Usûl Dışı Arayışlar - Seyyid Ahmed Han
(1817- 1898)


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 21 MAYIS 2021

Hayatı

  • Seyyid Ahmed Han 17 Ekim 1817'de Delhi'de Nakşibendî tarikatının silsilesi içinde yer alan bir ilim ailesi içinde dünyaya gelmiştir.
  • Babası Seyyid Muhammed Muttaki Han, aristokrat bir ailenin çocuğudur.  Seyyid Ahmed Han'ın babası ve dedesi de ilimle meşgul olmuşlardır. Babası vefat ettikten sonra ilminin büyük kısmını annesinden almıştır.
  • Kendilerini Hz. Hüseyin'in soyuna nispet ettikleri için Seyyid unvanını almıştır. O, edebiyatla da ilgilenen çok yönlü bir ilim insanıdır. 27 Mart 1898 tarihinde Aligarh’da vefat etmiştir.
  • Urduca ve Farsça Tehzibu'l-Ahlakisimli haftalık yayınlanan bir dergi çıkarmıştır. Hint Müslümanlarının sorunlarını ele alırken ilk olarak eğitim ve ahlak konusuna yönelen Seyyid Ahmed Han, İngiliz işgalini önem bakımından daha sonra ele almıştır. Kendisi de hayatında daha çok eğitim ve ahlak üzerinde durmuş, bu yönde çalışmalar yapmıştır.
  • 1857'lerde Hindistan'daki Müslümanların, İngilizlere karşı kalkışma hareketinin içinde yer almamış ve İngilizlerle beraber hareket etmiştir. Malik b. Nebi'nin sömürülebilirlik kabiliyeti felsefesini Ahmed Han'da da görülmektedir. Ona göre sömürülebilir olma hasletleri atılmadan İngilizlerle savaşmak sadece insanların ölümüne sebep olur. Onlardan bilimsel çalışmaları örnek alıp geliştirmedikçe çatışmanın bir anlamı ve kazananı olmayacaktır.
  • Müslümanları, İngilizlere karşı isyan etmekten alıkoymaya çalışmıştır. Bu hareketten sonra iki oğluyla beraber İngiltere'yi ziyaret etmiş ve yaklaşık iki sene orada kalmıştır. Meşhur oryantalistlerle görüşmüş ve bilhassa Oxford ve Cambridge’de araştırmalar yapmıştır.
  • Hindistan’da Oxford ve Cambridge modelinde Aligarh Üniversitesini kurmuştur. Bu üniversite önce bir fakülte olarak kurulmuş daha sonra İslamî ilimlerin içinde okutulduğu bir üniversiteye dönüşmüş ve sonunda bir ekol olmuştur. Öyle ki Seyyid Ahmed Han'a karşı olan âlimler bile bu üniversitede hoca olarak görev yapmışlardır.
  • İngilizlere karşı bu tavrından dolayı onlarla birlikte hareket etmekle suçlanmıştır. Dönemindeki ilim insanları kendisine bu noktada reddiyeler yazmışlardır.
  • En acımasız reddiye Cemaleddin Efgânî tarafından kaleme alınmıştır. Efgânî hem el-Urvetü’l-Vüskâ hem er-Reddu ala Dehriyyun eserini büyük oranda Seyyid Ahmed Han'a reddiye olarak kaleme almıştır.
    • Efgânî onu, tabii din isimli bir felsefe ve özellikle batı bilimini esas alan Kur'an yorumu üzerinden yürüdüğü için hem Dehrîlîkle hem İngilizlerle birlikte hareket ederek İslam'a zarar vermekle suçlamıştır.
    • Seyyid Ahmed Han'ın peygamberle filozofu birbirine karıştırdığı ve peygamberliği anlamamakla da itham etmiştir.
  • Muhammed İkbal'den Fazlurrahman'a kadar hem Mısır'da hem Hindistan'daki pek çok âlim üzerinde etki bırakmıştır.
  • Tefsiru'l Kur'an ve Huve el-Hedyu ve Furkan isimli iki ciltlik tefsiri vardır. Bu eserin mukaddimesi bir tefsir usulü olarak kabul edilmektedir. Burada akıl-vahiy meselesini ve mucize meselesini ele alır.  Allah'ın kâinata yerleştirdiği kanunları delen şeylerin mucize olamayacağını söyler.
  • O, şeytan ve iblisin birer varlık olduklarını reddederek, bunların kötülüğü temsil eden birer duygu olduğunu ifade eder.
  • Tasavvufi bir yönü de bulunan Seyyid Ahmed Han’ın Cilâü’l-Kulûbbi Zikri Mahbûb ve Kelimet-u Hak isimli eserleri vardır. Bu eserlerinde İbn Arabi'nin fikirlerinden çokça etkilendiği anlaşılmaktadır.

Usul Anlayışı

  • Seyyid Ahmed Han'ın doğrudan usul-i fıkıhla ilgili bir eseri yoktur. Ancak icma, kıyas, sünnet ve Kur'an ile ilgili görüşlerinin yer aldığı makale ve kitap çalışmaları bulunmaktadır.
  • Usule dair görüşleri on başlık altında toplanabilir:
    1. Kur'an tefsirinde ve Kur'an'dan hüküm çıkarırken birinci esas olarak vâkiyi (içinden geçtiğimiz hayatın gerekçeleri) nassın önünde görerek değerlendirir. O, Hz. Ömer'in ''hasbuna kitabullah (Allah’ın kitabı bize yeter)” sözünü slogan haline getirerek Kur'an'ı dinin ve usulün en temel aslı ve kaynağı olarak görür. Kur'an'ı kadim tefsirlerle anlamanın imkânsızlığını ve bilimsel tefsir ekolünü vurgular. Ona göre Kur'an'ın manası Allahtan, lafzı ise resuldendir. Kur'an'ı anlarken, kesinlikle ilmî tefsire bağlı kalmak gerektiğini savunur.
    2. Sünneti beşer kaynaklı olarak görür. Hadisler, Peygamber döneminde tedvin edilmediği için doğrudan dinin kaynağı olarak kabul edilemez. Hadislerin büyük kısmının mana ile rivayet edildiğini lafızların râvilere ait olduğunu düşünmektedir. Ona göre hadislerin kabul edilmesi için Kur'an'ın ruhuna, akla ve mantığa, beşerî tecrübeye ve tarihî hakikatlere uygun olmaları gerekmektedir.  O, mütevatir hadisleri kabul etmekle birlikte meşhur hadisleri ise üst ilkelere uygunluğu sonucunda kabul etmektedir. Ahad haberleri ise reddetmektedir. Ayrıca sünnetin kaynağının beşer olduğunu dile getirip Hz. Peygamberin beşer olduğuna vurgu yapar. Bu vurguyu yaparken Dehlevi'nin tarifini referans alarak peygamberin görevleri sadedinde risaletin görevi olan ve risaletin görevi olmayan hususlar tasnifini açmıştır. Onun Kur'an ve sünnet anlayışında kendisine kadar gelen geleneksel bakış açılarının tamamen dışına çıktığı görülmektedir.
    3. Sahabenin icmaı da dâhil icmanın dinde delil oluşunu reddetmektedir. Ona göre her asrın âlimleri arasındaki icma, o asırdaki insanlar için geçerlidir; sonraki asırlar için geçerli değildir.
    4. Şeriat-ı İslamiyyenin birbirini takip eden dönemsel özelliklere sahip olduğunu söylüyor. Ona göre her çağda Şeriat-ı İslamiyye kendi döneminin şeriatını ortaya koymakla mükelleftir. Bu noktada meşhur olan tartışmalardan çok eşlilik, kadının özgürlüğü, hicap, kadının mirası ve bazı had cezalarını ele alarak, tüm bunların her asırda değişkenlik arz edebileceğine dair fikirler öne sürer.
    5. İslam fıkhının bazı hükümlerinin tarihsel olduğunu ifade etmiştir. Hz. Ömer'in içtihatlarını bu noktada kendisine delil ve mesnet olarak kabul eder.
    6. İslam şeriatının kavimsel, Araplara özgü bazı hususları içerdiğini ifade eder. Dolayısıyla her kavmin kendi örfüne göre İslam şeriatının bazı esaslarını anlayabileceğine dair bir görüşe sahiptir. Diyet meselesini ebedî ceza hukukunun bir parçası olarak değil İslam öncesi Arapların âdetini Kur'an'ın takrir ettiğini, buna benzer Kur'an'ın İslam'dan önce Arapların bazı uygulamalarını kabul edişini evrensel olan İslam'ın tatbikatı içinde farklı coğrafyalarda ve farklı toplumlarda kendi şartlarını dikkate alarak yeniden yorumlayabileceklerine dair bir delil olarak ele alır ve bunu usulün içinde zikreder.
    7. İslam'ın kendi içerisinde bir din-siyaset ve din-dünya ayrımı yapılabileceğini iddia eder. Bu görüşünü peygamberin hurma aşılama meselesi ve ilgili diğer hadislere dayandırır. Peygamberin risaletini, peygamber olarak yaptıkları ile devlet başkanı olarak yaptıklarını birbirinden ayırarak bir din-siyaset ve din-dünya ayrımı yapılabileceğini öne sürer.
    8. Akıl ve mantığı din de bir hakem olarak görmektedir. Ancak bu konudaki fikirleri geleneksel çerçevenin oldukça dışında bir görünüm arz etmektedir.
    9. Her asırda daima özgür içtihat hareketinin önünün açık olmasını savunmaktadır.
    10. Cihadı sadece insanın kendini korumak için caiz olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle Hintli Müslümanların, İngilizlere karşı başlattığı hareketi cihat olarak görmediğini ifade eder.
  • Bütün bunlardan dolayı da başlıkların altında bazı özel fikirlerinde etkili olmasıyla birlikte İslam'ın asırlara sâri olan usulünün temel çerçevesine bağlı kalmadığı için hem çağdaşları hem sonraki ilim adamları tarafından çok ciddi eleştirilere maruz kalmıştır.

Hazırlayan: Fatıma Nur DEMİR