İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2021-2022
İstanbul: Ketebe Yayınları, 2021. 222 s.
Transhümanizm üzerinde pek çok alanla alakalı önemli bilgiler içeren bu çalışma; önsöz, giriş, dört ana bölüm, sonsöz, kaynakça ve dizinden oluşmaktadır. “Gnotik ve Bilimselleşmiş Radikal Hümanizm: Transhümanizm” başlıklı ilk bölümde yazar, önce hümanizme sonrasında transhümanizmin dinî, gnostik ve bilimsel cihetine ve NBIC yoluyla gerçekleşen transhümanizmin bilimsel-dinî yapısına bağlı olarak insanı aşan cyborg-Tanrı inşa etme teşebbüsüne değinir.
“Ticari kapitalizm ve sanayileşmeyle birlikte sekülerizm hâkim olmuş, Tanrı geriletilmiş ve doğa sömürülme vasıtası hâline getirilmiştir.” sözleriyle transhümanizmin gelişimini çok öncelere götürerek olaya başlamaktadır. Hümanizme bağlantılı olarak transhümanizmi açıklamaya çalışan Dağ’a göre bu sürecin bir başlangıcı olduğunu söylemek güçtür. Eserde, “15. yüzyılda ortaya çıkmış olan hümanizm akımının ve devamında rönesans, pozitivizm gibi aşamalı süreçlerin seküler düşünce geleneklerinin bir uzantısıdır” şeklinde bir tespit söz konusudur. Bunun yanında transhümanizm 21. yüzyılın bir gerçeği olsa da teorik ve pratik köklerini 19 veya 20. yüzyılda bulmak mümkündür. Hatta transhümanizmin öncü teorisyenlerinden biri olan Nick Bostrom, transhümanizmin köklerini Antik Sümer’deki Gılgamış Destanı’na kadar götürür.
Pratik uygulamadan evvel teorik altyapısını çok sağlam delillerle ortaya koyan ve nice uygulamalarla bunu tebellür kılan transhümanizm; insanın genetik, robotik, sibernetik, nano-teknoloji ve yapay zeka vb. gibi uygulamalarla transhumana dönüşeceğini düşünür. Ahmet Dağ’a göre hümanizm ve transhümanizm arasında benzerliklerin yanında pek çok fark da söz konsudur. Her ikisi de insanı insanileştirmek yerine tanrılaştırma cüretkârlığına girişmişlerdir. Bunun yanında her ikisinde de başlangıçta olmasa da sonraki aşamalarda ateist ve din karşıtı bir anlama sahip olmuşlardır. Özellikle verdiği pasajda bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Hümanizm insanın, doğa ve Tanrı karşısındaki konumunu değiştirme iken transhümanizm, insan doğasını değiştirme ve onu doğadan ve Tanrı’dan koparma amacındadır.” Lakin bu durumu sadece insanla sınırlı tutmamaya çalışır. İnsan kalmanın yanında çevreyi ve mekanları da modifiye etmeye çalışır. “Hümanizmin rasyonel ve deneysel insanı, yerini; bio-nano-neuro-info teknolojileriyle desteklenmiş transhuman’a bırakma eşiğindedir. Transhümanizm, posthümanizme geçişte ara dönemken bu ara dönemde biyo-bionik varlık olan transhuman ise posthuman’a geçişte ara varlıktır. Hümanistler, Tanrı’yı boşlamakla itikadi ve ahlâki sorun oluştururken insan ve çevreyi modifiye etmek isteyen transhümanistler, Tanrı’nın yarattığı tüm varlığın daha iyisini, mükemmelini yaratma iddiasındalar. Transhümanistler bu cesurca çıkışlarıyla itikadi ve ahlâki sorunları da aşarak kozmosa yönelik ciddi müdahaleleri savunuyorlar. Hümanistler, yarı Tanrı olma isteğindeyken transhümanistler, hem cyborg hem de Tanrı olma isteğindedirler.” Yazar bu yönde somut adımların atıldığına yönelik örneklerden birine de yer veriyor. “Nitekim Google’nin eski mühendisi Anthony Levandowski, Wired Dergisi’ne verdiği mülakatta toplumun daha fazla iyiliğine yol açacak yapay zekâya dayalı tanrısal bir varlık inşa etmek istediğini ve bu yönde çalışmalar yaptığını açıklamıştır.”
Günümüzde ciddi tartışmaların odağında olan transhümanizm kavramını ilk olarak J. Huxley, 1957 yılında kullanmıştır. Huxley sonrasında Haldane, Bernal, Moravec, Esfandiary, Drexler, Kurzweil, Bostrom ve Minsky gibi pek çok batılı düşünür bu konuyla alakâlı ciddi çalışmalar yapmışlardır. Eserde özellikle isimleri verilen J. Huxley, Haldane ve Bernal gibi düşünürler yazar tarafından aynı zamanda transhümanizmin peygamberleri vâz edilir.
“Biz melek mi olmak isteriz yoksa insanoğlu mu olmak isteriz?” sorusu çağımızın aslında merkezi sorusudur. Transhümanizm yapısı dinî veya Hristiyan değildir. Özünde seküler olarak tanımlanan transhümanizm kendisini dinin yerine konumlandırır. Bilim ve teknolojiyi yüceleştirme ve aşkın Tanrı’nın yersiz olması üzerine kuruludur. Eserin özellikle birinci bölümünde yazar pek çok alt başlık altında transhümanizmin ne olduğu veyahut ne olmadığı üzerinde durmaya çalışır. Birçok alandan hareketle transhümanizmi temellendirmeye çalışır. Özet olarak birinci bölümün transhümanizmin “neliği” üzerinde durduğunu söylemek mümkündür.
İkinci bölümde konu, “Neo-Darwinist Bir Hareket Olarak Transhümanizm” başlığı altında incelenmektedir. Kitabın en geniş kısmını oluşturan bu bölümde yazar, transhümanizmi pek çok farklı alanda ortaya koymaya çalışır. Nietzche’nin “Übermensch” olarak nitelediği üstün insanından transhumana, Neo-Darwinist evrimci bir yaklaşım olarak da görülen transhumana, LGBT ve eskatolojik bağlamda transhumanizm başlıkları altında konuyu irdelemeye çalışır. Özellikle yazar, Nietzsche’nin üstün insanıyla Hristiyanlık anlayışındaki üstün insan arasındaki farkı net bir şekilde serimler. Nitekim ona göre Nietzche’nin varlık anlayışı pek çok düşünürün varsaydığı gibi değildir. Nietzsche’nin “Übermensch’i” Apolloncu ve Dionysoscu bir karaktere sahiptir. Yani acıdan, trajediden uzaklaşmış ve iradesi sağlam, cesaret sahibi bir varlıktır. Onun öngörüsü, siborg ve robotik tarzı bir varlık değildir. Yazar burada Nietzsche’nin üstün insan anlayışını üst bir konuma koyarak diğer düşüncelerle karşılaştırır ve ona göre 20. yüzyılın yaratıcı felsefecilerin çoğu Nietzsche’nin görüşünden etkilenmiştir. Yazar burada pek çok fark ortaya koyarak transhümanizmin izlerinin Nietzsche’nin güç istenci ve üstüninsan gibi fikirlerinden aramanın yanlış olduğunu ortaya koyar. Nitekim verdiği bilgilerle de bunu net bir şekilde gözler önüne serer. “Nietzsche ile transhümanizm arasında bağlantı kurulsa da Nietzsche’nin bulunduğu konum anti hümanisttir. Nietzsche Aydınlanmaya, modernliğe ve bilimciliğe karşı bir söylem oluştururken transhümanizm, Nietzsche’nin karşı olduğu bu olguların sonrasında meydana gelmiştir. Yine üstinsana geçiş süreci olan transhümanizmde NBIC-Nano, Bio, Info, Cogno unsurları birer vasıtadır. Nietzsche felsefesinde ise üstinsana ulaşmada bu tür bilim ve teknik kökenli unsurlara yer yoktur. Transhümanizmin üstinsanı, maddi imkan ve süreçlerle var olan maddi avuntular elde ederken Nietzsche’nin üstinsanı, mevcut kokuşmuş değerleri yıkan yeni değerler yaratan ve kendi erdeminin peşinde koşan varlıktır. Transhümanizmin üstinsanı, iyi ve kötüyle fazla meşgul olmazken Nietzsche’nin üstinsanı iyinin ve kötünün ötesine geçmek ister. Transhümanizmin üstinsanı; reel-politik, hem topluma hem de teknolojiye entegre edilmiş, seküler ve kolektif şuura sahip varlık. ken, Nietzsche’nin üstinsanı; cesur, bireysel, muhalif ve kutsal denilebilecek bir niteliğe sahiptir. Nietzsche aklı, otonomiyi ve hümanizmi eleştirirken transhümanizm aklı yüceltmekle kalmaz, zekâ düzeyini artıran yapay zekâya önemi verir ve hümanizmi ileri taşıma amacındadır. Öztürk’ün ifadesiyle Batının bodurlaştırıcı mekanizmasına Doğu dünyasındaki erdemlere korsan yolculuklar yaparak (ki sonunda onları Batının büyük büyük teknik indirgemeci mekanizmasının parçası haline getiriyor) isyan eden Nietzsche’nin doğrudan homo-dijius a/dijtal insan icazet vermesi düşünülemez.” (s. 66-67).
Bunun yanında yazar, evrim görüşünden hareketle transhümanizmin sürecinin hızlandığını ve bu sürecin bambaşka bir boyuta kavuştuğunu söyler. Varlıkların tek bir atadan meydana geldiğini söyleyen ve doğal seleksiyon kavramıyla varlıkların güçlü kalmasının gerektiğini vâz eden Evrim Teorisine karşılık transhümanizm, insanların bilimsel ve teknik imkanlarla -NBIC vasıtasıyla- geliştirilmesi gerektiğini söyler. Uzun ömürlü, sağlıklı, üstün zekâlı ve süper güçlere sahip post-humanlar yapılması gerektiğini ortaya koyar ve bu meyanda çalışmaların hızlandırılması gerektiğini zikreder.
Bunun yanında en dikkat çeken kısımların başında belki de öjeni kavramı gelmektedir. Transhümanizm bağlamında öjeniyi irdeleyen yazar eşitsizliğe bir tehdit olarak görür. Daha iyi bir insan ırkı yaratmaya çalışan bir hareket olan öjeni, iyi doğum manasına gelir. Son yıllarda özellikle “İnsan Genom Projeleri” kapsamında birçok çalışma yapıldığını belirtir. Yazar’a göre burada transhümanistlerin amacı toplumda herkesin Mozart veya bir Einstein olmasını sağlamak değildir. Amaç, üstün yetenek olarak ortaya konulan özelliklerin toplumun tamamına teşmil etmektir.
Ortaya konulan durumlar -en azından şimdilik- çok gerçekçi olmasa da insanlık adına ciddi sıkıntıların olduğu yazar tarafından sıkça tekrar edilmektedir. Özellikle LGBT bağlamında ve cinsiyetsizleştirme adı altında birçok durum düşünülmektedir. Nitekim transhümanist Z. Istvan, önümüzdeki 25 yılda insanoğlunun son 100 yılda geçirdiği evrimden daha büyük bir evrim geçireceğini ve yapay kalplerin gerçek kalplerden daha iyi olacağını, beyin implantları sayesinde telepatinin iletişimin en önemli fonksiyonu haline geleceğini iddia eder. Bunun yanında teknolojilerle erkekler, implant edilmiş rahim ile doğum yapılabileceğini zikreder. İnsan aklının Tanrı gibi çalışması gerektiğini söylerler. Bedeni dönüştürme eyleminde bulunmaya çalışan transhümanistler bu meyanda pek çok çalışma yaptığını da söylemek mümkündür.
Yazar, “Transhümanizmin Askerîleşmesi, Savaş ve Barışın İmkânına Dair” başlıklı üçüncü bölümde, çeşitli başlıklarla transhümanizmin savaşta ortaya çıkardığı etkiyi, bu süreçle beraber dünya üzerinde yaşanabilecek sorunları ve özellikle savaş teknolojisiyle beraber ortaya çıkan etik sorunların sonuçlarını irdelemeye çalışır. Transhümanizim üzerine konuşan düşünürlerin birçoğu bu süreçle beraber insanlığın ikinci rönesansını yaşayabileceğini söylerler. Özellikle robotik, sibernetik ve bio-teknolojileriyle birlikte insanoğlunun zayıf yanları ortadan kaldırılmak amaçlanmaktadır. Uyku ve zor şartlarda dayanabilen süper askerî güçler yaratılmaya çalışılmaktadır. Tanrı’ya benzemeye çalışmaya çalışan insanın güçlü, ölümsüz ve sorunsuz olma isteğiyle birlikte ortaya yepyeni icatlar çıkmıştır. Yapay zeka ile birlikte insanlık homo-sapiensten robo-sapiense geçmeye çalışmaktadır. Yazar burada özellikle ABD’nin kendi ordusunu (DARPA) dizayn etmek için kullandığı teknolojileri ve burada harcadığı maliyete işaret ederek durumu net bir şekilde ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu durumu çeşitli durumlarla desteklemeye çalışmaktadır. Nitekim verdiği pasajlarda da bunu görmek mümkündür. “Şimdilerde yenilikçi teknolojilerle kafatasının altına implant edilebilen ve uzaktan manipüle edilebilen bir mikro işlem çipi üzerine çalışılmaktadır. DARPA’nın bilim kurgu filmlerinden mülhem insansız savaş makineleri (insansız hava aracı, savaş uçağı, tank, robot askerler ve swarmlar) yüz tanıma programlarıyla fiziksel özellikleri dikkate alınarak insanları yok edecek drone’lar üretildiğinin bilgisi veriliyor.” (s. 136). Verilen şu somut örnek ise dikkat çekicidir: “2014 yılında ABD Başkanı Obama ‘Uzun süredir üzerinde çalıştığımız gizli bir proje olan Iron Man’ı inşa ettiğimizi açıklamak için buradayım.’ demiştir.” (s. 138). İron Man yani süper askeri katil “Demir Adam” filmi de çekilmiştir.
Bunun yanında Dağ’a göre transhümanist bir süreçte ortaya konulan savaş materyallerinin insanlık için hiçbir şekilde ümitvar olmayacağıdır. Ona göre monarşik yönetimler ilkel, antik demokratik ve anti hümanist olarak görülse de daha çok insan ölümlerine neden olan savaşları monarşik yönetimler değil bilâkis liberal demokratik yönetimler doğurmuştur. Yazar, oluşan durumdan mutlak anlamda bihaber değildir. Daha önceki bölümlerde olduğu gibi bu bölümde de sürecin insanlık için sıkıntılar doğuracağını altını çizerek zikreder.
Kitabın son bölümünde de yazar, birbirinden farklı konulara da temas ederek transhümanizmin her alana sirâyet ettiğini okuyucuya net bir şekilde göstermek istemiştir. Kutsalı kovan Batı düşüncesi, maddi ve akılcı bir dünyanın varlığının meselelere çözüm olacağını yani sadra şifa olacağını düşünmüştür. Bu düşünceyle birlikte tek bir alanla sınırlı kalmamış, iktisattan bilime, siyasetten dine, askeriyeden sanata değin birçok alanda mutlak anlamda yenilik yapmaya girişmişlerdir. Çok fazla değil 200-300 yıllık bir zaman diliminde birçok alanda uygulamak istedikleri şeyi başarıya kavuşturdular. Özellikle kitabın son bölümü olan “Sosyo-Kültürel Olarak Transhümanizmin Durumu” adlı bölümde bu sürecin her alana teşmil ettiklerinin en büyük göstergesidir. Yazar burada transhümanizmin tek başına teknik bir kavram olmadığını felsefe, edebiyat ve sinemada model oluşturan örneklerle birlikte açıklamaya çalışır. Öncelikle sinema filmlerinden bazılarına yer verir. X-Men, İron Man, Robocop, Bicentennial Man ve Terminatör gibi filmlerin transhümanizle bağlantılı yapıtlar olduğunu vurgular. Roman olarak ise Mary Shelley’in “Frankenstein” romanının transhümanizmin bilim kurgu anlamında ilk örneği olduğunu söylüyor. “Bu tür roman ve filmlerde distopik olgular, yarı biyonik yarı biyolojik varlıklar, klonlama, Darwinist yaşam biçimi, biyo-teknoloji, nörobiyoloji, farmakoloji, klonlama, evrimci gelişim, makine türü varlıklar ve insan zekasına denk veya aşmış yapay zekalı yazılımlar vardır.” (s. 173). Ayrıca R. Scott’un yönettiği “Blade Runner” filmini ve W. Gibson’un “Neuromaner” romanının tahlillerini de yapıyor.1
Kitabın son bölümünde en dikkat çeken başlıkların başında transhümanizmin yeni bir dinî teşebbüş olduğu başlığıdır. Yazar, “Yeni Bir Dinî Teşebbüs Olarak Transhümanizm” başlığı altında dinî bu konudan ne kadar etkilendiğini veyahut dinî olguların bu teşebbüsle nasıl bir evreye geçtiğini farklı perspektiflerle ortaya koymaya çalışır. “Tanrı, insan gücünün bir hayal ürünüdür.” diyen Locke, Hume ve Voltaire gibi hümanist filozofların söylemi neticesinde 18. yüzyılda din farklı bir tarafa çekilmiştir. 18. Yüzyıldan 21. yüzyıla gelindiğinde Tanrı anlayışı yerine insan anlayışı konumlandırılmaya çalışıldı ve bu kısmen başarılı oldu. Özellikle Batı bu durumdan net bir şekilde etkilendiğini söylemek mümkündür. Yazar burada başka bir “izm”in sürece katıldığını ve bu sürece katılan izm’le beraber süreç bambaşka bir yöne kaymıştır. “Dataizm” artık din olma yolunda adımlarını daha net bir şekilde atmaktadır. Artık görevinin sadece bilginin doğruyu yanlıştan ayırmak demek olmadığını, Tanrı gibi her yerde olması gerektiğini, her şeyi kontrol etmesi gerektiğini bilerek hareket etmektedir.
Yazara göre ahiret inancı olmayan transhümanizm, ölüme son verme amacında olan sahte-dinsel bir dünya görüşüdür. Bu durumun Müslümanlarla zemin kazanması mümkün değildir. Vücûdu emanet olarak gören bir dinle, o vücûdu her türlü dönüştürme hakkına sahip olduğunu düşünen bu görüşün uzlaşması mümkün değildir. Ayrıca transhümanistlerin dine yaklaşımını şu şekilde ortaya koymaktadır: “İnsanın dönüşümünde ısrarcı olan transhümanizm, düşünce ve pratikleri bakımından dini dışarıda tutma ve ‘yeni kutsal’ üretme amacındadır. Gelecek perspektifinde dinden uzak olan transhümanizme göre ‘Din, geçmiştir ve geleceğe/ değişime engeldir.’ Teknolojik tanrı yaratılmasını bekleyen transhümanist akım, hümanizmin maksadı olan insanı, Tanrı yerine koyarak insanı sonsuzlaştırma, sonsuz olan Tanrı’nın konumunu ve rolünü insana verme amacındadır. Bilim ve teknolojiyi yüceleştiren, aşkın Tanrı’nın yersizliğine inanan transhümanizm, dinin yerine konumlanan seküler bir projedir.”
Dağ’in bu çalışması, kitabın başında ele alınan soruların cevaplanması açısından tatmin edici bir niteliktedir. Onun konuyu ele alırken bu alanda yazılıp çizilmiş veyahut ortaya konulmuş yazılardan haberi olması, mutlak anlamda araştırmalarını delillere dayandırarak ortaya koyması, bu alanla alakâlı ilimleri neredeyse çoğunu taramalar yapmak suretiyle faydalandığı anlaşılmaktadır. Kitabın, mevcut literatürdeki benzer eserlerden ayrıştığı nokta, uğraştığı geniş medeni birikimi, felsefi bir düzlemde değerlendirebilmesidir. Ahmet Dağ’ın dili, yer yer kapalı bir görünümde olsa da genel itibariyle açıklığını korumaktadır. Yazar, bu çalışmasıyla transhümanizm, hümanizm, artırılmış insan, posthümanizm gibi kavramlar üzerinden yürütülen tartışmaya yeni bir bakış açısı getirmiştir. Mezkur çalışmasıyla Dağ, transhümanizm kavramına çeşitli başlıklar altında önemli sayılabilecek bir soruşturma içerisine girmiş ve bunu da her konunun sonunda ortaya koyduğu ve tespit ettiği çelişkilerin haklılığı çerçevesinde büyük oranda başardığını söylemek mümkündür. Bu alanla alakâlı Türkçe literatürün hâlâ istenilen seviyede olmadığı da göz önüne alınınca ortaya konulan çalışmanın ne denli mühim olduğu da ne bir şekilde görülmektedir. Transhümanizm ile okumalar yapmak isteyen araştırmacıların ilk olarak bu esere yönelmeleri gerektiğini de söylemek mümkündür. Nitekim birçok başlık altında ilgili kavramı açıklamaya çalışır.