Hasan Hanefi
(1935 / - )


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 15 OCAK 2021
 

  • 1935’te Kahire’de dünyaya gelmiştir. Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi felsefe bölümünden mezun olmuştur. Mezun olduğu yıl Fransa Sorbonne'a kendi imkânlarıyla gidip doktorasını yapmış ve sonrasında ülkesine geri dönmüştür.
  • Hasan Hanefi, Sorbonne Üniversitesi'nde İslam'da metodoloji üzerine Menâhicu'l-İslamiyye adlı doktora tezini kaleme almıştır. Bu eserinde Mutezile’nin usul-i fıkıh anlayışını çalışmıştır. Hatta Ebu'l Hüseyin el-Basri'nin ''el-Mutemed'' adlı usul-i fıkıh eserini 70'li yıllarda tahkik edip neşretmiştir.
  • Hasan Hanefi, Fransa'dan döndükten sonra önce Amerika'ya gitmiş ve iki yıl burada hocalık yapmıştır. Amerika'dan döndükten sonra özellikle Camp David anlaşmasından sonra Hasan Hanefi de yazdığı sert yazılardan dolayı üniversiteden atılanlar arasındadır. O, daha sonra Fas'a gidip iki senede orada hocalık yapmıştır. Sonrasında Japonya’ya gitmiş ve üç sene hocalık yapmıştır.
  • Hasan Hanefi'nin yetiştiği ilk ortamda İhvan-ı Müslimin'in etkisi vardır. Paris'e gitmeden önce düşünce hayatını Mevdudi, Seyyid Kutub ve Hasan el-Benna gibi isimler şekillendirmiş ve kafasında müthiş bir İslamcılık oluşmuştur. Paris’ten döndüğünde ise kendisini İslam’ın sol yorumu olarak bilinen el-Yesaru'l-İslami akımının içerisinde bulmuştur.

Eserleri ve Usule Dair Düşünceleri

  • Hasan Hanefi'nin “et-Turas ve't-Tecdid” adlı eseri aslında bir projedir. O bu projeyi “Keyfe Netea'mel-maa’t-Turas, Keyfe Netea'mel-maa'l-Fikri'l-Garbi ve Keyfe Netea'mel-maa'l-Vaki” olarak üçe ayırmış, tarihi mirasımız, batı düşüncesi ve yaşadığımız çağ ile aramızdaki ilişkinin boyutları üzerinde durmuştur.
  • “Keyfe Netea'mel-maa’t-Turasprojesi bağlamında geçmiş mirasla nasıl ilişki kurulmalı meselesini de dörde ayırmıştır.
  • Birincisi beş ciltten oluşan “mine’l-Akideti ile's-Sevra” adlı eserdir. Hasan Hanefi, eserde ilimleri salt aklî ilimler, salt naklî ilimler ve hem aklî hem naklî ilimler olmak üzere üçe ayırmaktadır. Hem akli hem nakli ilimler dediği Kelam, Felsefe, Usul-i Fıkıh ve Tasavvuf'tur. O, bu dört ilmin her birinin yenilenmesi için ayrı ayrı proje geliştirmiştir. Kelam ilminin yenilenmesi gerektiği üzerinde durmuş ve Kelamın Marksist okumasını yapmıştır.
  • İkinci aşamasında; dokuz ciltlik “Mine’l-Nakli ile'l-İbdaadlı eserinde felsefe ilmini ele almaktadır. Nakilci ve taklitçi bir felsefeden kendi özgün felsefemize doğru yönelmemiz gerektiğine değinmektedir.
  • Üçüncü aşamada; iki ciltten oluşan “Mine'n-Nassi ile'l-Vaki” adlı eserinde ise usul-i fıkıh'ı ele almıştır. Eserin “Tekvin'un-Nassisimli ilk cildinde nassın oluşumunu ele almıştır. “Bünyetu'n-Nass isimli ikinci ciltte ise nassın yapısı üzerinde değerlendirmeleri bulunmuştur.
  • Onun dördüncü aşaması ise “Mine'l-Fenai ile'l-Bekâ isimli fenadan beka'ya doğru tasavvufu ele aldığı hacimli bir eserdir.
  • Projelerinin “Netea'mel-maa'l-Fikri'l-Garbi isimli ikinci kısmında ise batıyı nasıl anlayacağımız meselesine odaklanmıştır. Burada Aristo‘dan Spinoza'ya kadar bütün felsefeleri değerlendirmektedir. O, ilk defa İslam dünyasında “İlm-u İstiğrab diye müstakil bir ilim seslendirir. Ona göre nasıl ki batı İstişrak ilmini ortaya çıkardı ise bizimde batıyı anlamak için kendimize özgü bir ilim ihdas etmemiz gerekir. 
  • Üçüncü projesi ise “Keyfe Netea'mel-maa'l-Vaki”dir. Bu projesinde günümüzü nasıl anlamalıyız meselesini ele almıştır. Bu projeyi geliştirirken gayelerini şöyle anlatır: ''İslam dünyasında muhafazakâr, laik-seküler ve selefi düşünce olmak üzere üç çeşit düşünce egemendir. Ben eserlerimi yazarken bu üç kitleyi göz önünde bulundurarak yazdım. Muhafazakâr kesimi dikkate aldığımda biraz muhafazakârlığını azaltmayı ve toplumun ilerlemesine katkıda bulunmasına yardımcı olmayı esas aldım. Seküler kesime hitap ederken kendi tarihi ve kültürü ile ilişkisini kaybetmemesini esas aldım. Selefi kitleyi dikkate aldığımda akaidi ve dini metinleri bizatihi gaye olarak değil onların insanı, toplumu, vahyi ve kâinatı anlamak için birer vesile olduğunu anlatarak topluma katmaya çalıştım. İnandıkları şeylerin her unsurunun mukaddes olmadığına onları inandırmaya çalıştım.''

Hasan Hanefi'nin Yöntemi

  • Hasan Hanefi'nin eserlerinde İslam dünyasından bir şahsiyet ile Batı dünyasından bir şahsiyeti beraber değerlendirmek gibi bir yöntemi vardır. Gazali ile Descartes'ı, Farabi ile Kant'ı, İbn Sina ile Hegel'i, Ebu Hayyan et-Tevhidi ile Kierkegaard'ı beraber değerlendirmiştir. Bu şekilde fenomenoloji ile Doğu'dan Batı’yı, Batı’dan da Doğu'yu okuma geleneğini ihdas etmek istemiştir.
  • Tevhidi dahi fenomenoloji ile değerlendirmeye çalışmıştır. Tevhidin gökle ilişkili bir kavram olmaktan biraz uzaklaştırılıp yeryüzü ile ilişkili bir kavram olarak ele alınmasını önererek felsefe üretmiştir.
  • O, çalışmalarında Eş'ariliğe şiddetli bir muhalefet gösterir. Mutezile konusunda ise eğer onların yüz yılı olmasaydı İbn Sina, İbni Rüşd ve Farabi gibi filozofların ortaya çıkmayacağını savunur. İslam medeniyeti içersinde Mutezile akımının ortaya çıkmasını önemli bulur ve nasıl ki onlar Yunan medeniyeti ve Roma ile karşı karşıya geldiğinde bir düşünce hareketi başlattılarsa bizim de bugün batıyla karşılaştığımızda yeni düşünce hareketi başlatmamız gerekir diye düşünmektedir. Hasan Hanefi'yi anlamak için Husserl'in fenomenolojisini anlamak gerekiyor.
  • “Mine'l-Akli ile's-Sevra eserinde insan bilimlerini, “Mine'l-Nakli ile'l-İbda da medeniyet felsefesini, “el-Menhecu'l-Usul de metodolojik yöntemi, “Mine'l-Fenai ile'l-Bekâ kitabında da tasavvufi yöntemi temellendirmiştir.
  • Nakli ilimleri ele aldığı “Mine’l-Nakli ilel-Aklieserinde tefsir, hadis, siyer ve fıkıh ilimlerini değerlendirmiştir. Tabiî ve fen bilimlerini “el-Vahyu ve'l-Akl ve't-Tabia” başlığı altında yazdığı kitaplarla temellendirmiştir. “Ulumu'l-İnsaniyye” başlığı altında İbn Haldun’u da merkeze alarak tarih ilmini, insan ve tarih ilişkisini ele almıştır. Ayrıca tefsir nazariyesini bütün yönleriyle ele almış ve bunları İslami ilimlere tatbik etmiştir.

Hasan Hanefi ve Usul-i Fıkıh

  • "Mine'n-Nass ile'l-Vaki” eserinde amacını şöyle ifade etmektedir: “Hedefim usul-i fıkıh ilmini dönüştürmektir. Fıkhı, istidlali, mantıki ve istinbati bir ilim olmaktan çıkarıp insanın bireysel ve toplumsal felsefi, insani ve ahlaki bir ilme dönüştürmek istedim. Ümmetin karşı karşıya kaldığı bütün meydan okumalara cevap verebilecek ve bireysel ve toplumsal davranışlara yön veren bir ilim olmasını istedim. Ümmetin sorunlarına cevap vermesini ve medeni uyanışında yol gösterici olmasını istedim.''
  • O, usul-i fıkhı, hem naklî hem aklî ilimler içerisinde değerlendirmektedir. Usul-i fıkhın, Müslümanlara özgü olduğunu başka herhangi bir yerden etkilenmeden İslam mantığının ürettiği önemli bir ilim olarak değerlendirmektedir.
  • O, usul-i fıkhın mutlaka yenilenmesi gerektiği üzerinde durmaktadır. Şatıbi, Tahir b. Aşur, Bakır es-Sadr, Hasan Turâbi ve Cemaleddin Atiye'nin fikirlerini esas alarak bunların üzerine kendi görüşlerini inşa etmiştir.
  • Hanefi'nin gayesini ortaya koymak için şu ifadelerine yer vermek önemlidir: ''İslam medeniyetinin tanıdığı, ortaya koyduğu nakli ve akli bir ilimler geçmişte neşet etti ve oluştu. Kaynağı ise vahiy akıl ve vaki olmak üzere üç tanedir. Ancak usulü maziye hapsetmek kabul edilemez. Tarih içerisinde nasıl ki bir gelişim arz etti ise buna devam etmesi gerekir. Artık bizim köle ve cariye fıkhından özgürlük fıkhına, fey ve ganimet fıkhından işgalleri nasıl ortadan kaldıracağımıza dair bir fıkha yönelmemiz gerekiyor. Fakirliği nasıl ortadan kaldıracağımıza dair bir fıkha, servetlerin dağılımı, ümmetin vahdetini nasıl gerçekleştireceğimize, küreselleşmeye karşı özgürlük ve bağımsızlığımızı nasıl ortadan kaldıracağımıza dair bir fıkha yönelmek istiyorsak Usul-i Fıkhın yenilenmesi üzerinde durmamız gerekir.''
  • Hasan Hanefi, devrimci bir söylem kullanmıştır. Eserlerinde sosyal bilimler, toplum bilim, siyaset bilim, iktisat ilmi ve bütün bunları kaynakları arasında Makâsıd meselesini genişçe ele almıştır.
  • O, makâsıdı ikili olmaktan çıkarıp üçlü bir makâsıda yönelmenin gerektiğine dikkat çekmiştir. Makâsıdu’ş-Şari ve Makâsıdu’l-Mükellef tasnifine Makâsıdu’-Ümme (ümmetin makasıdı) de eklenmelidir.  O, bu üç makasıdın birbirinden ayrılmaması gerektiğini ve zaruriyyat, haciyyat ve tahsiniyyat tasnifini yeniden ele almamız gerektiğini dile getirir.
  • Usul-i fıkhın uzunca bir süredir donuklaşmış ve tecdidden uzak kaldığını ifade etmiştir. İçtihad kapısının kapanmasıyla yeni meselelere çözüm üretilememektedir. Buradan hareketle o, zaman zaman fenomenoloji ile tarihselcilik tezini birleştirerek vahyi okumaya çalışmıştır.
  • Hasan Hanefi, usul kaynaklarının da yeniden ele alınması gerektiğini belirtir. Bir metodoloji olarak Usul-i Fıkhın yeniden inşası için insan bilimleri, sosyal bilimler gibi konuları da içine alması gerektiğini savunur.
  •  Hüsün-kubuh meselesine değinmiş ve bu meselede Mutezile’yi haklı görmüştür.  İyilik ve kötülüğün, güzellik ve çirkinliğin eşyada ve davranışların zatında var olduğunu, sadece Şari'in bu çirkindir dediği için çirkin, bu güzeldir dediği için güzel olmadığını ve bu vasıfların bizatihi eşyada ve davranışlarda bir zati varlık olarak bulunduğunu kabul etmiştir. Ayrıca bunları birbirinden ayırmanın yanlış olduğunu ifade eder ve maslahatı da buna göre belirlemek gerektiğini söyler.
  •  Özellikle Ehl-i Sünnet'in usulü çok erken inşa ettiğine ve Şia'nın usulü çok geç inşa ettiğine değinir. Usulün gelişimini naklederken Bakır es-Sadır'dan istifade etmiştir. Edille meselesinde delilleri sadece hiyerarşik sıra olarak kitap-sünnet-icma ve kıyas yerine kıyastan kitaba doğru gitmeyi önermektedir. Böyle yapıldığı zaman çok daha farklı bir anlama ile karşı karşıya kalınacağını belirtir

Hazırlayan: Fatıma Nur DEMİR