İslâm Düşüncesinde Bilimlerin Birliği

Tefsir İlminin Diğer İlimlerle İlişkisi ve Bütünlük Sorunu
M. Taha Boyalık


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 4 Ocak 2021

Tefsir İlminin Diğer İlimlerden Farkı

  • Dini ilimlerin birçoğu Kur'an-ı Kerim'i bilgi kaynağı olarak kullandığı için kaçınılmaz olarak Kur'an-ı Kerim fıkıh, kelam, tasavvuf gibi özellikle dini ilimlerin bir şekilde inceleme konusu haline gelmektedir. Bu durumda tefsiri bu diğer disiplinlerden nasıl ayrıştırabiliriz sorusunu sorabiliriz.
  • Diğer dini ilimlerin bir şekilde kendi alanlarında bir bilgi kaynağı olarak inceleme konusu haline getirdikleri Kur'an-ı Kerim, tefsir ilminde bizatihi kendisi konudur. Kur'an-ı Kerim'i belli ilgiler üzerinden ele almak ile doğrudan Kur'an'ın kendisinin inceleme ve araştırma konusu yapılması arasında önemli farklılıklar vardır.
  • Tefsirde, besmeledeki ‘‘ba’’nın anlamı üzerinde konuşabiliriz. Bu ba’nın taalluk ettiği hazfedilmiş bir fiil vardır. Bu fiilin ne olduğunu konuşabiliriz. Bu fiil اَبْدَعُ (başlıyorum) mudur, yoksa  أَقْرَأُ (okuyorum) mudur?
  • Eğer bu fiil hazfedilmemiş olsaydı bunun yeri nerede olacaktı, önde mi yoksa sonda mı olacaktı? Yani akrau bismillah şeklinde mi anlayacağız, yoksa bismillahu akrau şeklinde mi anlayacağız ki yapacağımız takdire göre iki ayrı anlam çıkmaktadır.
  • Bunun dışında lafza-i Celal’in anlamı nedir, ba'nın lafza-i celal’e bağlanması ile ba harfi cerrinin ortaya çıkan anlamı nedir, bu ilişkisel anlam nedir?
  • Rahman kelimesinin morfolojik yapısı nedir? Rahim'in morfolojik yapısı nedir? Bunların sözlük anlamları nelerdir? Burada başka birçok sıfat olduğu halde niçin Rahman ve Rahim sıfatları tercih edilmiş olabilir?
  • Niçin önce Rahman gelmiş sonra Rahim gelmiş? gibi daha birçok soru açısından besmeleyi inceleyebiliyoruz.
  • Fatiha ile devam edersek, رَبِّالْعَالَم۪ينَ  اَلْحَمْدُلِلّٰهِibaresine tefsir ilmi açısından bakıldığında burada da karşımıza birçok soru çıkıyor. Mesela burada neden isim cümlesi tercih edilmiş, medih, sena, şükür gibi kelimeler varken niçin hamd kelimesi tercih edilmiş?
  • Neden marife kullanılmış, hamden lillah denilmemiş. Niçin lillahil hamd denilmemiş elhamdülillah denilmiş, takdim-tehir yapılmamış lillahi derken niçin lirrahman denilmemiş, zât ismi tercih edilmiş?
  • Diğer sıfatlar niçin gelmiş, اَلرَّحْمٰنِالرَّح۪يمِۙ  مَالِكِيَوْمِالدّ۪ينِۜ , Rabbü’l âlemin ifadesinden neden Rab ifadesi tercih edilmiş, neden alemin çoğulu getirilmiş, o ona neden izafe edilmiş gibi çeşitli düzlemlerde sorguluyoruz.
  • Aynı ifadelere diğer dini ilimler açısından bakıldığında mesela besmele ile ilgili bir fakihin nazarıyla baktığımızda söyleyeceğimiz çok şey yok, söyleyeceğimiz şey besmelenin Kur'an'dan olup olmadığı, Kur’an’dan ise Fatiha’ya dâhil midir değil midir, namazda cehri mi okuyacağız, hafi mi okuyacağız gibi tartışmalar gelebilir.
  • Onun dışında fakih, seslerinden tutun da sözlük anlamlarına, cümle yapısına ve bağlamsal anlamlara kadar buralara girmez.
  • Kelamcı da mutasavvıf da aynı şekilde Fatiha suresine baktığında burada doğrudan kendini ilgilendiren bir şey bulamayabilir.
  • Genel olarak bakıldığında bu ayetlerde müfessirin söyleyeceği çok sözü olduğunu, diğer ilimlerde aynı şeyin geçerli olmadığını görüyoruz.
  • İşte bu nokta, geleneksel dönem için bakıldığında tefsirin asıl görevini ve asıl işini bize veriyor.
  • Fakih Kur'an-ı Kerim'i yeri geldiğinde inceliyor fakat fakihin konusu hiçbir zaman Kur'an-ı Kerim değildir. Kendi konusu cihetiyle ilgileniyor yani ahkamın istinbatı noktasında ayetlerden bir delil, istidlal yolu varsa belli ayetleri inceleyebiliyor.
  • Kur'an ayetlerini bilgi kaynağı olarak kullanmak ile bizzat Kur'an-ı Kerim'i incelemek farklı şeylerdir. Tefsir ile diğer dini ilimlerin geleneksel dönem için ayrımını veren şey budur.

Geleneksel Dönemde Tefsir Nasıl Anlaşılmıştır?

  • Tefsir ilminde geleneksel dönemde öne çıkan şey yorumlama faaliyeti değildir. Tefsir dediğimizde aslında Kur'an-ı Kerim'in diğer disiplinlerde konumları itibariyle incelenmeyen bütün yönlerinin incelenmesi demektir.
  • Geleneksel dönemde Kur'an-ı Kerim metninin incelenebilecek bütün vecihleri tefsir alanında incelenmiştir çünkü bunları inceleyen disiplin yoktur.
  • Bu inceleme ses birimlerden başlayarak cümle yapısına ve bağlamsal kullanımlara kadar gider ve bu açıdan bakıldığında geleneksel dönemde tefsir ilmi biraz daha dil ve belagat ilimleri çerçevesinde hareket etmiştir.
  • Bir de buna rivayet ve tarih ilimlerini ekleyebiliriz ki bu aşamalarda biraz yorum öncesi anlam tespiti ön plandadır.
  • Bundan dolayı tefsire Kur'an'ın anlaşıldığı disiplindir demek ve meseleyi sadece dil sorununa bağlamak biraz yanıltıcı olabilir. Çünkü bizde bu yorum/te’vil meselesinin gündeme geldiği birçok farklı disiplin olacaktır.
  • Geleneksel dönemde aslında tefsirin özellikle öne çıktığı alan, yorumlama ameliyesinden ziyade tarih, dil, belâgat çerçevesinde otantik anlamların tespiti öne çıkmıştır.
  • Buna örnek olarak elhamdülillah kelimesinin farklı okunuşlarını verebiliriz. Bunlar mütevatir kıraatler değil, hatta şaz bile olmayabilir fakat bedevilerde farklı şekillerde okuyanlar vardır. Tefsirlere bakıldığında bu okunuşların ele alındığını görülür. "elhamdilillah" neden okunmuştur, "elhamdülüllah" neden okunmuştur, bu kıraatin bilgisel değeri ve bunun dilsel açıklaması da tefsirin bir konusudur.
  • Burada mesela anlam ile ilgili herhangi bir şey söz konusu değildir. Fakat ayetin okunuşu ile ilgili bir sorun vardır. Bu okunuşların fıkha bakan yönleri de olur mesela namazda okunur mu gibi. Fakat bunu tefsir ele alıyor. Burada anlambilimsel bir seviye söz konusu değildir, müfessir tamamıyla ses bilimsel bir açıklama yapmaktadır.
  • Tefsir, morfolojik yapıları da incelemektedir. Bir kelimenin morfolojik yapısı hakkında konuşmak yorum düzeyinde bir ameliye değildir, bu da dilbilimsel bir çaba ve yorumdan ziyade ayetlerin dilsel yapılarının açığa çıkarılmasına yönelik bir çabadır.
  • Sıfat-ı müşebbehe, ismi fail tercih edilmiş olabilir, mübalağalı ismi fail tercih edilmiş olabilir ve bunlar morfolojik olarak farklı anlamlar üretir. Mesela burada tercih edilen herhangi bir anlam üzerine konuştuğumuz ve morfolojik bir analiz yaptığımız zaman yine ayeti açıklamış oluyoruz ama yorum seviyesine hala çıkmış değiliz. Çünkü bu morfolojik analiz yapılmadığı takdirde ayetin literal anlamı veya Allah Teâlâ’nın nasıl konuştuğu ortaya çıkmayacaktır.
  • Aynı şey cümle yapısı için de geçerlidir. Bizim tefsirlerimizde morfolojik incelemeden sonra geleneksel dönemde en çok gayret sarf edilen alanlardan birisi ilmu’l-luga'dır.
  • Füruğ meselesi yani Allah Teâlâ neden el-hamd kelimesini kullandı, el-medih, sena, şükür gibi gündelik olarak aynı anlamları verebildiğimiz birçok kavram içerisinde el-hamd'ı tercih etmiş, hamd'in burada sözlük anlamı nedir?
  • Müfessir el-hamd kelimesinin anlamını tespit ederken, bunun medih'le, şükür'le olan ilişkisini ve onlardan nasıl ayrıştığını açıklarken, burada da yorum yapmamaktadır. Bu da yorum öncesi bir inceleme fakat hamd'in sözlük bilimsel anlamı, Arap şiirine ve muhtelif kullanımlara başvurarak ortaya konulmadığı takdirde, ayetin literal anlamı tahkik üzere elde edilmiş olmaz.
  • Arapça i’rablı bir dil olduğu için, aynı cümle yapıları çok farklı çözümlemelere müsaittir. Harf-i ta’rif gelmiştir en sonunda u-ü sesi gelmiştir, iki unsur vardır karşınızda, takdim tehir yaparsanız mübteda ile haberin yeri değişir. Yüklemle özneyi ters yüz edebilirsiniz.
  • Yani Arapça yorumsal ameliyenin çok fazla gündeme gelebildiği bir dildir. Bu da bizim i’rab vecihleri dediğimiz olguyu gündeme getiriyor ve geleneksel dönemde müfessirler yine öncelikle cümle yapısı analizini ortaya koyduktan sonra bu cümle yapısını farklı i’rab vecihlerine muhtemel cümleleri analiz ederken, bunların kasıt ile alakasını kurmaya çalışmışlardır.
  • Mesela bir fakih diyecek ki benim işim ahkâmın istinbatıdır. Veya kelamcı diyecek ki ben de belli itikat konuları çerçevesinde havas, hamse, sadık haberi, aklı vs. kullanarak, bilgi kaynaklarını kullanarak istidlalerde bulunuyorum. Konu ile ilgili ayet gelmediyse Kur'an'a bakmayacak. Müfessirin böyle bir lüksü yoktur.
  • Müfessir her atomik birim ile yüzleşmek zorundadır.
  • Tefsirin diğer bilimlerden ayrışma noktası doğrudan Kur'an metnini konu almasıdır. Şu ana kadar yaptığımız analizler dilsel analizlerdir, hala yorum seviyesine çıkamadık. Dolayısıyla arka plan bilgisine veya te’vil sistemlerine çok dayalı olmayan dilin kendisini araştırıyor yani kelimenin sözlük anlamını araştırıyorsunuz. Bir cümlenin yapısını analiz ediyorsunuz.
  • Burada amil nazariyesine dayanılıyor ama bu te’vil sistemi gibi değildir. Eş’ariyye, Mutezile, Matüridiyye gibi yorum faaliyetlerinizi yönlendiren bir şey olmaktan ziyade bir dil nazariyesi olarak bunu ele alarak çözümlemiş oluyorsunuz.
  • Zemahşeri, tefsirinin mukaddimesinde, bütün ilimlerde âlim olsan, meani ve beyan alanında derinleşmediysen tefsirin kapısından bile giremezsin der. Bu geleneksel dönemde gerçekten böyledir.
  • Meani alanında Kur'an-ı Kerim'in, ayetlerin dilsel kullanımından ziyade kullanım özelliklerine geçilmektedir. 
  • Müfessir, Allah’ın dili nasıl kullandığını ve dili Allah kullandığında tabiri caizse ne olduğunun açıklanması ile ilgili bir çabaya girmektedir. Meani alanında takdim, tehir, tarif, tenkir, hazif, zikr, tekrar, fasıl, vasıl, kasr gibi birçok konular vardır.
  • Meani alanında muktezaya yani halin gereklerine uygun olarak sözün nasıl kurulduğu incelenmektedir. Müfessir en çok çabasını burada harcamaktadır.
  • Allah Teâlâ konuşunca ortaya ne tür anlam incelikleri çıkacağı meselesi gündeme geliyor. Burada yine dil çerçevesinde fakat sesbilimsel, morfolojik, cümle yapısı ve sözlükbilim çerçevesindeki incelemenin aksine, Kur’an-ı Kerim'in ilahi söz olması bakımından incelenmesi söz konusudur burada.
  • Yani bağlamsal olarak ayetler nasıl dizilmiş, sözdizimi nasıl oluşturulmuş ve bağlama tam uygun olarak sözün oluşturulması ile birlikte nasıl bir etki oluşturmuş muhataplarına, işte geleneksel dönemde müfessirin özellikle üzerinde durdukları meani incelikleri dediğimiz şeydir.
  • Burada anlam tespitlerinden yoruma yol buluruz fakat objektif bir alan içerisinde hareket ediyoruz. Yani dil bilimleri, meani, beyan, bedii iki tane daha bizim dil ilmimiz vardır.
  • Beyan incelikleri; eğer ayetlerde istiare, kinaye, teşbih gibi unsurlar var ise müfessir bunu da belagatin beyan alanı ile irtibatlı olarak açıklar. Bedii incelikleri varsa bunları da açıklar.
  • Yani buraya kadar bahsettiğimiz alan, dil ve belagat ilimleri, özellikle geleneksel dönemde tefsirin ana ilgi alanını oluşturmuştur. Tek tek Kur'an-ı Kerim'in her bir atomik birimini açıklama ihtiyacı hissetmişlerdir. Dolayısıyla o ses bilgisi, kıraati de buna katabilirsiniz, tecvidi de katabilirsiniz, morfoloji, sarf, nahiv, cümle yapısı analizleri ve meani dediğimiz sözdizimi uygulamaları her türlü ayete uygulanabilecek alanlardır.
  • Yani her ayeti ses açısından, morfoloji açısından, cümle yapısı açısından ve meani, sözdizimi açısından inceleyebilirsiniz.
  • Bir kere biz her ayeti bu açılardan inceliyoruz. Bir de tefsirin özellikle üzerinde durması gereken şey Ulumu’l-Kur’an dediğimiz bir alan vardır. Ulumu’l-Kur’an alanı aslında ayetlerin, yine tarihi bağlamlarının tespit edilmesine yönelik disiplinlerdir.
  • Mesela Mekki-Medeni, siyak-sibak, esbab-ı nüzul, münasebat gibi disiplinlerden bahsediyoruz. Veya nasih-mensuh gibi disiplinlerden bahsediyoruz. Burada da o dil bilimsel ve edebi çabaya ek olarak bir tarihî bağlam olarak kendini gösteriyor bu ikinci kısım. Bu da tefsirin sürekli olarak hemhal olduğu bir alandır.
  • Şu an hala Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması, yorumlanması gibi çok sevilen konularına gelemedik çünkü müfessirin buralara gelmeden önce açıklanması gereken birçok konu vardır. Yani müfessir bize el-hamd'in anlamını açıklamasa biz bunu bilemeyeceğiz. Bunlarla neden uğraşıyorlar gibi bir soru abestir çünkü burada bilinmeyen bir şey vardır. Veya tespit edilememiş bir anlam inceliği var diyebiliriz, bunu tespit edecek olan da müfessirdir.
  • Yani geleneksel dönemde bir müfessir, önermesel içeriğine bakılmaksızın Kur'an-ı Kerim'in incelenmesini, sadece anlaşılmasını değil, mutlak olarak seslerinden, morfolojik yapılarına, sentaktik yapılarından bağlamsal değerlerine dolaylamalı anlatımlarından söz sanatlarına varıncaya kadar bir dürü dilsel incelemelerde bulunur.
  • Tefsir evvela bunu üstlenmiş bir disiplin olarak görünmektedir, ikincisi ayetleri tarihi bağlamları ile buluşturma gibi bir görevi vardır tefsirin. Bu da başka bir disiplinde yapılan bir şey değildir.
  • Bu noktadan sonra, bir müfessir Fatiha suresini incelerken karşısına doğal olarak ahkâm içerikli ayetler geliyor. Doğal olarak itikadi, irfani, ahlaki içerikli ayetler geliyor, yani bizim farklı farklı bilimlerde mesele edilmiş ayetler de geliyor.
  • İşte bunların te’vili geleneksel dönemde müfessirin başlıca görevi olarak, sorumluluk alanı olarak görülmemiştir.
  • Zemahşeri tefsirinin en az önemli unsuru nedir diye sorsanız, hiç tereddüt etmeden i’tizali içeriğidir diyebiliriz. Hiç kimsenin önemsemediği aslında yani başından sonuna kadar usulü hamse ye göre yazılmış ve bütün ayetler Zemahşeri'nin el Keşşaf'ında Mutezileye göre te’vil edilmiştir.
  • Zemahşeri'nin kayda değer olarak algılanan tarafı bir zaman oradaki i’tizali bir te’vil sistemi kullanılarak yapılan tev’iller değildir. Asıl olarak önemsendiği nokta, kendisi çok güçlü bir sözlük bilimci, sözlük yapısı alanında, cümle yapısı alanında, morfoloji alanında özellikle ve her şeyden önce meani alanında, yani söz bağlama uygun olarak kullanıldığında ortaya çıkan anlam inceliklerinin tespiti noktasında son derece başarılı olmasıdır.
  • Dolayısıyla bu bahsettiğimiz çerçeve, dil, belagat ve tarih ilimleri çerçevesinde bir alan ve geleneksel dönemde tefsirin, tefsircinin olduğu, özellikle öne çıktığı ve aslında bir müfessirden beklenen şey budur. Yani biz Zemahşeri'den şefaatle ilgili ayetleri nasıl tevil edecek diye bir beklenti yoktur. Zaten biliyoruz Mutezile nasıl tevil etti belli.
  • Müfessir te’vil yapmış fakat ayetleri tefsir ederken itikadi içerikli ayetler geldiğinde bağlı bulunduğu te’vil sisteminden hareketle bunu yapmıştır.
  • Mesela ruyetullah ayeti geldiyse sizde Eş'ariyseniz, buna göre te’vil ediyorsunuz. Ama orda kalkarak zat sıfat meselelerini tartışmıyorsunuz.
  • Fahrettin Razi biraz bunu yapar ama o da nakildir, tartışma değildir. Mutezilenin delillerini zikreder, Eş'ari'nin delillerini zikreder, arada ara delilleri zikreder vs. bu da kelam değildir aslında, bu tefsir olarak da algılanmamış. Ne kelam ne tefsir, malumatın derlenmesi gibi görülmüştür biraz.
  • Fakat mesela burada yapılan şey, tefsir yaparken miras ayeti denk geldi, geleneksel dönemde ne yapıyorsunuz? Miras meselesini çözmek Kur'an-ı Kerim'in işi değildir. Kur'an-ı Kerim'in böyle bir iddiası yok, aslında mesele burada düğümleniyor.
  • Çünkü Kur'an-ı Kerim bir peygamberi olan dine gelmiştir. Peygamber Efendimiz gelecek 23 sene boyunca bu dini tebliğ edecek, açıklayacak, pratik olarak daha sonra bu iş tevatüren devam edecektir.
  • Kur'an-ı Kerim'e bakıldığı zaman temelde tevhit vurgusu vardır. Yani İslam'ın özü orada verilir yoksa ne fıkıh meseleleri ne de kelam tartışmalarını burada bulamazsınız.
  • Bilimler çerçevesinde yapılan istidlaller bile belki tefsir açısından bakılarak sorgulanabilir. Mesela ru’yetullah ayetini okuyup istidlal ediyorsun ama acaba ayet ondan mı bahsediyor?
  • Kur'an-ı Kerim'in okumanın fiilleri meselesini felsefenin, kelamın dili ile çözme gibi bir iddiası yoktur. Dolayısıyla geleneksel dönem müfessirlerinin Kur’an’dan hareketle fıkıh yapmak vesaire akıllarına gelmemiştir.
  • Mesela Ebussuud Efendi’ye böyle bir şey söyleseydik anlayamazdı bizi. Çünkü tefsirden beklenen, falanca müfessirin ru’yetullah meselesini tartışması değildir.
  • Bunlar zaten ilgili disiplinlerde konu merkezli olarak tartışılmıştır ve bu tartışılırken Kur'an-ı Kerim de bilgi kaynağı olarak kullanılmıştır.
  • Mesela miras meselesini Müslümanlar din çerçevesinde çözümlemek istiyorlarsa bunu fakih yapacaktır. Eldeki malzeme belli; Kur'an-ı Kerim, sünnet, sahabenin bu meseleyi nasıl algıladığı, daha sonraki nesillere nasıl aktarıldığı, örf, mezhebine göre istihzan vs.
  • Yani burada Kur'an kaynaklardan biri, öyle bir mesele gelir ki Kur'an o konuda hiçbir şey söylememiş olabilir.  Diyelim vefat eden ninesinin bir şeyleri kalmış, mirası bölüştürmek gerekiyor, Kur'an'da var veya yok gibi bir soru burada mantıklı değildir.
  • Kur'an'da bir bilgi varsa, zahiren çıkan bir sonuç varsa bu zaten kullanılmıştır. Ama zaten mezheplerin oluştuğu yerler buralar değildir. Kur'an-ı Kerim'de nassın açık delaletiyle, sarih delaletiyle vuzuha kavuşan bir meselede zaten tartışma çıkmaz.
  • Meselenin ortaya çıktığı yerler Kur'an ve sünnet çerçevesinde kat'i şekilde çözülmeyen noktalara bir çözüm bulmaktır. Bu mesele hakikat meselesi yani hakikat birdir çoktur meselesi değildir. Bunlar netleştirilememiş, dinin özüne ait olmayan mesela kıyamda dururken ellerini nasıl bağlayacağın gibi meselelerdir.
  • Bir konuda sarih bir nass varsa biz bu nassı kullanacağız şeklinde bir yaklaşım söz konusudur. Burada da bir nass varsa kelamcının onu tüketmiş olması beklenmektedir.
  • Mesela şefaat hakkında konuşacağız, kelamcıdan şefaat hakkındaki bütün ayetleri tüketmiş olması beklenir.
  • Yine meselenin çözüme kavuşmamış olması beklenir çünkü eğer kavuşsaydı ihtilaf olmazdı. Bu noktada akıl, kıyas, diğer kullanılan deliller, havası hamse-i delil vs. gibi bilgi kaynakları devreye girecektir.

Neden Kur’an’dan hareketle dünya görüşü oluşturma, diğer disiplinleri de yönetmeye yönelik yaklaşımlar ortaya koymadılar?

  • Bu noktada varlık ve hakikat mertebeleri şeklindeki yaklaşımın, bizim gerek İslam felsefesinde, kelamda, gerek fıkıh usulünde gündeme getirilmiş olan yaklaşımın biraz açıklayıcı olabileceğini düşünüyorum.
  • Yani, geleneksel dönemde Kur’an’da varlık ve hakikatleri nedir; varlığın önceliği, daha sonra zihinsel olanın önceliği, daha sonra dil vs.
  • Dil ancak zihne sahip olan varlık tarafından ortaya koyulabiliyor veya anlaşılabiliyor. Dolayısıyla bir önceleme ilişkisi vardır.
  • Meratibu’l-Hakikat’te de yine dış dünya mertebesi, yine zihinde hakikat, dilde hakikat, örfi hakikat ve şer’i hakikat gibi bir sıralama gözetmişlerdir.
  • Kuran’ı harici olanın, zihni olanın, akli olanın, lisani olanın, dilsel olanın ve hatta örfi olanın alternatifi olarak görmemişler.
  • Kur’an-ı Kerim nazil olmadan önce de insanlar akleden insanlardı, diller vardı. Kur’an apaçık bir Arapça olarak inmiştir, Kur’an gelince insanlar dilleri konuşur olmamıştır.
  •  Kuran-ı Kerim’den önce insanlar tam bir kaos içinde yaşamıyorlardı. Hukuk sistemleri vardı, belli bir rasyonalitesi vardı bu işin, örfler vardı. Kur’an hayata gelen radikal bir müdahale değil, akli, zihni, örfi olana alternatif değildir.
  • Mevcudu mümkün olduğunca geniş bir şekilde kabullenen, o alanlarda hakikat iddiasında bile bulunmayan ki neden bulunsun dinin işi o değil, fakat örfi bazı problemler varsa şeriat açısından, bunlara müdahalelerde bulunan hayatın içinden bir şeydir vahiy, böyle bakılınca sizin metinden hareketle bir şey inşa etmenize gerek yoktur.
  • Zaten insan dediğimiz aklı başında, örfi birtakım düzenlemelere sahip olan bir varlıktır. Vahiy bunlara alternatif olmadan belirli düzenlemeler yapan bir kurumdur.
  • Bu da özellikle ibadet, Allah ile kul arasındaki ilişkileri düzenleyen buralara ağırlık veren, onun dışında sağduyusal birtakım gerçeklere vurgu yapan ve itikat esaslarını yerleştiren, toplumsal birtakım düzenlemeleri örfi yapıları ters yüz etmeksizin gerçekleştiren bir yapı olarak bakıldığında, Ebussuud Efendi Kur’an’dan hareketle bir dünya inşa etme gibi düşünceye katılmayı anlayamazdı.
  • Yani neden biz Kur’an merkezli olarak bir şey inşa etmeye çalışıyoruz? Kur’an-ı Kerim’in böyle bir iddiası mı var? Her şeyi yeniden tanımlayacağım, her şeyi yeniden kuracağım, önceki örflerinizi unutun, önceki adetlerinizi unutun hatta önceki aklınızı unutun, önceki dilsel alışkanlıklarınızı unutun gibi iddiaları mı vardı Kur’an’ın? Bu modern bir şeydir. Tefsirdeki ters yüz oluş da bununla alakalıdır.
  • Tefsirin dilbilimsel, edebi ve tarihi ilgilerinin küçümsenerek daha nazari çerçevelere yerleştirilmesi, kural koyucu bir disiplin olma iddiası ile ortaya çıkması, dünya görüşlerine mesnet edilmesi çağdaş dönemde ortaya çıkan bir şey çünkü sizin zihniniz, diliniz, örfünüz paramparça olunca, artık o hiyerarşik varlık yapılanması da ortadan kalkmaktadır. Çağdaş dönemde elde kalanlarla her şeyi yeniden inşa etme gibi bir ameliyeye girişilmiştir.
  • Bu süreçte çok hızlı cevaplar verilmiştir. İslam medeniyetinin karşılaşmış olduğu çok yönlü yapısal sorunlara çok basit reçeteler yazılmış, çok indirgemeci teşhisler yapılmıştır.
  • İktisadi, siyasi, harici, Rönesans, reform hareketleri, sanayi devrimi daha sonra, ticaret yollarının, üretim araçlarının değişmesi, doğunun zenginliklerinin batıya aktarılması, tımar sisteminin bozulması, askeri sistemin gözden geçirilme ihtiyacı, barutun hızlı bir şekilde yayılması gibi çok yönlü olarak değerlendirilmesi gereken tarihi, siyasi, iktisadi birçok yapısal sorunu Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması gibi bir teşhisle açıklarsanız çözüme ulaşamazsınız.
  • O zaman bütün İslam tarihini bu şekilde mi okumalıyız? Mesela Abbasi döneminde Kur’an’la iyi ilişkiler kuruldu biraz toparladı işler, Selçuklularda, Osmanlılarda demek ki iyi bir ilişki kuruldu gibi okuyacağız bu ilişkiyi.
  • Bu tarihi süreçler, tarihin akışı metinselcilikle, metin üzerinden okunabilecek bir ilişki midir, çağdaş dönemde bunun sorgulanması gerekmektedir.

Hazırlayan: Merve Nur Türksever

Videolar