Hz. Ömer’in Usûlü


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 10 Aralık 2020

Hz. Ömer’in Fıkıh Tarihi Açısından Önemi

  • Hz. Peygamber vefat ettikten sonra ashab, elindeki sınırlı naslarla ortaya çıkan yeni sorunları nasıl çözecekleri sorusu ile karşı karşıya kalmışlardır.
  • Hz. Ömer’in İslam medeniyetine süreklilik kazandıracak sistemi kurma noktasında kilit rol oynamıştır.
  • Hz. Ömer döneminde usûldeki deliller hiyerarşisini yerleştirme noktasında, yargı usûlünü ana çerçevesiyle ortaya koyma, istinbat usûlünü, Kuran’ı ve sünneti nasıl anlamamız gerektiğine dair bazı esaslar ve en önemlisi de kıyas ve içtihada yönelik önemli hususlar, hatta icma gibi önemli müesseselerin başlangıcı gibi pek çok durum teorik olarak değil pratik olarak ortaya çıkmıştır.
  • Ashab, Peygamber’in vefatı ile pratik hayatın meseleleriyle karşı karşıya kalmıştır ve bu meseleleri çözmek için Hz. Ömer bir Fıkıh Divanı kurmuştur.
  • Bu fıkıh divanı hem çoklu üyeden oluşan bir içtihat müessesesinin başlangıcı hem de icma delilinin başlangıcıdır. Aynı zamanda bu divanda tartışılan meseleler daha sonra usûllerin ortaya çıkmasını da vesile olmuştur.

Üç Mektup

  • Usûlün ilk yazılı kaynakları zamanımıza intikal eden Muhammed Hamidullah’ın el-Vesaiku’s-Siyâse’sinde Hz. Ömer’in imzalarıyla birlikte bulup neşrettiği, Zehebi’nin Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ’sında da genişçe naklettiği üç tane yazılı mektuptur.
  • Birinci mektup, Hz. Ömer’in Basra ve Kûfe kadısı Kâdî Şüreyh’e yazdığı bir mektuptur. Bu mektup büyük ölçüde yargı usûlüne dair olup başlangıç metinlerinden birisidir.
  • İkinci mektup, Hz. Ömer’in bölgenin valisi Ebû Mûsa el-Eş’arî’ye gönderdiği mektuptur. Bu mektup da aynı şekilde usûlün ilk temellerinin yazılı olarak bize aktarılması açısından tarihi bir öneme sahiptir.
  • Üçüncü mektup ise, Hz. Ömer’in Şam valisi Ebû Ubeyde’ye gönderdiği mektuptur. Bu mektup daha çok zimmîlerin hukuku ve idari sistemle ilgili bir mektuptur.
  • Bu yazılı metinler bize intikal eden, usûl tarihinde altın değerinde olan, çok önemli metinlerdir.
  • Kadı Şüreyh aslen İranlı olup Yemen’de yaşayan, Resulullah hayattayken Müslüman olmuş ama sahabe olma şerefine nail olamamış bir fakihtir.
  • Hz. Ömer’in, Kâdî Şüreyh’e yazdığı mektubun ilk cümlesi;“Sana bir mesele geldiğinde, şayet o mesele Allah’ın kitabında var ise o konuda Allah’ın kitabı ile hükmet.” olmuştur.
  • İslam medeniyetinde farklı fikirler düşünceler kıymetli olsa da deliller sistemi ve deliller hiyerarşisini korumak gereklidir. Örneğin Kitab’ı hadis kategorisine indirmek, hadisi Kitap kategorisine çıkarmak İslam medeniyetinin bütün sistemini bozar. Bu önemli sistemin Hz. Ömer döneminde oturduğunu görmekteyiz.
  • Deliller hiyerarşisinde önce Kur’an-ı Kerim sonra Sünnet gelir. “Eğer Kitap’ta da Sünnet’te de yoksa hidayet öncülerinin kararına tabi ol” demiştir. Hidayet öncüleri dediği kişiler sahabenin de fukahasıdır ve Hz. Ömer’in kurduğu Fıkıh Divanı’nın üyeleridir. Bu divanda Abdurrahman bin Avf, Abdullah İbn Mes’ud, Bilâl-i Habeşî ve bazı meşhur sahabeler ve rivayete göre otuzu aşkın sahabe bu meclisin üyesidir.
  • Bu divan daha sonraki usûl kaynaklarında icmâ delilinin oluşmasına bir hazırlık olarak değerlendirilir. İcmanın buradaki adı hidayet öncülerinin ittifakla vardıkları yargılardır.
  • Hz. Ömer’in “Eğer Kitap’ta, Sünnet’te, sahabede, özellikle bu divanın üyeleri olan sahabilerde, bir karar yoksa sen muhayyersin” ilkesine göre muhayyer kelimesinin sözlük manası iki hayırdan birisini seçmektir. Hayr ile aynı kökten gelir.
  • Bu iki hayırdan murad ne olduğunu şöyle açıklar: “Eğer dilersen kendi reyinle içtihat et, Eğer istersen bir elçi gönder mektup yaz, bana danış.”
  • Dikkat çekilmesi gereken diğer bir nokta ise “bana danış”ı ikinci sırada zikretmesidir. Bu; “eğer mümkünse kendi reyinle içtihat et ama kendi reyinle içtihat edemezsen o zaman bana danış, benim emrimi bekle” demektir. “Bana eğer danışırsan ben konuyu sana bırakırım.”diyerek, muhayyersin, kendi reyinle içtihat et demiş olmaktadır.
  • Zehebî’nin eseri olan “Siye-ri A’lâmi’n-Nübelâ” bu mektuplara dair en geniş naklin yer aldığı eserlerden biridir.
  • Bu metin sadece yargı usûlü tarihinin ilk metni olarak değil aynı zamanda usûl-i fıkhın da ilk yazılı metni olarak kabul edilebilir.
  • Hz. Ömer dönemindeki içtihatlar rey fıkhının önünü açan, içtihadı müesseseleştiren çok önemli hadiselerdir.
  • Hz. Ömer’in, Irak valisi Ebû Mûsa el-Eş’ari’ye gönderdiği mektup Kâdı Şüreyh’e gönderdiği mektubun biraz daha farklı bir versiyonudur. Yeni ilkeler barındıran hem yargı hem istinbat usûlüne yönelik bazı esaslar veren bir metindir.
  • Hz. Ömer, Ebû Mûsa el-Eş’ari’ye yazdığı mektupta der ki: “Yargı muhkem bir farîzadır. Tâbî olmamız gereken bir sünnettir.” Farîza ve Sünnet kavramları da oldukça önemlidir.
  • Sana bir konu geldiğinde önce onu anla, anlamadan hükme varma. İnfaz edilmeyen bir hakkı konuşmakta bir fayda yoktur.” Bu ifade, İcra edilmeyen adalet, adalet değildir anlamına gelmektedir.
  • Meclisinde bulundurduğun insanlara karşı eşit davran ve adaleti dağıtırken insanlar arasında eşitliği bozma” demiştir, zira soylu bir adam gösterilen bir ilgiden umuda kapılabilir.
  • Sonrasında kıyamete kadar bütün hukuk sistemlerinin üzerine bina edileceği bir ifadeyi Hz. Ömer bu mektupta zikreder: “Müddaiye beyyine, inkâr edene ise yemin düşer.”
  • Bütün hukuk sistemlerinde bu kural ilke olarak vardır. Bu cümle Hz. Ömer’in evrensel hukuka mal ettiği iki cümlesinden birisidir. Diğeri ise mahkemelerde altına başka isimler yazılsa da “Adalet mülkün temelidir” sözüdür.
  • Müslümanlar arasında cârî olacak muamele sulhtur, aslolan sulhtur, barıştır” demiştir. Kurulacak olan sistem önce barış sistemi olmalıdır.
  • Buradaki sulhten, mahkemeye gelen meselelerde yargılamadan önce aslolanın önce aralarında müsalaha yapmaları gerektiği de anlaşılabilir.
  • Sadece bir müsalaha vardır ki; o kabul olmaz. Haramı helal kılan, helali haram kılan müsalahalara yer yoktur.
  • Hz. Ömer’in hukuka kazandırdığı evrensel çok önemli bir diğer hukuk ilkesi de; “Bir adam delilli veya delilsiz bir hak iddia etse, eğer beyyinesi yoksa ona beyyine getirmesi için bir zaman tanı. Eğer sana beyyine ile gelirse ona hakkını verirsin. Eğer beyyine getirmekten aciz kalırsa aleyhine hüküm verebilirsin. Çünkü bu haddi zatında büyük bir özürdür ve aynı zamanda körlüğe götürür. Meseleleri çözümsüzlüğe götürür”   Mecelle kaidesi olan bu ifadelerdir.
  • Mürur-u zaman ile hakikat, hakikat olmaktan, hak, hak olmaktan çıkmaz” demektedir. “Hiçbir şey bir hakkı iptal edemez. Hakka dönmek, batılda ısrar etmekten efdaldir. Her Müslüman adildir. Bazısı, bazısına şahitlik yapabilir. Ancak eğer birisi had cezası almışsa o hariç tutulur. Yahut daha önce yalancı şahitlik yapmışsa ya da bir yakınına kötülük yapmışsa hariçtir. Orada adalet ortadan kalkar.”
  • Allah kullarının bütün sırlarına vakıftır ve onların sırlarını setretmiştir. Bütün şüpheleri gidermiştir. ...yargılarken yargılamalarda şüphelerden kaçının. Azarlamadan, insanlara eziyet etmekten, hakkın mekânında hasımlara husumet ve inkâr yahut kınamak olmasın. Buralarda adaleti yerine getirmek insan için ahirette büyük bir azıktır. Kendisine güzel bir azık yapar. Her kimin niyeti halis olursa kendi nefsinin aleyhine de olsa kendisiyle insanlar arasında da Allah ona kâfi gelir. Her kim Allah’ın bildiğinin hilafına insanlara farklı görünürse Allah da onun üzerindeki setri alır, örttüğü ayıbını, yaptıklarını açığa çıkarır. Rahmetinin hazinelerinden rızkını veren Allah’tan başkasından sevap uman kimse için başka ne yapılabilir ki?” diyerek Ebû Mûsâ el-Eş’arî’ye yazdığı mektubunu bitirmiştir.

Hazırlayan: Rabia Sena Çakır