Seyyid Bey
(1873-1925)


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 12 Şubat 2021

  • Seyyid Bey, 1873'te İzmir'de dünyaya gelmiştir.
  • Saruhan medresesinde Ulûm-u İslamiyye'yi tahsil etmiş, 1904 yılında Darû'l-Fünun Hukuk fakültesine başlamış ve mezun olunca aynı fakültede usûl müderrisi olarak görev yapmıştır.
  • Medrese ve mektep tahsilini birlikte yürüten, usûl ilmi üzerine ihtisas yapmış olan nadir Osmanlı münevverlerinden birisidir.
  • II. Meşrutiyet döneminde siyasete atılmış ve 1912-14 seçimlerinde İzmir mebusu olarak görev almıştır. 1916'da ise Ayan Meclisi üyeliğine tayin edilmiştir.
  • İttihat ve Terakki Cemiyetine katılmıştır. Bu cemiyette başkan yardımcılığı ve bir süre başkanlık görevlerini yürütmüştür. 1918'lerde ise bu cemiyetten ayrılarak Teceddüd Cemiyetine dahil olmuştur.
  • Taknin (İslam fıkhında yeni kanunlar üretme) ve ta'dil (Mecelle'nin bazı maddelerinin tadil edilmesi) olmak üzere iki önemli görev deruhte etmiştir. Aynı zamanda bu komisyonlara başkanlık yapmıştır.
  • Mondros mütarekesi ve İngilizlerin işgali sonrasında Malta'ya sürgün edilmiş ve iki yıl sürgün hayatı yaşamıştır. Sürgün dönüşü ise Mustafa Kemal Atatürk'ün hukukî konularda danışmanı olarak görev yapmıştır.
  • Aynı dönemde Tadil-i Kavani komisyonlarında tekrar görev almış ve taknin ile ta'dil görevlerini üstlenmiştir. Sonra yeniden siyasete yönelmiş ve İzmir'den tekrar milletvekili olmuştur.
  • Seyyid Bey 1923'te kurulan ilk hükümette ilk adliye vekili olarak görev yapmıştır.
  • Hükümet değiştikten sonra görevinden azledilmiş ve Darülfünun ilahiyat fakültesinin dekanı olmuştur.
  • Darülfünun ilahiyat ve hukuk fakültesinde eş zamanlı dersler veren Seyyid Bey, 1925 yılında oldukça genç bir yaşta zatürreye yakalanmış ve vefat etmiştir.

Usûl Anlayışı

  • Seyyid Bey, yeni bir usûl önermemiş; maslahat, örf ve makâsıdın üzerinde durarak birtakım yenilikler getirmiştir.
  • Maslahat konusunda fukahanın usûl ve fürû'da çelişki içerisinde olduklarını ispatlamaya çalışmıştır. Fukahanın usûlde yer verdikleri, tanımını yaptıkları maslahatı fürûda tatbik etmediklerine dikkat çekmiştir.
  • Usûlcülerin maslahat konusundaki görüşleri ile fukahanın fıkhi uygulamalarının birbirine uymadığını söylemiş ve İmamu'l Haremeyn el-Cüveyni’nin de bu görüşteki usûlcülere örnek olarak göstermiştir.
  • Seyyid Bey, Necmettin Tûfî'nin görüşlerini kendi çağına taşımak istemiştir. Necmettin Tûfî ile ilgili; ''Bu zat Avrupa'da dolaşmış, feyyaz ve muhit bir iklimde yetişmiş olsaydı nadiru'l-emsal bir alim olacağına asrın feridi mertebesini ihraz edeceği şüphe edilmezdi.''
  • Maslahat konusunda Necmettin Tûfî’nin yolunu izlemiş ancak Tufî gibi maslahatı sadece muamelat ile sınırlandırmamış, bunu hadlere de tatbik etme teşebbüsünde bulunmuştur.
  • Maslahat ile nassın çatıştığı durumlarda maslahatın tercih edileceğini savunmuştur. Bu hükümle kararı ise Kur'an'dan istinbat ettiğini dile getirmiştir.
  • O, Tûfî'nin yanı sıra Ebu Yusuf'un örf anlayışını da yeniden yorumlamıştır. Ebu Yusuf'un ticaret hukuku ile ilgili görüşlerinden hareketle özellikle kamu, borçlar ve ticaret hukuku ile ilgili bazı değişiklikler önermiştir.
  • Seyyid Bey, ilm-i usûl-i fıkhı; ''ahkâm-ı şer'yyenin asıllarını ve bu asıllar arasında tearuz vukuunda hangilerinin diğerlerine tercih edileceğini gösteren bir ilim'' şeklinde tanımlar.
  • Ona göre “usûl-i fıkhın; ulûm-u İslamiyye arasında âlî ve mümtaz bir mevkii vardır. Ahkâm-ı şer'iyyenin hakayıkına hakkıyla kesb-i vukuf etmek isteyen bir zat, mutlaka bu ilmi etrafıyla tahsil etmek mecburiyetindedir. Bu ilmin vaz ettiği esasları, tayin ettiği kaideleri bilmeyen bir alim tefsir ve hadis gibi sair ulum-u İslamiye'ye ne mertebe vakıf olursa olsun yine de hakayık-ı şer'iyyenin mezayasını tam anlamıyla idrak edemez.”
  • Kur'an'ı Kerim ve hadisleri anlamak için dil ilimleri ve edebi kaidelerin mümkün olduğunca bilinmesi gerektiğini ve şer’î hükümlerin esaslarını anlamak için de usûl-i fıkıh ilminin kaidelerine ihtiyaç olduğunu söylemiştir.

Makâsıd ve İstihsan Anlayışı

  • Makâsıd, Seyyid Bey'in maslahat ve örften sonra üzerinde en çok durduğu husustur.
  • O, Hz. Ömer'in Müellefe-i Kulâb'a zekat hissesi vermemesini tamamen makâsıda göre değerlendirmiştir. Bunun sadece kanun-şeriat ayrımından ibaret olmadığını vurgulamıştır.
  • Nass ile hükmü birbirinden ayırmaktadır. Nassı değişmez, hükmü ise değişken kabul etmektedir.
  • Nass; manası, muhtevası ve mazmunu ile yerinde durur, kimse ona dokunamaz ancak nasstan çıkarılan hüküm değişebilir. Bu durum nassın nesh veya ta'til edilmesi değildir yine o nass ile amel edilmiş olur. Bu çerçevede o, ciddi bir hukuk inkılabı önermektedir.
  • İstihsanı İmam Serahsi’nin usûlünden bir cümle alıntılayarak şu şekilde tanımlar; “istihsan kolaylık için zorluğu terk etmektir. Çünkü din kolaylıktır çünkü Hz. Aişe buyurmuştur ki; ''Peygamberimiz iki alternatif arasında kaldığında kolay olanı tercih ederdi''