İslâm Düşüncesinde Bilimlerin Birliği

Taksîm ile Tasnîf Çanağında: Bilginin Zâtî ve Bilimlerin İtibârî 'Birlik'i
İhsan Fazlıoğlu


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 16 Kasım 2020

Bilimlerin Birliği Meselesinin Ortaya Çıkışı

  • İlimlerin birliği meselesi çağdaş bilim felsefesinin en önemli problemlerinden biridir.  Özellikle 1850’lerden sonra ortaya çıkan yeni durum, yeni geometrilerin ortaya çıkması, bilimsel bilgide hem yöntem hem de sınır açısından ortaya çıkan bunalım, bilimlerin yeniden ele alınmasını ve Viyana çevresi özelinde bilimlerin birliği sorununu tekrar gündeme getirmiştir.
  • Klasik geleneklerde bölünmeyi giderdik ki bunun en güzel örneği 1687’deki Newton’un ‘‘Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica’’ adlı eseridir. Newton matematiksel yöntem ile fiziksel yöntemi entegre eder ama bu sefer sosyal bilimler ayrı bir dal olarak ortaya çıkar.
  • Geistik bilimler ve özellikle 1860'lardan sonra ortaya çıkan süreçte formel bilim dediğimiz biçimsel bilimler, doğa bilimleri, biyoloji (canlı) bilimleri, sosyal ve beşeri bilimler gibi ayrımlara gidiyoruz. Mesele bugün zannedildiği gibi değil, bilim dalları arasında çok ciddi bir bölünmüşlük söz konusudur. Bu nedenle bugün bilim felsefesi ile uğraşan filozoflar hala bilimler arasındaki birliğin nasıl kurulacağını ciddi bir şekilde araştırırlar.

Bilginin Taksimi

  • Bilgi tasnif edilmez, taksim edilir. İslam temeddününde bilgi tektir. Hiçbir şekilde önüne zati anlamda bir sınıflandırma yapılmaz, yani bunun İngilizcedeki ‘‘knowledge’’ gibi çoğulu yoktur. Eğer bilgi anlamına geliyorsa ilmin de çoğulu olmaz. Dolayısı ile biz bilgiyi zati olarak taksim ederiz. Taksim kelimesi ile tasnif kelimesi arasındaki fark da budur.
  • Zati bilgi/zati taksim, zorunlu bilgi, kesbi bilgi gibi bir ayrımdır. Zorunlu bilgi zihnimizde bedihi olan bilgilerin tasavvurları ya da tasdiklerinin olmasıdır, kesbi bilgi ise daha sonradan elde edilmiş olan bilgidir.
  • Huduri, husuli bilgi de bu bilginin taksimidir. Eğer herhangi bir bilme eyleminde bilen, bilinen ve bilgi ayrımı gibi üçlü bir sacayak varsa buna husuli bilgi denir ama bilen, bilinen ve bilgi aynı ise buna huduri bilgi denir. Örneğin kişinin kendini bilmesi böyledir. Bilen kendidir, bilinen kendidir, bilgi de kendiliktir buna huduri bilgi denir.
  • Ya da bilginin tasavvur ve tasdikte ayrılmasıdır. Tasavvur tanım anlamında tasdik ise yargı anlamındadır. Bunlara bilginin zati taksimi, zati bölümlenmesi adını veriyoruz. Bu açıdan bilgi bölünebilir ama bilginin disiplinler açısından bölünmesi söz konusu değildir. İşte o zaman ilim, ulûm kelimesine dönüşür ve ortaya disiplinler çıkar.
  • Bilginin diğer bir zati ayrımı da Hz Ali'ye nispet edilen; burada’nın bilgisi, kökenin bilgisi ve meadın bilgisidir.
  • Taftazani'nin Şerhu’l Makasıd'ında, Hocazade'nin Haşiye ala Tehafüt’ünde ve başka eserlerde bu vardır. ‘‘Nereden geldim, neredeyim ve nereye gidiyorum’’ sorularının bilgisidir keza‘‘ilmu min eyne, ilmu fi eyne, ilmu ila eyne’’ şeklinde bir ayrım da vardır.

İlimler Tasnifi

  • İlimlerin tasnifine gelindiğinde bunların itibari olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Bunlar hiçbir zaman bizatihi ilimler dediğimiz disiplinlerin zatından kaynaklanan bir tasnif değildir. Tamamen sizin felsefi ilkenize, yani kendinize aldığınız ilkeye göre yaptığınız bir sınıflandırmadır. Bu bakımdan mezkûr konuları hiçbir zaman olmuş bitmiş, mutlak, değiştirilemez şeyler olarak görmemek gerekir.
  • Çeşitli açılardan tasnif yapılabilir. Bilimleri, disiplinleri çeşitli açılardan sınıflandırabilirsiniz. İslam dünyasında çok fazla tasnif çeşitliliği vardır. Tek bir tasnif, tek bir ilke var da biz ona göre tasnif yapıyoruz diye bir şey yok, çok çeşitli ilkelere göre tasnif yapılıyor. Mesela konuları açısından birimleri sınıflandırabilirsiniz. Bu konular bazen birbirinden çok farklı olabilir.
  • Örneğin astronomi, gökyüzü cisimlerini inceler, fizik yeryüzü cisimlerini inceler, matematik nesneyi inceler. Bu, konularına göre yapılan bir taksimdir. Dolayısıyla oradaki nesne alanını dikkate alarak bilim dallarını sınıflandırmanız mümkündür. Ama bazı bilimler aynı nesne alanını inceleyebilir.
  • Örneğin tıp ve ahlak, ikisi de insanı inceler. Fizik de insanı inceler. O zaman burada başka bir problem ortaya çıkıyor: bu bilimleri birbirinden nasıl ayıracağız, tefrik edeceğiz? Tefrik etmek zorundasınız çünkü bir şeyi idrak edebilmek için onu kurucu unsurlarına ayırmamız gerekmektedir.
  • Bu durumda onları tefrik etmek için yüklemlerine bakmamız gerekecektir. Konu ve nesne alanı aynı ama cihetler ve haysiyetler farklı. Ahlak insanı erdem ve erdemsizlik cihetinden incelerken tıp, sağlık ve hastalık cihetinden inceler. Fizik ise onu cisim olma yönünden inceler. Siyaset onu bir toplumsal varlık olma cihetinden inceler. Dolayısıyla aynı nesneyi aynı konuyu farklı bilimler, farklı cihetler ve farklı haysiyetlerden incelerler. Bu haysiyet ve cihet de birbirinden ayrıdır.
  • Haysiyet daha esaslı bir özelliğe nispetle, cihet ise yön anlamındadır. Ki bu bir literatürün de adı olur; Cihetü’l Vahde risaleleleri diye bir yazım tekniğine yol açar.
  • Özellikle Molla Fenari'nin icat ettiği, öne çıkarttığı bir alandır bu. Bilimlerin birliğini nasıl sağlayacağız? Molla Fenari Bursa'da İsagoji’ye şerh yazarken oradaki bir tanımdan hareket ederek,  cihet meselesini ortaya atıyor. Cihet yani yön, bilimleri hangi yönde birleştireceğiz meselesidir. Biri mevzusu, biri gayesidir.
  • Mevzusu zatidir, gayesi arazidir.  Dolayısıyla cihetü’l vahdetü’l zatiyye, cihetü’l vahdetü’l araziyye diye bir ayrım yapar.  Bu daha sonra bir literatüre dönüşür.
  • Bilimlerin birliği sorunu, özellikle Osmanlı döneminde bir disipline dönüştürülüyor. Bunun çok büyük bir ihtimalle Taşköprülüzade’nin Miftahu’s Saade’deki tutumu ile yakından alakası vardır.
  • Bilimler bazen aynı yüklemleri de kullanabilir. Bu sefer ispat yolları açısından bir taksimat yapabilirsiniz.
  • Mesela astronomi ile matematik ilimlerini ele alırsak, klasik gelenekte ikisi de gezegenler ile uğraşır. Bunların konusu aynı yüklemler de hemen hemen aynıdır, bu sefer aralarında yatan fark ispatlarıdır. Biri matematiksel ispatı kullanırken, diğeri fizik yani doğa felsefesindeki mantık yöntemini kullanarak ispatını yapar. Yani mevzu, mahmul ve burhan açısından ayrım yapabilirsiniz.
  • Kaynakları açısından da bilimleri sınıflandırabilirsiniz. Mesela İslam medeniyetine sonradan giren ilimlere ulumü’l dâhile, diğerlerine de ulumü’l İslamiye dersiniz. İslam medeniyetinde Mekke'de, Medine'de, Basra'da ve Kufe’de tercüme hareketlerinden önce ortaya çıkan ilimler vardır. Bunların kaynağı İslam toplumudur, diğeri dışarıdan Yunan’dan, Hint’ten gelmiştir,
  • Bilimleri yöntemleri açısından taksim edebilirsiniz. Mesela nazari yönteme, keşfi yönteme, riyazi yönteme, mantıki yönteme dayalı olabilir. İbn Heysem böyle bir ayrım yapar.
  • Maksatları açısından ilimleri taksim edebilirsiniz. Bir ilmin maksadı şudur, diğerininki budur.
  • Bilimleri faydaları açısından taksim edebilirsiniz.
  • Konu açısından ayrım yapabilirsiniz: külli ve cüzi bilimler. Bunlara bazen asli ve feri bilimler de denilir. Ya da li-zatihi talep edilen bilimler, li-gayrihi talep edilen bilimler diye de ayrım yapabilirsiniz. Bu da bir itibardır.
  • İbnü’l Ekfani’nin İrşadu’l Kasıd’ında ilimler bu şekilde ayrılır. Li-zatihi yani kendisi için talep edilen ilimler ve başka ilmi tahsil etmek için aracı olan ilimler. Mesela nahiv, bir müfessir için li-gayrihi bilimdir. Ama bir nahivci için li-zatihi bir bilimdir.
  • Bilginin doğası açısından ayrım yapabilirsiniz: mesela zorunlu olan bilgiler zorunlu olmayan bilgiler. Kesinlik, yakinilik, zan ve tahmin ifade eden bilimler. Mesela ilmu’l firase zanni ve tahminidir. Ya da ilm-i ahkam-ı nücûm, bu da bir bilgidir, toplumda kullanılıyor.
  • Tasnifu’l ulûm kitaplarında gördüğünüz her bilgi ille de o kitabı yazan yazarın onayladığı bir bilgi demek değildir. Tasnifu’l ulûmu yapan, bir toplumda, bilgi üreten her alanı bir şekilde tanımlamak zorundadır. Mesela ilm-i ahkam-ı nücûm’u (astroloji) önemsemeyebilir ama neticede bu toplumda bir bilgi üretiyor. Onun hem ontolojisini, ne tür nesnelerle uğraştığını ve epistemolojisini yani ürettiği bilginin epistemik değeri nedir onu belirlemek gerekmektedir.
  • Bu çok müthiş bir pozisyon çünkü siz bir toplumun âlimi olarak, o toplumda cari olan, dolaşımda olan bilgiyi ve bilim dallarını dikkate alıp, sınıflandırarak işleme koymak zorundasınız.
  • Dolayısıyla tüm tasnifler itibaridir ve bu itibar sizin felsefi tutumunuzla, anlam ve değer dünyanızla, dini dünyanızla alakalı olabileceği gibi bizatihi o bilimlerin kendisine konu aldığı nesnelerden hareketle de yapılabilir, yöntemden hareketle yapılabilir, ispat yöntemlerinden hareketle veya maksatları açısından yapılabilir. Yani bir sürü itibar icat edebilirsiniz. Bunların hepsine İslam medeniyetinde örnekler vermek mümkündür.

Nazari ve Ameli Bilimler

  • Zati ilim ne demektir, nazar ne ile uğraşır? Var olmasında insan ihtiyar ve iradesinin dahli olmayan nesneleri incelemek nazarî bir faaliyettir. Güneşin varlığında, ağacın varlığında, matematik nesnelerin varlığında bizim bir dahlimiz yoktur. Örneğin pi sayısı şöyle olsun diyemeyiz. İnsan idrakinin bir inşası veya onun bir tecridi olmakla birlikte orada kendine içkin bir kurallılık vardır. Dolayısıyla sizin orada bir dairenin çapı ve çevresi ile ilişkisinde dahliniz olmadığından dolayı bu durum nazari bilmenin konusudur.
  • Ameli ilimler dediğimiz ahlak, ekonomi ve siyaset ise nesneleri insan irade ve ihtiyarının tecessüm etmiş hâlidir. Aile bize aittir, Tanrı’da aile yetişmez veya ekonomi ve siyaset Tanrı’dan gelmez. Bunları biz kurarız dolayısıyla o nesneleri bizim irademizin ve ihtiyarımızın cisimleşmiş hali olmasından dolayı ayırırız.
  • Başka bir tasnife göre ilahi, riyazi ve tabii ilimler diyoruz, aynı nesne ayrımını burada da sunuyoruz. Nesne hem zihinde hem de dışarıda maddeye bitişik değil ise buna ilahi diyoruz. Akıl, güzellik, iyilik gibi bunların ne zihinde ne de dışarıda bir maddesi yoktur.
  • Fizik nesneler diyoruz çünkü dışarıda muayyen bir maddesi vardır. Zihnimizde de onu dışarıda gördüğümüz madde ile tasavvur ediyoruz, ağaç gibi.
  • Matematik ise zihinde maddeye bitişik değil ama dışarıda herhangi bir maddeye bitiştirilebilir, çamurdan, tahtadan, demirden daire yapabilirsiniz ya da kâğıda daire çizebilirsiniz. Burada tamamen bilimlerin kendisine konu aldığı nesneyi esas alarak sınıflandırma yapılır.
  • Kendimize, idrakimize konu aldığınız nesne alanları hiyerarşik olduğu için biz de o nesnelerle kurduğumuz idrak ilişkisini ifade etmekte farklı yöntemler kullandığımızdan dolayı, bilimleri doğal olarak böleriz.
  • Gökyüzü nesnelerini incelemek ile yeryüzü nesnelerini incelemek nasıl ayrı ise matematik nesneleri incelemek ile fizik nesneleri incelemek de apayrı yöntem gerektirdiğinden dolayı bunları bölümleriz.
  • Bu bahsettiğimiz sınıflandırmaların da çeşitleri vardır. Tasnifu’l ulum kitapları, maratibu’l ulûm, tertibû’l ulûm, en-nuzecu’l ulûm, fevaid, es’ile ve’l-ecvibe, âdâb, bunları da bilmek lazım. Mesela İbnü'l Kâtip el Harezmî’nin Mefatihu’l Ulûm eseri bir âdâb kitabıdır. Onun tasnif ile alakası yoktur. Çünkü teknik anlamda tasnif felsefi bir ilkeye göre yapılır. İlk dönem literatüründe adabû’l küttab, adabû’l kadi gibi kitaplar vardır. Bu, şu demektir: bir meslek erbabının, kendi sahasında bilmesi gereken asgari bilgilerin toplandığı kitaba edep kitabı denilir.
  • İnsanın en önemli özelliği taksim dediğimiz bölümleme yeteneğidir. Biz nereye gidersek gidelim hemen orada bir parçalama ameliyesine kalkışırız. Bir eve, odaya girdiğimiz zaman hemen oradaki nesneleri zihnimizde tasnif ederiz çünkü bu nesneler birbirine benzemez. Çeşitli niteliklerini, nicel durumlarını dikkate alarak birbirinden ayırıp sonra da bunları bazı ortak niteliklerinden hareket ederek birleştiririz, buna taksim diyoruz. En genel anlamıyla taksimin de kendi alt dalları var. Yani toplama, çıkarma, çarpma bir taksimdir. Analiz, sentez, terkip, tahlil de bir taksimdir. Taksim bunların en üst adıdır.
  • Taşköprülüzade’nin söylediklerinden hareketle ifade edecek olursak düşünme de olgu ve olayları kurucu unsurlarına taksim ederek, bölerek yapılan bir ameliyedir.

Aristoteles’in Tasnifi

  • Toplumda çeşitli bilgiler vardır. Tarihte bunu ilk defa dikkate alan, en azından yazılı metni günümüze gelen Aristoteles’tir. Aristoteles önce bilgileri dörde ayırır: her insanın kendine ilişkin, kendi hayatından elde ettiği deneyimden (emperia) elde edilen bilgiler, sonra alet kullanma bilgisi (tekhne). Sonra episteme dediğimiz, belirli bir felsefi pozisyondan hareketle, yönteme bağlı olarak üretilen bilgi, hakikati gerçekliği o alanda veren bilgi. Bir de hikmet, bilgelik dediğimiz Sophia, şeklinde dörde ayırır.
  • Daha sonra nesne alanlarını dikkate alarak başka bir ayrım yapar; teorik bilimler, pratik bilimler ve poetik bilimler şeklindedir bu ayrım. Hem Aristoteles'i takip edenler hem de Helenistik dönemde Stoacılar gibi çeşitli felsefe okulları kendi felsefi pozisyonlarından hareket ederek bu sınıflandırmaları yaptılar.

İslam Dünyasında Bilimlerin Tasnifi

  • İslam dünyasında hemen hemen her itibara göre bağımsız risale yazılmıştır. O bilim dalı ile ilgili mesela matematik ile ilgili bir eser yazılırken, giriş bölümünde ele aldığı bilim dalını bilimler hiyerarşisinde bir yere yerleştirebilmek için, âlimler çoğunlukla küçük bir sınıflandırma çalışması yaparlar.
  • Biz neden bilgi elde ediyoruz? Amacımız ne? İster Farabi’yi ister İbn Rüşt’ü ister İbn Sina’yı açın hatta daha sonraki Gazali sonrasındaki kelam geleneğine bakın esas amacımız nedir? Ebedi, dünyevi ve uhrevi saadetimiz. Bütün tasniflerde bu vardır.
  • Kendisine kodlanmış yapıyı dışarı çıkartması insanın saadetidir. Saadet aynı zamanda kulluktur. Sizin potansiyellerinizi, imkânlarınızı, kuvvelerinizi bilfiil haline getirmek aynı zamanda sizin kulluğunuzdur. Güneşin kulluğu, atomun kulluğu, evrendeki her nesnenin bir kulluğu vardır. Bu kulluk nedir? Onun tab’ındaki imkânı mümkün hale dönüştürmesidir.
  • İnsanın tab’ı düşünmek ve eylemektir. Dolayısıyla bizim uhrevi ve dünyevi mutluluğumuzu sağlamak için potansiyellerimizi, imkânlarımızı kuvvelerimizi bilfiil hale getirmemiz gerekir. Bizim temel özelliğimiz nefsi natıka, düşünen yönümüzdür. Bu nefsi natıkamızı bil kuvve durumundan bilfiil hale çıkaracağız. Nefsi natıkanın da iki gücü var biri teorik diğeri pratik yani nazari ve ameli iki potansiyelimiz bulunmaktadır.
  • Bu nazarî ve amelî kuvvetlerdeki potansiyelleri, bil kuvve olan potansiyelleri bilfiil hale getirdiğimizde onu kemale erdirmiş oluruz. İnsan-ı kâmil sahip olduğu potansiyelleri açan anlamına gelmektedir. İnsan-ı kâmil mistik bir şey değildir, bizim sahip olduğumuz nazarî ve amelî kuvvelerimizi bilfiil hale getirme işine kemal denilmektedir.
  • Şimdi problem şu: ebedi saadete vesile olacak, nazarî ve amelî kuvvelerimizi açığa çıkartarak nefsimizi kemale erdirmeyi, İnsan-ı kâmil olmamı hangi bilgi sağlayacak? Dolayısı ile amelî kuvvetlerimi ortaya çıkaracak, başka bir ifade ile hakkı bilmemi ve bu hakka göre hayrı eylememi sağlayacak bilgiyi kim verecek?
  • İbnü’l Ekfani’nin İrşadü’l kasid ila Esdel Makâsıd adlı eserini açtığımız zaman giriş bölümünde der ki: “Bizim ebedi saadeti elde etmek için ameli ve nazari kuvvetlerimizde, beşerî nefislerimizi kemale erdirmemiz gerekir.”
  • Seyyid Şerif Cürcani’nin metnine baktığımız zaman der ki: “Bil ki düşünen nefis için en yüksek mutluluk, mertebe, yüce yaratıcıyı kemal sıfatına sahip bütün eksikliklerden münezzeh ilk ve son yaratılış ondan sadır olan eylemleri ve eserleri ile bilmektir.” Burada bütün bilgiyi tarihi bilmeye bağladı. Kısaca başlangıç (mebde) ve sonu (mead) bilmektir. Peki, bunu nasıl yapacağız? Burada problem bu bilgiyi bize kimin vereceği üzerinedir.
  • Metafizik pozisyonlar bakımından iki büyük pozisyon ortaya çıkacak, bir tanesi kelamcılarınki, diğeri de İbn Sina'nın, Felâsifenin, Meşşai filozofların pozisyonları olacaktır.
  • Mesela İbn Sina bizim mevcudatı, var olanları, yani eşyanın hakikatini bilmemiz lazım der. Çünkü hakikati bileceğiz ki ona göre eyleyelim. İlim dediğimiz şey aslında eşyanın hakikatini bilmektir.
  • Bizim eşya hakkında hakiki bir tasavvura, kavrama, tanıma sahip olmamız sonra da kesin bir yargısına sahip olmamız gerekir. Yani herhangi bir nesnenin tam bir tanımını elde etmemiz lazım. Bu tanım o nesnenin evrensel kümede, mevcudat içerisinde yerini belirlemektir.  Sonra da o nesnenin ne için olduğunu, illetlerini, neden orada olduğunu bilmektir, bu da yakini bilgiyi bize verecektir.
  • Bu tasavvuru’l hakiki ile tasdikul yakini’yi entegre ettiğimiz zaman ortaya burhani bilgi çıkar ve bu burhani bilgi bize eşyanın hakikatini verir, dolayısıyla biz bu hakikate göre eyleriz, hayrı elde ederiz, nefsimizi kemale erdirmiş oluruz, akabinde de hem uhrevi hem dünyevî saadeti yakalarız. Böyle bir şey bugün mümkün müdür?
  • Klasik metinlerden herhangi bir kelimeyi alıp, bugün onu kullanmak ucuz düşünürlüktür. Çünkü o kavram belirli bir bağlam, belirli bir kavramsal ve yargısal ağ içerisinde anlamını kazanır. Yani siz sentaksı ihmal ederek semantiği taşıyamazsınız. Yeni bir anlam yükleyebilirsiniz ama bunu belirtmeniz gerekmektedir.
  • Farabi'nin muhayyile kavramını alıp, mürüvvet teorisini bugün çeşitli açılardan yorumlamaya kalkanlar, bu kavramın, faal aklın olduğu bir kozmolojide anlamlı olduğunu unutuyorlar. Bugün muhayyile yok, cognitif psikolojiyi esas alarak muhayyileyi tanımlamamız gerekmektedir.
  • Bugünkü muhayyilenin öyle bir işlevi yoktur. Farabi bir sistem kurmuş, bu sistemin teolojik, kozmolojik, astronomik, metafizik, fizik, cognitif psikoloji bağıntıları var. O ağ içerisinde üretilmiş bir kavramı yalıtıp, Farabi açısından nübüvvet kurumuna bakıp din muhayyilenin ürettiği yargılardır diye hükümde bulunulamaz.
  • Dolayısıyla metafizik pozisyonlardan hareket ile yapılan tasnifu’l ulûmun belirli bir kavram ve yargı ağı içerisinde anlamlı olduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu açıdan okumalarımızı yaparken bütünü dikkate alan sistemler kurmamız gerekir. Mevzubahis bilgi teorisine felsefede tecerrüt teorisi diyoruz.
  • Nesnelere bakıyoruz, intizal yapıyoruz, fiziksel nitelikleri atıyoruz, sureti fasıl olarak, maddeyi cins olarak zihnimize taşıyıp entegre ediyoruz, mahiyeti elde ediyoruz, oradan da aşkın bilişselliğe ulaşıp, o nesnenin özünü, hakikatini biliyoruz, mahiyetine, varlığına ve hudusüne ilişkin nedenlerini ortaya koyuyoruz, nesnenin evrensel kümedeki yeri ile niçin orada olduğuna ilişkin bir bilgimiz oluyor, buna türsel öz diyoruz. Bu tür bilgiye burhani bilgi diyoruz. Bu burhani bilgi açısından meseleye yaklaşıyoruz ve bize nihai saadeti sağlayacak olan bilgi bu olduğundan dolayı hem tümel hem özsel, hem de kesin bilgi olduğundan dolayı bunu esas alarak bilimleri sınıflandırıyoruz.
  • Felâsife hakikatini yakini tasavvur ve tasdikle bilmeyi, tecerrüt teorisini esas alan bir yöntemi benimser. Tüm bilgi edim ve eylemlerini bunu merkeze alarak, bu itibarı merkeze alarak bir sınıflandırma yapar. En temele metafiziği alarak bu bilgi anlayışının en kuşatıcı disiplin olduğunu söylerler.
  • Dolayısıyla tabiat bilimleri, matematik bilimler, hepsi metafiziğe akarlar ve metafizik bunların tümel kurallarını, ilkelerini verir ve bu alttaki bilimler oraya bir veri verirler. Metafizik bunları ilkelerine göre sistematize edip, dünyevi ve uhrevi saadeti sağlayacak nazari bilgi, hak bilgisini elde eder, insan eylemlerini bu hak bilgiye göre itidal üzerine tutar.
  • Yani biz nazarî aklımızla elde ettiğimiz bu hak ve hakikat bilgisini bu ilme göre eylemlerimizi, nefsimizi belirli kurallılık içerisinde tutarız, bu da bize erdemi kazandırır, bu da hayırdır. Dolayısıyla hakikat ve hayır birlikte bizi kâmil bir insan yapar. Bu dünyada da mutlu oluruz öbür dünyada da Tanrı’dan ödülümüzü alırız.
  • Kelamcılar ise, özellikle Gazali’ye göre bu anlattığınız eşyanın hakikatine ilişkin çaba, saygın bir çabadır, eşyanın hakikatini bilmek, bilginin bizatihi kendisi önemlidir ama bu tek başına sizin yönteminizle elde edilecek bir şey değildir. Şimdiye kadar ürettiğiniz bilgileri kendi yönteminiz açısından bir denetlemeye tâbi tuttuğumuzda çelişkiler var, bir kere birbirinizi nakz ederek ilerlersiniz.
  • Birbirinizi tekzip ederek ilerlersiniz, tenkit ederek ilerlersiniz, sizin yönteminizin altında iş gördüğünü iddia eden bir sürü farklı yaklaşım var, o zaman bu hak ve hakikati verdiği iddiası ne olacaktır? İkincisi bunun dışında sizin ortaya koyduğunuz eserlerde bahsettiğiniz bilgileri, yönteminize geri giderek denetlediğimizde oldukça fazla sorun vardır der.
  • O döneme kadar hakikatin bilgisi, eşyanın hakikatinin bilgisi ve buna göre eylenen hayrı elinde tuttuğunu söyleyen Felâsifeye karşı Gazali iki metafizik pozisyonun daha olduğunu söyler: birincisi kelamcıların ikincisi sufilerin pozisyonudur. En nihayetinde kendisi metafizik pozisyon açısından sufi pozisyonu seçecektir.
  • Taşköprülüzade, tüm bilimlerin varlık kavramının bir tecellisi olduğunu söyler. Mutlak varlık kavramı çeşitli tecellilere ve tezahürlere sahiptir ve bu tecellilerden her bir kümeyi belirli bilimler kendilerine konu alırlar ve oradan hareketle de bilim dalları gelişir.
  • Taşköprülüzade’nin yaptığı şey Gazali, Razi çizgisi merkezde olmak üzere, İslam dünyasında yapılan tüm tasnifleri varlık kavramını merkezi alarak entegre etmek ve her bir pozisyonun metafizik bilgiyi yani varlığın bilgisini elde etmekteki payını dikkate almak ve buna saygı duymaktır.
  • Yani Felasifenin de bu varlığa ilişkin kuşatıcı ve kesin bilgi üretme iddiasını dikkate alıyor, kelamınkini de tasavvufunkini de dikkate alır, hatta İşrâkiliği bile dikkate alır ve bu şekilde bir entegrasyona tabii tutuyor, büyük bir sistem kuruyor. Zaten bu sistemi kurmadan önce ilimler sınıflandırmasını bir disipline dönüştürüyor ve bu disiplini de metafiziğin bir alt dalı kılar.
  • Tarihte ilk defa ilimler sınıflandırılmasını bir disiplin haline getiren ve bunu metafiziğin alt dalı olarak gören Taşköprülüzade’dir. Çünkü ilimler tasnifi tıpkı metafiziğin diğer bilimlere verdiği tümel ilke ve kavramlar gibi bilimlere yolunu, yordamını göstermektedir.

Hazırlayan: Merve Nur Türksever

 

Videolar