İslâm Düşüncesinde Bilimlerin Birliği

Sosyal Bilimler ve İslam Bilimleri İlişkisi
Tahsin Görgün


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 11 OCAK 2021
 

Sosyal Bilimler ve İslam Bilimleri İlişkisi

  • Sosyal bilimler ve İslam ilimleri ayrımı ne zaman, nasıl ortaya çıktı bunu açığa çıkarmamız gerekmektedir.GünümüzTürkiye’sindeki üniversite sistemini dikkate alacak olursak, özellikle enstitüler ve araştırma programları olarak gördüğümüz yüksek lisans doktora programlarındaİslamî ilimler yoktur.
  • Birkaç tane alan vardır; birisi fen bilimleri diyebileceğimiz alanlar, örneğin tıp kendi enstitüsünü kurmuştur.Diğerleri de ana hatlarıyla baktığımızda sosyal bilimler kategorisi içerisine yerleştirilmiştir.Dolayısıyla günümüz sistemine göre hadis, fıkıh, kelam da sosyal bilimdir,sosyoloji, psikoloji, hukuk da sosyal bilimdir.
  • Batı dünyası söz konusu olduğunda bu yaklaşımın bir tarihi vardır. Ama Türkiye'de bunun sistematik manada bir ilkeden kaynaklanan tarihinin olduğunu söylemek zordur.
  • Türkiye'de modern üniversite dini ilimler diye bir alanı ön görmemiştir. Böyle bir alan söz konusu olmadığı gibi bir bütün olarak ilmin içerisinde ilmin konusu olarak bile dini ön görmemişlerdir.
  • Tarih, edebiyat, sanat gibi alanlara gittiğinizde o alanlarda da mümkün mertebe dinin parantez içerisine alındığı, dini konu olarak bile görmemeyi ilke olarak kabul eden bir üniversitemiz olmuştur.
  • Üniversite zaman içerisinde toplumun taleplerini dikkate alarak ve o alanlarla meşgul olan insanların bireysel gayretleriyle yapısal olmayarak hem araştırılan konularahem de kurumsal alana yavaş yavaş dinle alakalı konulara da girmiştir.
  • Mesela iktisat tarihi alanında Türkiye'de çok önemli üç isim vardır:Sabri Ülgener, “Kolonizatör Türk Dervişleri’nin” müellifi Lütfi Barkan ve Mehmet Genç.
  • Bu kişiler ekonomik tarihi araştırırken, kendi şahsi ilgileri ile bağlantılı olarak din de araştırmalarında bir yerlerde devreye girmiştir. Özellikle Ülgener'in yaklaşımı çok ibretliktir. Kendisi batı dünyasında dini, ekonomik hayat ile irtibatlandıran yaklaşımlardan etkilenmiş, özellikle MaxWeber'i tanımış, tanıdıktan sonra MaxWeber'in Protestan ahlakına dayalı olarak, kapitalizmin gelişimini açıklamasını örnek olarak kabul edip onu İslam tarihine ve Osmanlı tarihine uygulamaya teşebbüs etmiştir.
  • Bütün iyi niyetine rağmen bir tarafta Protestan ahlakı, yükselmekte olan bir medeniyetin içerisinde etkili olduğu için yükselişin sebebi iken, Osmanlı devleti yıkılan bir devlet ve çöken bir medeniyet olması hasebiyle Ülgener'in söylemi içerisinde İslam ahlakıyıkılışın, çöküşün sebebi konumuna düşmüştür.
  • Ülgener, Türkiye'de özellikle iktisat fakültesi ve o çevrelerde dini ekonomi alanının bir faktörü olarak ele alan çok kıymetli bir hoca olarak takdir edilir.
  • Din ile ekonomi arasındaki irtibatı kurarken aldığınız model, eğer sizin medeniyet birikiminize ve medeniyetin akışına muvafık değilse, beklemediğiniz garip neticeler ortaya çıkarabilir.
  • Türkiye'de AnkaraÜniversitesi bünyesinde ilahiyat fakültesinin kurulması kendi başına önemlidir.  Nasıl ki batı dünyasında İslam kültürü ve medeniyeti batılılar tarafından araştırılıyor, bizde de “dini ve bütün bir geçmişimizi değerlerden arî yani ona dini bir mana yüklemeksizin araştıracak bir kuruma ihtiyacımız vardır, bu kurum da olsa olsa ilahiyat fakültesidir”denilerek kurulmuştur.
  • Geldiğimiz noktaya baktığımızda Türkiye'de mevcut ilahiyat fakülteleri zaman içerisinde öyle bir yapı kazanmıştır ki, bu yapı her bir ilahiyat fakültesini bir üniversite haline getirdi, yani tıp fakültesini ve mühendislik fakültelerini bir kenara bırakacak olursanız onun dışındaki bütün alanlar ilahiyat fakültesinde mevcuttur.Tarih, edebiyat, sanat, musiki, sosyoloji ve psikoloji, yerine göre siyaset bilimi, hukuk vardır.
  • İlahiyat fakültelerinin en önemli işi aslında bütün bir İslammedeniyetinin birikimini araştırmaktır. Şu anda ilahiyat fakültelerinin asli ilgisi tarih üzerine yoğunlaşmış vaziyettedir ve bütün bir medeniyet tarihinin, tarihteki birikim ile irtibat kurma konusunda, yani hem Türkiye'de Türklerin imkânı hem de Türkler üzerinden de İslam ümmetinin medeniyet birikimiyle irtibat kurmasının imkânını içinde taşımaktadır. Bu imkân bir taraftan sınırlı bir ölçüde tahakkuk ediyor ama tam anlamıyla tahakkuk ettiğini söylemek için henüz vakte ihtiyacımız vardır.
  • Sosyal bilimler ile dini ilimler arasındaki ayrılıkla ilgili irtibat meseleleri söz konusu olduğunda birden karşımıza şöyle bir durum çıkıyor: Edebiyat fakültelerinde sosyoloji, psikoloji, felsefe, tarih, sanat tarihi vs. gibi bölümler varkendiğer yandan da ilahiyat fakültelerinde tabiri caizse dini ve İslami olanı var.

İrtibat Sorunu

  • Dinî olanın diğerleri ile arasındaki irtibat nasıl kurulur ya da kuruluyor mu kurulmuyor mu? Gibi sorular çok önemli, esaslı sorulardır. Örneğin sosyoloji bir sosyal bilimdir ama din sosyolojisi dediğimizde orda bir dinin olması hemen onu ilahiyat fakültelerinde bir alan olarak görülmesine neden olmuştur ve sonuç olarak bu faaliyetin ilahiyatlarda yürütülmesi söz konusu olmuştur.
  • Sosyoloji alanında MaxWeber'in çalışmalarının büyük bir kısmı doğrudan din ile alakalıdır.Din sosyolojinin olmazsa olmaz bir parçasıdır veWeber’in kastettiği Protestanlık veya Katoliklik anlamında Hristiyanlıktır. Yahudilik ile ilgiliçalışmaları olsa da esas merkezinde Hristiyanlık vardır.
  • Durkheim'e bakıldığında, onun bütün meseleleri tartışırken üzerinde durduğu, çalıştığı alan dindir.
  • TalcottParsons da Amerikalıların çok önemli bir sosyoloğudur, onun sosyolojisinin en azından nihai mertebede geldiği noktada bütün sosyolojinin esasında din olduğu ve bu dinin kurumsal veya sivil olması arasında mahiyet farkı oluşturmadığı, toplumların normatif esasını bir tür din olmak zorunda olduğu kanaatine ulaşmıştır.
  • Türkiye'de sosyoloji ile meşgul olan insanlar edebiyat fakültelerinde, bir taraftan sosyolojinin konusu olabilir ama bu bizim işimiz değil diyerek ilahiyatçılarabırakmışlardır.  Ancak din ile ilgili kısmını çekip aldığınızda en iyi ihtimalle behaviorism kalmaktadır.Behaviorism de toplumla alakalı verileri matematik diline aktararak matematiksel veriler arasındaki irtibatları kurmaktır.

Sosyal Bilimlerin Geçmişi ve Bugünü

  • Bugüne kadar sosyal bilimler çalışmaları farklı yöntemlerle ampirik çalışmalar üzerine yoğunlaşmıştır. Bu ampirik çalışmalar ile toplum neye inanıyor, alışkanlıkları, kötü alışkanlıkları, tercihleri neler, boş vakitlerini nerelerde geçirdikleri, ne ile ilgilendikleri, nelerden uzak durdukları vs. ilgilenilmiştir. Günümüzde dijital işletim sistemlerinin, merkezlere veri aktarması ile birlikte yapay zekâ üzerinden herhangi bir ampirik manada sosyal araştırmaya gerek bırakmadan dünyadaki bütün toplumları, mahalleleri, köyleri birbirinden çok rahat bir şekilde ayrılabilmekte, onlar hakkında veri elde edebilmektedir.
  • Sosyal bilimler -üniversitede okutulanlar anlamında- araştırma alanı ile bağlantılı olarak bakıldığında asli manasını da konumunu da yavaş yavaş yitirmeye başlamıştır. Onun yerine yapay zekâların adım adım takip ettiği bir dünya gelmektedir.
  • Geleneksel anlamıyla sosyal bilimler, bugün belirli bir ölçüde varlık sebeplerini yavaş yavaş kaybetmektedirler. Çünkü sosyal bilimlerin ortaya çıkmasının esas sebebi doğrudan doğruya kilisenin insanların hayatından çekilmesiyle birlikte batı dünyasında kiliseyi ikame edecek bir şeylere ihtiyaç olmasıydı. Kiliseyi ikame edecek olan şey sosyal bilimler ve özellikle sosyoloji olarak karşımıza çıkmıştır.
  • AugusteComte üç hal kanununu teolojik dönem, metafizik dönem ve pozitif dönem olarak ortaya koyarken, pozitif dönemde sosyolojiyi sosyal fizik olarak adlandırmıştır.

Sosyolojinin Toplum Üzerindeki Konumu

  • Nasıl ki fizik, fizikî dünyadaki kanunları tespit ettikten sonra güç sahiplerine onun üzerinde tasarrufta bulunma imkânı sağladıysa aynı şekilde sosyal fizik de güç sahiplerine yine sosyal olanın kanunlarını tespit edip ona sunmuş ve böylece sosyal alanı yönetme imkânı sunmuştur.
  • Özellikle sosyolojinin kurucusu kabul edilen Emile Durkheim’a göre, hakikat dediğimiz şey toplumun bir fonksiyonudur ve dolayısıyla doğru, iyi, güzel toplumun uzlaşmaları ile ortaya çıkar.
  • Esas itibariyle neyin iyi, doğru, güzel olduğuna toplum karar verir. Dolayısıyla hukuku, ahlakı, siyaseti ve ekonomiyi de temellendirmek için toplumu bilmeli, onu takip etmelisiniz. Bütün olup biten şeyleri takip etmenin yolu toplumu tanımak ve toplum üzerinde tasarrufta bulunmak, onu sürekli yönetmektir.
  • Toplumu yönetmenin yolları ideolojiler, ideolojilerin ötesinde propaganda faaliyetleridir. Onlara bağlı olarak önce toplum istenildiği gibi şekillendirilir, sonra şekillendirdiğiniz toplumda sapmalar vs. olursa o sapmaların nerelerde olduğunu tespit etmek için sosyal bilim çalışmaları yapılabilir.
  • Toplum bütün hakikatlerin, doğruların veya geçerliliğin zeminidir. İslam medeniyetinde genel geçer olmanın esasındaicma vardır, bir konuda icma varsa orada akan sular durur.
  • İcma bütün toplumu tanımlayan esas çekirdektir. Ümmet kendi kendisini icması üzerinden kavrar, sınırlarını da icmâ üzerinden çizer.Bu açıdan bakıldığında sosyoloji ile fıkıh ve icma arasında bir benzerlik bulunur.
  • 20. Yüzyılın başlarında Ziya Gökalp de Durkhein’ıngeldiği aşamayı dikkate alarak toplumun varlığındaki normatif esas toplumun ittifakı üzerinden gerçekleştiğini söylemiştir. Yani esas itibariyle her şey toplumsaldır.

Sosyal Bilimlerin Ortaya Çıkışı

  • Türkiye’de sosyal ilimler vedin bilimleri ayrı alanlardır. Din bilimleri din psikolojisi, din sosyolojisi, dinler tarihi, din fenomenolojisi, din felsefesi gibi ilim dallarınıbarındırır.
  • Sosyal bilimler alanın ortaya çıkmasının bir adım gerisinde, bir tarafta Fransız Devrimi, öbür tarafta Hegel vardır. Fransız Devrimi, insanların bir araya gelip uzlaşarak sıfırdan bir düzen kurabileceğini göstermiştir.Hatta Fransızlar şöyle bir kanaate de ulaşmıştır:Bütün Batı Avrupa, eğer insanlar akıllarını kullanarak bir araya gelip uzlaşırlarsa, geçmişte olan düzenlerden çok daha iyisini kurabilirler, kiliseden de aristokrasinin oluşturduğu düzenden de daha iyisini kurabilirler gibi bir kanat ortaya çıkmıştır.
  • Hegel’in tavrı biraz daha farklıdır. Mutlak Ruh kendisini toplum olarak görünür hale getirir. O halde toplumun üzerinden ittifak ettiği düzen, ilahi iradeye muvafık olandır. Tanrı iradesini, toplum olarak bir arada yaşayan insanlarda gösterir.
  • Bunun bir adım gerisindeHerder’in bu konuyla ilgilibütün milletlerin Tanrı’nın bir tür çocukları gibi olduğunu ifade eder. Dolayısıyla her bir milletin varlığının özel bir manası vardır ve o manası her bir milletin dilinde, kültüründe ve düzeninde ortaya çıkar bu nedenle hiçbir millet lüzumsuz değildir.
  • Hepsi birbirinden farklı, hepsinin düzenleri farklı ve dolayısıyla her birisinde Tanrı kendi iradesini farklı bir şekilde gösterir, farklı bir düzen ortaya çıkar. Bu çerçevede önemli olan nokta, 18. Yüzyıl düşünürlerinin özelliği, mesela o toplumların her birisinde ortaya çıkan düzeni tespit edersek, bu düzen aslında bize ilahi iradenin ne olduğunu gösterir ki, bunun bir adım gerisinde tabii hukuk anlayışı vardır.
  • 15. yüzyıl Batı Avrupası’nda inanılmaz bir kaos bulunmaktadır. Bu kaos içerisinde şüphecilik almış başını yürümüştür. Şüphecilik denildiğinde insanlar ne dine ne bilime ne tıbba inanırlar,hiç kimse birbirine güvenmez. Mutlak anlamda insanların birbirine güvensiz olarak yaşadıkları şartlarda insanlar sürekli bundan kurtulma yolu ararlar.
  • Özellikle 15. ve 16. yüzyıllardaİslam dünyasında ise tam bir sükûnet, düzen, ahlak bulunmaktadır.Bu dönem, yükselen bir Osmanlı vardır.
  • Mesela Martin Luther tam anlamıyla Osmanlı'ya hayrandır. Bütün o Reform hareketlerinin ufkundaki din, dindarlık Müslümanlıktır ve Katolik kilisesine karşı büyük bir hınç vardır.
  • Hümanizm ve deizm, 16. ve 17. yüzyılda ortaya çıkmış olan iki yaklaşımdır. Pierre Charron ve onun döneminde yaşayan insanlar bu yaklaşımları keşfetmişlerdir.
  • Burada deizme ve hümanizme giden yolda temel bir ilkeyi fark ederler:Bizim yakine ulaşmamız lazımdır, bunun yolu da "Kendini bilen Rabbini bilir" ilkesidir.
  • Psikoloji, sosyoloji, ekonomi, siyaset bilimi, belli ölçüde hukuk, hukukun ilkeleri bunların hepsi ahlakın içindedir. Yani amelî felsefe olarak bilinen alandır.
  • Pierre Charron'un 1601 yılında yayımladığı Batı Avrupa'da yazılmış ilk seküler ahlak kitabı olarak bilinen bir kitabı bulunmaktadır.Bu ilk seküler ahlak kitabı bizdeki Ahlâk-ı Alâî'ye denk düşmektedir. Bu ahlak kitabının ilkesi:İnsanın kendini ve kendi şartlarını tanımasıdır.
  • Esas ilim insanın kendisini bilmesidir. Bir adım sonrasını da kendini bilen insan bu yolda Rabbini de bilir, bütün hikmetin esası budur.
  • Gazali'nin Kimyâ-yıSaâdet eserinde de benzer ifadeler geçiyor. 1601'den sonra gelişen Batı Avrupa'daki düşüncenin esası Gazali'nin de eserinde vurguladığı ayet ve hadislerde anlatılandan başka bir şey değildir.
  • Kiliseyi bir kenara bırakıp, insanı ve tabiatı araştırarak onun üzerinden Tanrı'yı tanımak yani bir teoloji oluşturmaya çalışarak buna da tabii teoloji diyorlar. Diğer taraftan da bu tabii teoloji ile irtibatlı bir şekilde insanın kendi tabiatına uygun bir hayat yaşamasına da tabii din diyorlar. Sürecin devamında tarihi ve toplumu araştırarak bunun üzerinden de her bir millette Tanrı'nın iradesinin tecelli etmesi meselesini ele alırlar. Dolayısıyla ilahi iradeyi öğrenmek istiyorsanız insanı, tabiatı, insan topluluklarını, inceleyeceksiniz ve insan topluluklarında geçerli olan genel kuralları ortaya çıkaracaksınız.Bu yapılan şeyler bir tarafı ile metafizik oluyor ve metafiziğin en önemli özelliği de Tanrı'nın âlemi yaratıp yönetmesinin bilgisi olarak ön plana çıkıyor.
  • Bizim deizm dediğimiz, modern Avrupa'nın 19. yüzyılın başına kadar olan dinidir. Ondan sonra zaten Tanrı'yı da terk etmişlerdir. Ancak 16. yüzyıldan öncesine gittiğinizde Katolikliğin çok hâkim olduğu görülür. İkinci bir ayrım noktası olarak Protestanlık da çok önemlidir. Protestanlık ve deizmi birlikte kullanmak gerekmektedir.
  • Hümanizmde de neyi fark ettiklerini göstermek için Kınalızade'den alıntı yapabilir. Kınalızade'nin yaptığı bir ayrım var:İbn Haldun'da da olan, aynı zamanda Tusi'nin ahlak kitabında yaptığı bir ayrımdır. Varlığı iki kısma ayırıyor: Birincisi insan fiillerinden oluşan,ikincisi cenabı Allah'ın yaratmasıyla oluşan.  Kısaca tabiat ve kültür ayrımı.
  • Tabiat ve kültür ayrımı daha sonra insan fiillerini araştıran alanlara sosyal bilimler denilecek, Allah'ın kudreti ile ilgili meseleler de tabii ilimlerin konusunu teşkil edecektir. Hümanizmin farkına vardığı ayrım tam da budur.

Hristiyanlık ve Sosyal Bilimlerin Tezahürü

  • İnsanlar kendi oluşturdukları dünyada yaşıyorlar, hümanizm ile bunun farkına varıyor ve kiliseyi artık gerekli olarak görmüyorlar. O zamana kadar insanların birlikte yaşaması, varlığını sürdürmesi kilisenin inayeti ile mümkün olur diye düşünüyorlardı ki bu inayet meselesi çok önemliydi.
  • Ama bunun farkına varmaları ile birlikte insanlar kendi iradeleri ile kendi oluşturdukları dünyada yaşıyorlar. Bu iradelerini bağlayacak olan şey de yine insanların tabiatlarında Tanrı tarafından verilmiş olan ne ise odur diyorlardı ve bütün bunların zaten formül olarak İslam dünyasıyla doğrudan alakası vardır.
  • Ama içeriğine baktığımızda bir taraftan Osmanlı toplumunun birikimiyle dolduruyorlar, istifade ediyorlar. Kilisenin içeriğini boşaltıyorlar ama form kafalarında ve hayat tarzlarında devam ediyor.
  • 17. yüzyıla kadar aracılığı kilise yapıyordu. İlginç olan nokta, Kant ve sonrasında insanın, Tanrı’nın neyi nasıl bildiği ve nasıl olduğu sorusunu aklı ile cevap veremeyeceği kesin bir şekilde ortaya çıkmış olmuştur. Yani insan aklı ile Tanrı’yı bilemez. Pierre Charron’un koyduğu ilke ve Descaretes’in daha sonra ‘‘düşünüyorum o halde varım’’ ilkesi üzerinden yakine ulaşması vs. anlamını yitirmiştir.
  • Kant’ın söylediği şey, ‘‘kendini bilen kendini bilir’’. Bir adım sonrasında da Thomas Hobbes’un söylediği gibi aslında bir devletin vatandaşı olarak var olacağı için insan da kendi başına var olamaz. O halde her bir insan varlığını devlete borçludur, devlet de kendi varlığını kendisi temellendirir.
  • Hegel’in söylediği şey; “devlet kendinde, kendisi için, kendisi ile kendi gücüyle ayakta olan yegâne varlıktır.” Her bir birey devletin içerisinde ona tutunarak, onun parçası olarak varlığını sürdürür. Baktığınızda bütün bu süreç aslında, bizim istiğna dediğimiz tavrı nitelemektedir.
  • Bu istiğna tavrının bütün hikâyesini 19. ve 20. yüzyılda yaşıyoruz ve geldiğimiz nokta yine post-truth’tur. Artık yapay zekâ üzerinden bütün insanların hayatını adım adım takip edip yapısal olarak tahakküm eden mekanizmalarla karşı karşıyayız.
  • Hristiyanlık esas itibariyle peygamberliği yok edip, Hz İsa’yı ilahlaştırarak aslında Cenab-ı Hakk’ın insanların üzerinden sunduğu imkânın üzerini örtmüş olmuştur. Küfür dediğimiz şey budur.
  • Nübüvveti kilise ile ikame etmeye teşebbüs etmiş ve kilise zulüm çarkına dönüşmüştür. Daha sonra da kiliseyi modern devlet ikame etmiş, hikâye böyle devam etmiştir. Modern devlet de kendi varlığını sosyal bilimler üzerinden sürdürmüştür.

İslam Medeniyeti ve Sosyal Bilimlerin Tezahürü

  • Biz nübüvvetin üzerini örtmedik. Peygamber efendimiz bugün bile hala bütün insanlık tarihinde hayatı en iyi bilinen insandır. Onun kadar iyi tanınan herhangi bir insan yoktur.
  • Müslümanlar Peygamberimizi anlamada en derin irtibattır. Fıkıh zaten anlama üzerine kuruludur. Var oluşumuzun zemininde Peygamber Efendimizi anlamaya dayalı kurduğumuz bir irtibat vardır.
  • Cenab-ı Allah’ın yarattığı bir fiziki dünya, bir de bizim fiillerimizden oluşan ikinci varlık mertebesi vardır. Bu, Müslümanları istiğnaya götürmemektedir. Müslümanlar kendi oluşturdukları dünyada yaşadıklarının farkındadır.
  • Bu dünyanın kademe kademe, halka halka isimleri vardır. En genişlerinden birisi medeniyet halkasıdır. İslam medeniyeti dediğimiz şey bizim fiillerimizden ibaret oluşuyor, kurumlar insan fiillerinden oluşuyor.
  • Dünya hayatı bütün ilimlere esas teşkil etmektedir. Bütün insanlığı böyle belirsiz bir şekilde söylediğimizde ortaya kargaşa çıkmaktadır. Şu an modern medeniyette gördüğümüz kargaşanın sebebi budur.
  • Bütün bir insanlığı dikkate aldığımızda bizim tevhidi açıklama konusunda esas bir ilkemiz var; nübüvvet. Bütün bir insanlık tarihini nebilerle ve nübüvvetle anlama ve açıklama imkânına sahibiz.
  • Bir İslam medeniyetinde, zirve düşüncenin ulaştığı nokta burasıdır zaten insanı kâmil fikridir ve insanı kâmil de Peygamber Efendimizdir.
  • Esas itibariyle ilimlerin tevhidini sağlama sürecinde Peygamber Efendimizin hayatında fizik, metafizik, siyaset, hukuk, eğitim, sanat, aile hayatı, çocuk hayatı, kadın-erkek ilişkisi vs. hiç birisi ayrışmış vaziyette değildir.
  • Peygamber Efendimizin hayatında bunların hepsi kâmil bir bütünün parçası olarak karşımızda duruyor. Orada vahdet olarak karşımızda duranı biz kendi ilgilerimize bağlı olarak ayırıyoruz. Bir sonraki aşamada şayet tekrar birleştirmeyi başarırsak o ayrıştırma bizim önümüze yepyeni varoluş imkânları açıyor.
  • Ama eğer o ayrışmalar ortaya çıktıktan sonra onları birleştirecek bir düşünme seviyesi yakalayamazsak o zaman kopmalar ve çözülmeler başlıyor. Demek ki sosyal bilimleri reddetmek gibi bir şey anlamlı değildir.
  • Bugün sosyal bilimlerin varlığını reddetmek de fıkhı, kelamı terk etmek de anlamlı değildir, yapılması gereken şey bu ilimlerin her birini yerli yerine yerleştirmektir. Bunu yapabilmek için dikkat edilmesi gereken husus şudur; Peygamber efendimizden bugüne kadar İslam medeniyet birikimini ciddiyetle takip etmek ve buna modern şartlarda ortaya çıkmış olan imkânları da ekleyerek bunları telif edecek üst adımı atmaktır.

Hazırlayan: Merve Nur Türksever