.
    • Hikmet sözleri, hükümleri ve fiilleri kendi uygun yerine yerleştirmektir; bu usuldür.
    • Kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiştir. Bu hikmet tenzil ve tekvini birleştiren doğru bir metoda ve usûle sahip olmaktır. Bu nedenle hikmet kavramını doğru bir metot ve usûl olarak anlamak mümkündür.
  • Kur’an ile usûl arasındaki ilişki konusunda ikinci bir husus, Kur’an’ın hüccete ve burhana önem vermesidir. Hüccet ve burhan bütün usullerin aslıdır ve istidlali, istimbati ya da içtihadi olsun, Hem usul-i fıkıh’ın hem de Kelâm ilminin en önemli kavramıdır. Burhan kavramı şeksiz şüphesiz ve akli bir delildir. Dolayısıyla hüccet ve burhana yer verilmesi Kur’an ve usul arasındaki önemli ilişkilerden biridir.
  • Üçüncü husus, Kur’an’ın akli ve duyusal idraklerimizi en doğru biçimde kullanmaya davet etmesidir ki bu da usulün öncülerindendir. Özellikle akıl, sem’ ve basar kavramları önemlidir.
  • Dördüncü husus, darbı mesellerdir. Darbı meseller, özellikle mücerret soyut bir şeyi müşahhaslaştırmak için yahut cüzi bir şeyden külli bir manaya bizi taşımak için başvurulan bir yöntemdir.
  • Beşinci husus, düşüncenin önündeki engellere işaret eden ayetlerdir. Örneğin kuru kuruya tabi olmak ve taklit etmek reddedilir.
  • Altıncı husus, genel ilkelerle yani gaye değerlerle vesile değerleri birbirinden ayırmasıdır.
  • Üç kavram önemlidir: Tefekkür (تفكر) tezekkür (تذكر)  tedebbür.  (تدبر)
  • Tefekkür, hal üzerinde düşünmektir. Tezekkür, mazi üzerinde düşünmektir. Tedebbür ise gelecek üzerinde düşünmektir. Tefkir olmadan tefekkür olmaz. Tezkir olmadan tezekkür olmaz. Tezekkür için zakireye yani büyük bir hafızaya ihtiyaç vardır. Tedebbür için tedbire yani önlemlere ihtiyaç vardır, tefekkür için ise tefkire ve amele ihtiyaç vardır. Kur’an her okuyanı tefekküre davet etmektedir.
  • İslam dünyasında İslam’ı savunmak için zaman zaman akıl düşmanlığı ortaya çıkmaktadır. Bu düşünce ise Kur’an’a külliyen muhaliftir, acziyettir. Bu cümle Kur’an’a da İslam’a da iftiradır, doğru değildir. Rasyonalizmi reddederken aklı reddetmeye kalkışmak kadar büyük bir kötülük olamaz.
  • Kur’an’da Hz. İbrahim Allah’ın yaratışı ile ilgili bir talepte bulunmuş Hz. Musa ise O’nun zatıyla ilgili bir talepte bulunmuştur. Allah’ın Hz. İbrahim’in isteğini yerine getirip, Hz. Musa’nın isteğini yerine getirmemesine rağmen Allah’ın onlara haddinizi aşıyorsunuz dememesi önemli bir noktadır.
  • Kıssalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Kur’an’ın kıssalarla bir usul öğrettiği bütün yönleriyle görülmektedir.
  • Kur’an kendisi ve bizi yoktan var eden Rabbimiz ile ilgili söylediği bütün güzellikleri aynı zamanda hayat tarzı olarak da insanlığa tavsiye edip aralarında bir ilişki kurmaktadır. Mesela Allah’a Esmaü’l-hüsna ile dua etmemizi emretmez aynı zamanda Allah’a davetin de en güzel şekilde olmasını ister. Allah’ın adil sıfatını söyler aynı zamanda insanları adalete, ilme davet eder.
  • Kur’an’ı Kerim’in ahlaki ilkeleri aynı zamanda Kur’an’ı Kerim’in kendisiyle ilgili güzellikleri ifade etmektedir. Kur’an’ın hakikat dediği şey sadece dinin hakikati değildir; tabiata, toplumların hayatına yerleştirilen bir doğru ilke de hakikattir.

Hazırlayan: Rabia Sena Çakır