İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2021-2022
Özet
Alev Alatlı’nın edebî kişiliğinin şekillenmesinde aile çevresinden almış olduğu eğitim ve terbiyenin önemi büyüktür. Büyük amcası tiyatro yazarı Musahipzade Celal Bey’in estetiği ve asker bir babanın disiplini ile yetişen Alev Alatlı, okuma alışkanlığını ve zevkini de babasından almıştır. Devam ettiği okullar/okumalar yoluyla da edebi kişiliğini geliştirip zenginleştirmiştir. Yaşasın Ölüm adlı romanda Günay Rodoplu isimli kahraman ile Şafak Özden arasındaki ilişki üzerinden genelde dünyanın özelde ise Türkiye’nin bazı meseleleri tartışılmıştır. Nekrofilya ve Biyofilya karşıtlığı çerçevesinde reel ve ideal dünya hakkında düşüncelerini okuduğumuz Günay Rodoplu; Büyük Yalan, homo economicus, yabancılaşma gibi kavramların yanı sıra seksenler döneminin vitrinindeki pek çok tartışma hakkında da bir roman kişisinden çok daha fazla bilgiler verir. Alev Alatlı vereceği bilgileri yarattığı karakter üzerinden verir. Bu bağlamda roman bir araç olarak görülmüştür. Bu durum romanın edebi yönünün, özellikle kurgusal yönünün zayıflamasına sebep olmuştur. Çalışmamız Yaşasın Ölüm adlı romanın edebiyat sosyolojisi açısından incelenmesi amacıyla hazırlanmıştır. Bu bağlamda eser, yayın, yazar kısımları ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Çalışmamızda eserin Everest Yayınları’ndan 13. basımı olan Eylül 2020 baskısı esas alınmıştır. Romanda ele alınan mesele, Türk toplumunun hızla artan nekrofilik eğilimlerinin toplumu götürebileceği noktadır. Romanın merkez kişisi Günay Rodoplu biyofilik biridir. Yani insanı seven, insani değerleri yücelten bir kişidir. Ancak etrafındaki insanlar nekrofilik eğilimlerinin kurbanı olmuşlardır. Yani insani değerleri önemsemeyen, maddi değerlere tapan, kendi “put”larını oluşturmuş insanlardır. Günay etrafındaki bu tür insanlarla yaptığı mücadelenin ardından roman sonunda ölür. Fakat ölümle, hezimetle sonuçlanmış gibi görünüyor olsa da Epiloque kısmında anlatıcı Mehmet’e umutla cümleler kurmuştur.
Giriş
Viva La Muerte; “Kuyu”, “Şafak Özden, Yeşil Elma, Kekik ve Tarçın Kokuyordu”, “Bana Bir Türkü Söyle”, “Koçum Benim”, “Kuyu” ve “Epilog” başlıkları altında yedi ana bölüm ve bölümler içinde rakamlarla belirlenen alt bölümlerden oluşur. Eserde 1980’li yıllardan 90’lara uzanan Türkiye’de gelişen siyasi olaylar içinde, bir akademisyen aydının yabancılaşması anlatılır.
Mehmet Narlı, 1980 sonrası Türk romanlarını ve ele aldıkları konuları incelerken Or’da Kimse Var Mı? romanını ayrı bir yere koyar. Narlı’ya göre bu roman politik bir romandır. Aynı zamanda romanı “aydınların ideolojilerle hesaplaşması” olarak adlandırır ve bu olgunun görmezden gelinmesinin mümkün olamayacağını söyler.
Romanda anlatılan konu, kavram ve durumların yelpazesi çok geniştir. Bu bağlamda Ferit Burak Aydar’ın “Bir şey metinde varsa anlamı vardır. Bu bir niyet meselesi değil metin meselesidir.” sözünün doğruluğu da unutulmaması gereken bir durumdur. Fakat çalışmamızın sınırları içerisinde romanda var olan, belki sadece var olmasıyla anlamlı olan pek çok şeye temas edemeyeceğiz. Çünkü buna hem müktesebatımız hem de bu çalışmanın sınırları yeterli olmayacaktır.
Çalışmamız başlıkta olduğu gibi romanın edebiyat sosyolojisi açısından incelemesi amacıyla hazırlanmıştır. Bu bağlamda eser, yayın, yazar kısımları ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
Çalışmamızda eserin Everest Yayınlar’ndan 13. basımı olan Eylül 2020 baskısı esas alınmıştır.
Eser
Kuyu
Kitap cenaze merasimi ile başlar. İsmi belirtilmeyen genç bir şairin Şişli Camii‘ndeki cenazesinde sanat ve kültür dünyasının önemli isimleri bir araya gelir. Romanın başkahramanı olan Günay Rodoplu ve romanın anlatıcısı Mehmet de bu cenaze merasimindedir. Romanın anlatıcısı olan Mehmet’in adını son bölümde öğreniriz. Bu bölümde anlatıcının erkek olduğunu askerliğini hatırlamasından anlarız. Ayrıca anlatıcı hapse girip çıkmış biridir. Cenaze merasiminden sonra o yıl Mecidiyeköy’de düzenlenen kitap fuarındaki imza törenine katılan Günay Rodoplu, cenazede başlattığı sosyal gözlemlerini burada da devam eder. Bu sırada tesadüfen Suat’la karşılaşır. Suat ve arkadaşı ile yaşadığı tatsız bir tartışmadan sonra tartışmaya şahit olan Şafak Özden’i fark eder. Rodoplu‘nun kitaplarını hayran olduğunu söyleyen Özden, kitaplardan yaptığı alıntılarla konuşur. Rodoplu’yu etkilemeyi başaran Özden, kendi kitapçısı için bir imza günü sözü alır. Şafak Özden’in ortağı Duran Kuran, sözleşilen imza günü için Rodoplu’yu evinden alıp Maltepe taraflarındaki kitapçıya götürür. Bu imza günü SHP Şişli ilçe teşkilatının üyelerinin yoğun katılımı ile gerçekleşir. Şafak’ın iltifatları burada da devam eder. İmza günü akşamı, bir sahil lokantasına gidilir. SHP’lilerden oluşan bir grupla oturulur içkiler içilip şarkılar söylenir. Günay ile Şafak arasında ilk karşılaşmada başlayan etkileşim burada daha güçlü bir hal alır.
Bu bölümde Bereketli Hilalin Kadınları Arap Kadınlarından Çağdaş Mısralar isimli bir kitap yazmış olan Ortadoğu Araştırmalar Merkezi’nden Profesör Elizabeth Sernea ile Rodoplu‘nun bir görüşmesi olur. Elizabeth’in maksadı Türk kültürünü daha yakından tanımaktır. Fakat oryantalist bakış acısı nedeniyle Rodoplu‘nun hışmına uğrar.
Bölüm içinde Günay Rodoplu’nun bir roman yazıyor olduğunu öğreniriz. Ayrıca bu bölümde geçen isim, kurum ve kuruluşlar zamanın ruhunu anlamak husunda okuyucuya yardımcı olmaktadır.
Şafak Özden Yeşil Elma Kekik ve Tarçın Kokuyordu
Şafak Özden ve çevresi ile iyiden iyiye yakınlaşan Rodoplu kendi arkadaşlarını ihmal etmeye başlar. Şafak Özden ve SHP’li arkadaşları/ortakları gecekondu önleme bölgelerinde kooperatiflere arazi tahsis edilmesini fırsat bilerek bir kooperatif kurup arazi tahsisinden faydalanmak isterler. Rodoplu, bu teşebbüsün olumlu sonuçlanması için büyük bir gayret gösterir. Bölüm sonunda Rodoplu Ankara’da ekonomi konulu bir konferansa gider. Kurgusu bu şekilde olan bölümde Günay Rodoplu’yu daha yakından tanırız. Bölüm başında yiğit ve çağrışımları üzerine konuşur. Ve anlattıkları aslında bir yönüyle Şafak Özden’dir.
Anlatıcı karışıklığı meselesi bu bölümde bariz olarak ortaya çıkar. O kadar ki Mehmet’in anlatılan olay anında acaba Rodoplu’nun yanında mı diye düşünülecek kadar karışıktır. Günay Rodoplu anlatırken yastığını düzeltmesi yahut bir anda yatağında uyuya kalması gibi durumlarla hastane mekanı anlatılmış olsa da kinaye mesafesi yakınlığından ortaya çıkan karışıklıklar mevcuttur.
Bölüm, Filistin meselesi, Filistin ve Türkiye’de sömürünün tezahürleri, göç ve gerçekleri, İsmail Hakkı Tonguç temelinde eğitim anlayışımızın nasıl bozuk fikirlerle inşa edildiği, faşizmin neliği, doğru modernleşmenin nasıl olabileceği, tartışma kültürü üzerine öğretici konuşmalar barındırır.
Kinaye mesafesi yakınlığı bölüm içinde olumsuzluklara sebep olsa da aynı zamanda bu durum okuyucunun, Rodoplu’nun yaptığı konferans salonundaki bir dinleyici gibi olmasına vesile olmuştur.
Bana Bir Türkü Söyle
Rodoplu’nun Ankara’dan dönüşü ile başlar. Şafak ile kahvaltı konusunda sözleşmiş olmalarına rağmen Şafak kahvaltıya gelmez. Şafak’ı bulma ümidi ile Çırpıcı Mahallesi’ndeki işyerine giden Rodoplu, işyerinde Şafak Özden’in kardeşi Sedat tarafından büyük bir kayıtsızlık ile karşılanır. Hayal kırıklığı içinde evine döner. Bu sırada olay kurgusuna Diana Pavloviç isminde bir kadın dahil olur. Bir film çekmeyi düşünen bu kadın Rodoplu’dan yardım ister. Aynı günün gecesinde Şafak Özden kendisini affettirmek maksadıyla Rodoplu’nun evine gelir. Beraber evden çıkıp Ece Bar’a giden ikili, sabaha kadar eğlenir. Olaylar bu şekilde devam ederken kooperatif meselesi de iyiden iyiye ciddileşmeye başlar. SHP’lilerin ANAP’lı bir belediye başkanından -Bedrettin Dalan- arsa tahsisi elde etmesi zor olduğu için arsayı Rodoplu alır. Rodoplu’nun arkadaşı Tülin’in de dahil olduğu S.S. Etem Ağa Yapı Kooperatifi başlangıçtan itibaren birtakım usulsüzlüklere sahne olur. Tülin ve Rodoplu’nun bilgisi dışında yapılan usulsüzlükler imza taklit etmeye kadar varır. Bütün bunlar olurken Şafak Özden’in baştan beri siyasette yükselme arzuları da 1989 seçimlerinin yaklaşmasına paralel olarak güçlenmektedir.
Bölümde içinde Günay Rodoplu gibi aydın bir kişinin nasıl olur da evli ve aile babası olan birine kapıldığına hayret etmekle birlikte, bu hayretin yükseldiği yerden sonra yavaş yavaş Rodoplu’nun tabiriyle “aymaya” başlamasına tanık oluruz. Bazı şeyleri farketmedin rağmen Şafak Özden’in kalbinin bu ülke için attığına inanmaya devam eder. Roman içinde kendi yazdığı romanda Günay Rodoplu Kadıncık, Şafak Özden Şiran Bey ile özdeşleşmiştir.
Bölüm içinde akıl zeka ayrımı, Mareşal Von Moltke’nin hatırası, bilmek ve idrak etmenin arasındaki fark, ben bilinci ve sevgi üzerine düşünceler, pazar ahlakı ve Mişanoçi hikayesi, yağma kavramı, tüketim patolojisi, yükselen dindarlık, yabancı dil meselesi meselesi gibi geniş tartışma konuları ufuk açıcı şekilde anlatılmıştır.
Günay Rodoplu aynı zamanda şaşırtıcı da bir karakterdir. Kafka’nın ve Sartre’ın kendisine hiçbir şey söylemediğini söyler, ilginçtir.
Diana ile film konuşmaları esnasında Günay Rodoplu hakikat tektir anlayışında mı yoksa romanın yazıldığı dönemde büyük bir kitlenin doğruluğuna inanıyor olduğu dinler arası diyalog fikrine mi yakın olduğu pek açıklığa kavuşmamakla birlikte Rodoplu’nun yerlilik söylemi bakidir.
Bölümün sonu Günay Rodoplu’nun söyleyemediği derin ve anlamlı cümlelerle biter. Günay’ın sevgilisi Şafak, Diana’ya tacizde bulunur. Çok sinirlenen ve öfkelenen Amerikalı kadına, Günay’ın söyleyemeye cesaret edemediği sözler, Türk toplumunda cinsellik anlayışının bir yönünü sergilemesi açısından önemlidir.
Koçum Benim
Bu bölüm ağırlıklı olarak 29 Mart 1989 seçimlerinin İstanbul Çayırtepe’deki yansımaları üzerine kuruludur. Şafak Özden “yârin gül yanağından gayrı!” her şeyi paylaşabileceğini iddia ettiği arkadaşı Erol Çiçek’e belediye başkanlığında rakip olmuştur. Bu arada Günay Rodoplu, Şafak’tan hamile kalmış ve yine Şafak’ın isteği üzerine üç aylık olmasına üç gün kalmış bebeği aldırmıştır. Rodoplu’nun olağanüstü gayretleri ve yaratıcı fikirleri ile Şafak Özden belediye başkanlığını kazanır. Rodoplu, Özden’in belediye seçimlerini kazandığının ertesi günü ameliyat olur. Şafak Özden bu süreçte Rodoplu’yu aramamış adeta hiçbir iz bırakmadan kaybolmuştur.
Rodoplu’nun evini toplarken bulunan notlardan anlaşıldığı kadarıyla Şafak Özden’le Rodoplu seçimlerden sekiz hafta sonra görüşmüşler
“Yepyeni lacivert takımını giymiş, Pera Palas’taki 1 Mayıs kokteyline giden başkan” onu umursamamıştır.
Bölümde Şafak’ın iyi, yardımsever biri olduğu anlatılırken isteyene çıkarıp “Mark” vermesi dönem için anahtar bir kelimedir.
Yabancılaşma üzerine yapılan analiz ve reel politiğin kişiye neler yaptırdığı bölüm içindeki merkez konulardandır.
Kuyu
Tıpkı ilk bölümde olduğu gibi bir cenaze merasimi vardır. Rodoplu, seçimlerden yaklaşık sekiz ay sonra ölmüş ve cenaze merasimi Levent Camii’nde yapılmıştır. Kurguda görüldüğü üzere olaylar, çizgisel bir yapıdan ziyade dairesel bir nitelik göstermektedir. Romanın başında “kuyu” metaforuyla temsil edilen karamsar hava roman sonunda yine kuyu metaforuyla yinelenmiştir. Ölümle başlayan roman yine bir ölümle sona ermiştir.
Epiloque
Günay Rodoplu’nun romanın içindeki tüm tezi bu bölümde tekrarlanır.
“Şafak Özden’ e söyle. İçindeki yeşil elma, tarçın ve kekik kokulu yiğidi korumaya alsın, kim bilir belki de oğullarından biri... onu hâlâ çok seviyorum ve ona söyle ich bin nicht böse... no, nein, ich bin nicht böse, miene liebe.”
Bu alıntıda vurgunun hâlâ yeşil elma, tarçın ve kekik kokusuna yapılması son derece anlamlıdır. Günay Rodoplu, Türkiye’nin ve insanlığın gidişâtından şikâyetçidir ve onları kurtarmak için çareler aramaktadır. Bu hususta Anadolu’ya ve Anadolu insanına güvenmekte, her şeye rağmen coğrafyaya olan inancını kaybetmemeye çalışmaktadır. Şafak Özden’ i de her şeye rağmen yeşil elma, kekik ve tarçın koktuğu yani Anadolu’yu temsil ettiği için sevmektedir. Anadolulu olmanın bir ayrıcalık olduğu kanaatindedir ve Şafak ne kadar bozulsa da bir gün özüne dönme ihtimalini her zaman kendinde barındırmaktadır. Bu umut Mehmet’e yazılan mektubun daha başında verilir. “Bütün bunlar geçecek ve biz yerliler kazanacağız.”
Yayın
İlk olarak 1992 yılında Alfa Yayınları tarafından basılan kitabın 2007 yılında tüm hakları Everest Yayınları tarafından alınmıştır.
1-8. Basım: 1992-2001, Alfa Yayınları
9-12. Basım: 2010-2016, Everest Yayınları
13. Basım: Eylül 2020
Yazar
Hayatı
Alev Alatlı, 1944'de, Menemen’ de dünyaya gelmiştir. Baba tarafı, Sadrazam Kara Mustafa Paşa tarafından boynu vurulan Rumeli Beylerbeyi “ihtiyar”, “Uzun” ya da “Arnavut” diye adlandırılan İbrahim Paşaya; anne tarafı ise, Üçüncü Selim’in sermüezzini Sadullah Ağa’ya kadar uzanır. Her iki aile de Rumelili olup; muhtelif zamanlarda, Balkan Harbi esnasında Türkiye topraklarına göç eder.
Baba Ertuğrul Alatlı, İstiklal Savaşı gazisi, Prizrenli Ahmet Seyfettin Bey’in oğlu; anne Füruzan Alatlı ise, Cumhuriyet’ten sonra ülkenin muhtelif yerlerinde ağır ceza reisi olarak görev yapan Selanik kadılarından, Halil İbrahim Uygur’un kızıdır.
Baba mesleğini seçen Ertuğrul Alatlı, emekli kurmay albay olarak meslek hayatını tamamlar. Anne Füruzan Alatlı ise, gerek Fransızca bilgisi, gerekse el işlerindeki maharetiyle Cumhuriyet’in yetiştirdiği ender kadınlardan birisidir.
Babasının mesleği gereği ülkenin çeşitli okullarında öğrenim gören Alev Alatlı, Ankara’da başladığı eğitim hayatına; babasının ateşe olarak atandığı Tokyo’da devam eder. Liseyi Tokyo’da American School in Japan’da tamamlar. Daha sonra ailesiyle birlikte Türkiye’ye dönen Alatlı, Ankara’da Ortadoğu Teknik Üniversitesi Ekonomi-İstatistik bölümünü bitirir (1963).
Üniversiteyi bitirdikten sonra yüksek lisans yapmak üzere Fulbrihgt bursu ile Amerika’ya giden Alatlı, Vanderbilt Üniversitesi’nde (Nashville, Tennessee) ekonomi(1965); daha sonra da New Hampshire, Darthmouth Koleji’nde felsefe mastırı yapar (1968). Takip eden yıllarda (1968-1969) Canaan Koleji’nde kalkınma ekonomisi öğretim üyeliğinde bulunur. Türkiye’ye dönen Alatlı, 1970-72 yılları arasında, ilgi duyduğu Düşünce Tarihi ve İlahiyat üzerine araştırmalar yapar. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim görevlisi ve Devlet Planlama Teşkilatı’nda kıdemli ekonomi uzmanı olarak çalışır.
1972-74 yılları arasında ise, Universty of California’da, ruhsal dilbilim araştırma görevlisi olarak çalışır. Aynı yıllarda; Berkeley'in Türkiye'de yürüttüğü bir psiko- dilbilim projesinin İstanbul ayağını da üstlenir.
Türkiye’ye döndükten sonra, Cumhuriyet gazetesiyle birlikte, Çağdaş Yayıncılık’ta “Bizim English” isimli Türkçe temelli bir İngilizce öğretim dergisi çıkarır (1981-1984). Alev Alatlı, daha sonra Türk Yazarlar Kooperatifinde (YAZKO) başkan yardımcısı olarak görev alır.
Yazko, Somut, Nokta, Sur, Türk Edebiyatı, Cönk, Đnsan ve Teknoloji gibi çeşitli dergilerde incelemeleri yayınlanır. Alatlı, özellikle 1984’ten sonra yazar kimliği ile karşımıza çıkar.
Alev Alatlı, “İlke Eğitim ve Sağlık Vakfı” Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve aynı zamanda “Kapadokya Meslek Yüksekokulu” Mütevelli Heyeti Başkanı olarak görevini sürdürmektedir. İnternette kendi adına kurulan sitesinde okurlarıyla buluşmaya devam etmektedir.
Alev Alatlı 1986 da yayımlanan “İşkenceci” romanı ile Yazarlar Birliği’nin “Yılın En İyi Romanı” ödülünü (1987) almıştır. Gogol’un İzinde dörtlüsünün ilk iki kitabı, Aydınlanma Değil Merhamet ve Dünya Nöbeti, Rus diline Moskova Devlet Üniversitesi’ne bağlı Asya ve Afrika ülkeleri Enstitüsü Türkoloji Bölümü öğretim üyesi Doçent İrina Driga ve asistanları tarafından kazandırılmış, Alev Alatlı, “halklara eşit mesafede durmak, yabancı bir kültürün serüvenine olağan üstü bir iç görüyle nüfuz edebilmekte gösterdiği başarı değerlendirilerek, 2006 yılında, büyük Rus yazarının 100. doğum yılı münasebetiyle verilen Mihail Aleksandroviç Şolohov Edebiyat Ödülü’ ne layık görülmüştür.
Edebi Kişiliği
Alev Alatlı’nın edebî kişiliğinin şekillenmesinde aile çevresinden almış olduğu eğitim ve terbiyenin önemi büyüktür. Büyük amcası tiyatro yazarı Musahipzade Celal Bey’in estetiği ve asker bir babanın disiplini ile yetişen Alev Alatlı, okuma alışkanlığını ve zevkini de babasından aldığını söyler. Devam ettiği okullar/okumalar yoluyla da edebi kişiliğini geliştirip zenginleştirmiştir.
“Kişiliğimin oluşmasında büyük emeği vardır” diye anlattığı ilkokul öğretmeni Emine Akkoyunlu ve üniversite yıllarında; ekonomiden istatistiğe, ilahiyattan kimyaya kadar çeşitli alanlarda kendisine yol gösteren ve “holistic” düşünme biçimini öğrendiğini söylediği hocası, Fuat Çobanoğlu, Alatlı’nın hayatında önemli yere sahip isimlerdir.
Akademik kariyerine devam ederken; “doğru düşünme” nin önemini anlayan Alatlı, “nasıl” düşünülmesi gerektiğini öğrenmek için felsefeyle ilgilenir. Alatlı’nın “düşünce” ve “düşünmek” kavramları üzerinde yoğunlaştığı dönem Amerika’da eğitimine ve kariyerine devam ettiği dönemi kapsar.
Eğitim hayatı boyunca topladığı akademik unvanlar, Alatlı’nın içine sinmez. Önce “Düşünce Tarihi” ve ardından “İlahiyat” üzerine ilgisini yoğunlaştırır. Bu yeni uğraşı, Alatlı’nın “düşünce” ve “düşünmek” kavramlarıyla olan ilgisini de pekiştirir.
Beşer-i mahlûkat olan insanı diğer canlılardan ayıran en temel özellik “düşünmek”tir. İster yaşam mücadelesi, ister anlamlandırmaya çalıştığı dünyaya dair yeni görüşler üretmek için, insan düşünmek zorundadır. Alev Alatlı, insanın bu en temel özelliğinden yola çıkarak onu yazmaya iten serüveni açıklar ve insanları kendisiyle bir olmaya davet eder.
Alev Alatlı, daha çok romanlarıyla öne çıksa da, farklı kimliklere sahip bir aydındır. Akademisyen, düşünür ve yazar kimliğini, çeşitli kaynaklardan besleyerek araştırmacı titizliğiyle yoğurur ve eserlerinde ortaya koyar. Romanlarında, bugünün Türkiye’sinin önemli konularının sıklıkla işlendiği görülür.
Alev Alatlı, günümüz Türkiye’si ve Türk insanı için kendisine bir amaç ve dert edinmiş; Türkiye’nin karşı karşıya olduğunu düşündüğü tehditlere karşı, Türk toplumunu bilinçlendirme görevini üstlenmiş, duyarlı bir aydın olarak karşımıza çıkar.
Alatlı, hem bir aydın hem de bir yazar olarak “Düşüncelerimin daha doğrusu önerilerimin yayılmasını tartışılmasını istediğim için yazıyorum.” diyerek yazma amacını da belirtir
Alatlı; felsefe, politika, ekonomi, ilahiyat, fizik, psikoloji, sosyoloji gibi bilimleri, romanda birleştirebilen bütüncül (holistic) düşünen bir yazardır. Türkiye’nin ve çağın problemlerini, evrensel bakış açısı ile karakterler üzerinden, toplumlara göndermeler yaparak irdelemeye çalışır. Eserlerinde, gerek yakın tarihimizden örnekler vererek; gerek alanında uzmanlaşmış kişilerin eserlerine göndermeler yaparak, gerekse karşılaşılması muhtemel durumları, kurguladığı dünyanın içine sokarak okurun dikkatine sunar. Romanlarında, bilimsel bir makale hazırlıyormuşçasına itinayla referans belirtmesini ve ortalamanın üzerindeki kelime hazinesi kullanmasını eleştirenlere:“Meseleyi anlatabilmek için iktisat olsun, tıp olsun, fizik olsun, psikiyatri olsun uygun terimleri kullanmaktan çekinmem. Çıtayı yükseltmekten de çekinmiyorum, okurlarımı tanıyorum çünkü.” diyen Alatlı, bu durumun, sadece “anlatmak” gayretiyle alakalı olduğunu ifade eder.
Alev Alatlı, Türkiye’nin meselelerini ele alırken, Türkiye’nin toplumsal yapısının aydınlar tarafından tam olarak idrak edilemediğinden şikâyetçidir. Türk toplumuna örnek olması gereken sanatçı ve aydınların, ait oldukları topluma karşı duyarsızlaşmalarını kabullenemez. İçinde yaşadığı toplumdan kendisini soyutlayan, yabancılaşan sanatçı ve aydınlar, onun eleştirilerinin hedefindedirler. Romanlarında, sanatın topluma fayda sağlaması yönüyle işlev kazanması gerektiğini vurgular. Ona göre sanatçı ya da aydın, topluma karşı olan sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır. Alev Alatlı’nın romanlarında bu sorumluluk bilinciyle “biçimden çok konuya, içeriğe ağırlık” verildiği görülür.
Alev Alatlı son dönem kadın yazarlarımız içerisinde önemli bir yere sahiptir. Romanlarında öne çıkan kadın karakterler, kendisi ile benzerlik gösterir niteliklere sahiptirler. Her biri, entelektüel birikimi yüksek, olaylara ve meselelere geniş çerçeveden bakabilen kadınlardır.
Alev Alatlı hayatta olan ve hâlâ eser vermeye devam eden bir yazardır. Bu bakımdan onun, edebi kişiliği hakkında kesin yargılara varmak mümkün değildir. Bugüne kadar yayınlanmış eserlerinden yola çıkarak onun, yaşamı ve insanı seven; yaşama dair umudunu kaybetmeyen bir yazar olduğu söyleyebiliriz.
Sonuç
Romanda ele alınan mesele, Türk toplumunun hızla artan nekrofilik eğilimlerinin toplumu götürebileceği noktadır. Romanın merkez kişisi Günay Rodoplu biyofilik bir insandır. Yani insanı seven, insani değerleri yücelten bir kişidir. Ancak etrafındaki insanlar nekrofilik eğilimlerinin kurbanı olmuşlardır. Yani insani değerleri önemsemeyen, maddi değerlere tapan, kendi “put”larını oluşturmuş insanlardır. Günay etrafındaki bu tür insanlarla yaptığı mücadelenin ardından roman sonunda ölür. Fakat Günay Rodoplu’nun ölmesiyle sonuçlanan romanın adı Yaşasın Ölüm’dür. Çünkü roman ölüm ile hezimetle sonuçlanmış gibi görünüyor olsa da Epiloque kısmında anlatıcı Mehmet’e umutla cümleler kurar. “ Bütün bunlar geçecek ve biz yerliler kazanacağız.”
Ömer Naci Soykan edebiyat sosyolojisi çalışmalarının özünü şöyle ifade etmektedir. "Burada romanın edebi değeri tartışma konusu değildir ancak sosyolojik dile çevrilebilir romanın sosyolojisi yazılır." Bununla birlikte çalışmamızın başlığında olduğu gibi edebiyat sosyolojisi açısından incelemeye çalıştığımız bu romanın edebi yönünün, özellikle kurgusal yönünün zayıf olduğunu söylemek durumundayız. Çünkü nekahet döneminde bir hastanın, hasta yatağında yatıyor haldeyken; anılarını, yaşadıklarını bu kadar ayrıntılı ve uzun, adeta bir konferans tadında anlatıyor oluşu roman gerçekliğine aykırıdır. Anlatıcının yer değiştirmesi durumunda da, sözün Mehmet’ten Günay Rodoplu’ya geçişinde, ortaya çıkan bir karışıklık mevcuttur. Okuyucu anlatılan olayların yaşanıp geçmiş ve hastanede konuşulduğunu, zaman ve mekan bağlamından koparılarak anlatıldığı için kavramakta güçlük çekebilir.
Roman kurgusu olarak zayıf olsa da Günay Rodoplu üzerinden Alev Alatlı’nın münevver kişiliğini, engin bilgisini, yıllar sonra tartışılmaya devam eden belli başlı pek çok konunun özüne dair temel yorumlarını okuduğumuz bu roman, her okuyucusu için büyük kazanımlar vadetmektedir.
Kaynakça
Alatlı, A. (2020). Viva La Muerte! Yaşasın Ölüm!. İstanbul. Everest Yayınları.
Aytaç, G. (2016). Çağdaş Türk Romanı Üzerine İncelemeler. İstanbul. Doğu Batı Yayınları. .
Narlı, M. (2007). Roman Ne Anlatır. Ankara. Akçağ Yayınları.
Tekin, M. (2001). Roman Sanatı. İstanbul. Ötüken Neşriyat.
Ünsal, K. (2008). Alev Alatlı'nın Romanları Üzerine Bir İnceleme. (Yüksek Lisans Tezi) Muğla Üniversitesi.
https://www.alevalatli.com.tr