Tabiîn ve Sonraki Kuşakta Usûlî Eğilimler


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 26 KASIM 2020

Tabiin-Tebe-i Tabiin Dönemi ve Ekolleşmeler

  • Bu dönem usul literatürünün ilk habercilerinin görüldüğü bir geçiş sürecini temsil etmektedir. Kaynak düşüncesinin daha belirginleştiği ve fıkıhta ileri sürülen düşüncelerin artık karakteristik yönelimler ve ekolleşmeler şeklinde dışa vurulduğu bir dönemdir. 
  • Bu dönemde yaşanan tartışmalar usul ilminin hem ortaya çıkışına zemin hazırlayan tartışmaların hem de bu ilim içerisinde yaşanan belli eğilimlerin şekillendiğini görmekteyiz. Burada ortaya çıkan zihniyetler ve yönelimler daha sonraki literatürde temellendirilerek ana damarda varlığını korumaya devam etmiştir
  • Sahabiler, farklı İslam merkezlerinde Hz. Peygamber'den öğrenmiş olduğu bilgilerle kendi içtihatlarını yaparak ilim halkası kurmuş ve edindikleri bu bilgileri daha sonraki kuşaklara aktarmışlardır.
  • Bu ekollerin ilk olarak coğrafî bölgelere nispetle isimlendirildiğini görüyoruz. Örneğin tabiin döneminde Medine mektebi veya Hicaz mektebi adı verilen bir oluşum bulunmaktadır. Bu oluşumun merkezinde hadiste ve fıkıhta ön plana çıkan bazı isimler vardır. Tabiin döneminde bu mektebin reisi olarak öne çıkan isim Said b. Müseyyib'tir.
  •  Buna yönelik olarak da Kufe veya Irak mektebi denilen ve oradaki sahabilerden müteşekkil bir oluşum daha vardır. Bu ekol içerisinde Hz Ali ve İbn Mesud, ekolün Hz. Peygamber devrine bağlanan ilim halkasındaki sahabilerdir. Onları takip eden alimler içerisinde Alkame ve Esved gibi isimler, akabinde de İbrahim en-Nehai vardır. İbrahim en-Nehai, Kufe'deki mektebin bir anlamda  önderi kabul edilmektedir. Kendisi de Ebu Hanife’nin ve Hammad’ın hocasıdır.

Ehl-i Re'y-Ehl-i Hadis Kimdir

  • İlk başta coğrafi bölgelere nispetle anılan ekolleşmeler belli bir aşama sonrasında Ehl-i Re'y ve Ehl-i Hadis olarak adlandırılmıştır.
  • Ehli-Re'y ve Ehl-i Hadis'in kim olduğu meselesi bugün hala tam anlamıyla çözülemeyen ve hemen herkesin bir değerlendirmede bulunduğu bir meseledir. Modern dönemde kaleme alınmış eserlere göre Ehl-i Hadisin; Medine veya Hicaz denilen mektebi temsil ettiği belirtilir. Bunların hadis rivayetine ağırlık verdikleri ve rey'i sınırlı bir şekilde kullandıkları söylenir. Çünkü Medine'de karşılaşılan problemler Resulullah zamanında sosyal yapı çok fazla değişmediği için çeşitlilik arz etmiyordu ve rivayet malzemesi de fazlaydı. Dolayısıyla bu mektebe mensup olanlar mevcut naklî rivayetlerle bu problemleri çözebiliyordu. Bunun dışında rey'e başvurmaya ihtiyaçları yoktu şeklinde değerlendirmeler yapılır.
  • Bu eserlerde, Kufe veya Irak mektebi de Ehl-i Re'y olarak adlandırılır. Irak siyasî karışıklıkların yaşandığı bir bölgedir ve bu karışıklar kişilerin mensup olduğu ideolojik grupların rivayetler üzerine de tesiri olma ihtimalini göz önüne alarak ayrıca burada rivayet malzemesinin az olması ve güvenilir yollardan intikal etmemesinden dolayı bu mektep sahipleri rivayetlerde daha titiz ve daha seçici davranırlar. Bu bakımdan kendi kriterlerine göre kendilerine itimat telkin eden az sayıda rivayeti kabul ederler. Bunun yanı sıra Irak’da sosyal yapı Medine’den farklı olduğu ve İslamiyet'e dâhil olan çok farklı etnik kökenler, farklı kültürlere mensup insanlar olduğu için Irak mektebi kıyas ve içtihad gibi rey metotlarını daha fazla kullanmışlardır.
  •  Dini metinlerde emirlerin anlaşılmasında sadece lafzî algılama ve söylenenden hareketle söylenmek istenenin ne olduğunu anlamaya çalışmak şeklinde iki farklı zihniyet vardır. Sahabiler arasında da bu iki zihniyete mensup olan kişiler bulunmuş ve bu zihniyetler hocalardan talebelere aktarılarak sonraki kuşaklara doğru devam etmiştir.
  • Ehl-i Re'y, hükümlerin önemli bir kısmını ibadetler dışında kalan muamelat ve hatta mesailden kabul edilen bazı ibadetlerin makulu’l-mana olduğunu düşünürler. Onlar, hükümlerin taşımış olduğu illetlerin anlaşılabileceği, akılla kavranabileceği hatta hükümlerin incelemesinden bir takım genel prensiplere gidilebileceği ve bu genel prensiplerden hareketle yeni meselelerin çözüme bağlanabileceğini düşünürler.
  •  Ehl-i Hadis ekolünün temel yaklaşımı ise herhangi bir talimat gelmiş ise yapılması gereken onu aynen uygulamaktır. Bunların arka planını araştırmak, illete hikmet aramak yanıltıcı olabilir. Onların bakış açısına göre dini emirler; kurallar, emirler ve yasaklar manzumesi gibi algılanır. Yapılması gereken bunları öğrenmek ve uygulamaktır.
  • Zihniyet farklılıkları üzerinden ayrımı yapılan bu iki ekole kimlerin mensup olduğu meselesi de oldukça önemlidir. Bu noktada sınırların süreç içerisinde belirginleştiğini söyleyebiliriz.
  •  Bu ekollerle ilgili ulaşabildiğimiz en eski kaynaklardan İbn Kuteybe’nin “el-Maarif” isimli eserinde Ashab-ı Re’y grubu içerisinde bir anlamda fıkıhla iştigal eden, müçtehid olan, müftî olarak ön plana çıkmış kişileri ele aldığını görmekteyiz. Örneğin Kufe kadısı İbn Ebi Leyla, Ebu Hanife ile muasır olmasının yanı sıra onunla çok sayıda ihtilafı bulunan bir zattır. Ama Ebu Hanife ile ikisi bu listede yer alır. Bu listeye baktığımız zaman sadece Ebu Hanife ve talebelerinin değil bunun yanında metot itibarıyla onunla son derece ters düşen ve ihtilafları olan isimlerin de burada yer aldığını görüyoruz. Ashab-ı Hadis dediğimizde de listedeki isimler Leys b. Sad,  Süfyan b. Uyeyne gibi hadis rivayetiyle de tanınmış olmakla birlikte aynı zamanda fetva veren kişilerdir.
  •  Fakat İbn Kuteybe “Tevilu’l Muhtelifi’l-Hadis” adlı bir diğer eserinde h. III. asırda hadisin otoritesinin yerleşmesi açısından yaşanan tartışmaları, birtakım rivayetleri içerik itibarıyla kelamcıların itirazını ve bunlara cevap vermek aracıyla geliştirilen argümanları ele alır. Bu eserinde Ashab-ı Re’y çatısı altında sadece Ebu Hanife ve takipçilerini zikreder. Onları da kelamcılarla aynı kulvara koyar ve bu tabiri bir eleştiri vesilesi olarak kabul eder. Aynı müellifin iki ayrı eserinde farklı hususlar dile getirilmiş olması onun yaklaşımın biraz daha ilk dönemleri yansıtmasından kaynaklanmaktadır.
  •  Şehristani'nin tarifinde Ashab-ı Hadis denildiğinde Malik, Şafii, Ahmed b. Hanbel ve Zahirilerin bu grupta yer aldığını görmekteyiz. İbn Haldun, Ehl-i Re'y ve Ehl-i Hadisin yanı sıra Zahirileri ayrı bir grup olarak ele almaktadır.
  •  Bu sınıflandırmaları esas alırsak Hanefilerin yanında fıkıhta iştigal eden diğer meşhur müçtehidlerin de Ashab-ı Re'y olarak gösterildiğini ve Ashab-ı Hadis başlığı altında biraz daha rivayet yönü ön plan çıkan isimlere yer verildiğini görüyoruz. Ancak Şehristani ve İbn Haldun dönemine geldiğimiz zaman artık dört mezhepten üçünü Ashab-ı Hadis olarak isimlendirilmesiyle beraber Ebu Hanife ve talebelerinin Ashab-ı Re'y olarak ele alındığını görüyoruz.
  •  Bu durumun gerekçesi olarak yoğun bir şekilde rey kullanımı veya hadis kullanımı farkı tatmin edici bir gerekçe olmayacaktır. Bu konuyla ilgili farklı kanaatler olmakla birlikte bu ayrımın fıkıh sahasında değil itikadi sahada geçerli olduğunu iddia edenler de vardır.

Ehl-i Hadis ile Ehl-i Re'y Ayrışmasının Arka Planı;

  • Mezhep denilen oluşumlar fıkıhtaki sistemleşmeleri bize anlatmaktadır. Kurucu bir figür etrafında onun fıkhın bütün bölümleriyle alakalı kanaatlerinin bir araya getirilmesi ve daha sonra bu görüşlerin iç tutarlılık açışından denetlenmeye tabi tutulmasıdır. Oradan çıkarılan birtakım ilkelerle yeni meseleler bunun ışığında çözüme kavuşturulur. Ashab-ı Re'y'in yaptığı fıkhi görüşleri yazılı hale getirip kalıcı bir biçim vermek ve onu sistemleştirmektir. Ancak bu Ashab-ı Hadis'in kabul edebileceği bir husus değildir. Çünkü onlar hadislerin dışında herhangi bir şeyin yazılı hale getirilmesine, kalıcı bir karakter kazanmasına pek sıcak bakmamışlardır.
  •  Ahmed b. Hanbel, fakihlerin verdiği görüşlerin fetvaların yazıya geçirilmesine sıcak bakmayan bir şahsiyettir. Bunu yanlış bir tavır olarak görmektedir.  Ancak ondan sonra oluşan Hanbelî mezhebi müntesipleri Ahmed b. Hanbel’den nakledilen görüşleri ve fetvaları yazıya geçirerek, sistemleştirerek bir mezhep haline gelmişlerdir. Bir anlamda onun tavrını terk etmişlerdir.  Zira o tavrı sürdürselerdi ekolleşme gerçekleşmezdi.
  •  Fıkıhtaki ekolleşme Ehl-i Re'y adını verdiğimiz Hanefi geleneğin etkisinde olmuştur. İmam Muhammed’in “el-Asl”ı ve diğer eserleri, Ebu Hanife’nin görüşlerini bir araya getiren ve sistemleştiren ekolün ilk halkasını teşkil etmiştir. Maliki mezhebinin sistemleşmesinde de aynı etki vardır. Eser b. Furât, “Eseriyye” isimli bir metin ortaya koymuştur. Daha sonra bu metin üzerinde Sahnun'un Abdurrahman b. Kasımla çalışması neticesinde yeni bir eser olan “el-Müdevvenetu’l-Kübra” ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla İmam Malik'in görüşlerinin sistemleşmesinde Irak’taki telifin bir yansıması görülmektedir.
  •  Bilindiği üzere İmam Şafii’nin “el-Umm” adlı eseri bir anlamda İmam Muhammed’in kitaplarındaki meselelere cevap teşkil eden o sistematiği esas alan bir eserdir. Ahmed b. Hanbel ve talebelerinin de Ebu Hanife’nin ashabından fıkıh dersi aldıkları bilinmektedir. Ahmed b. Hanbel'in görüşlerini sistemleştirmeye çalışanlar da ister istemez Ehl-i Re'y'in yaklaşımından etkilenmiştir.

Necmeddin et-Tufi ve Değerlendirmeleri

  • Tufi, Hanbelî gelenek içerisinde yetişmekle birlikte eleştirel bakabilmeye, meselelerin arka planındaki esasları görebilmeye muktedir olan bir âlimdir. O bakımdan dikkat çeken değerlendirmeleri bulunmaktadır.
  •  Tufi'ye göre re’y, kıyastan daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Fıkıhta kullanılan delillerden hareketle ortaya konan çıkarımlardır. Bu delillerde nass, icma, istidlal ve istihsan olabilir. Bunun dışında fakihlerin kullanılmasında ittifak ettikleri veya görüş ayrılığına düştükleri herhangi bir metoda dayanarak ortaya konan sonuçlara da re’y denilir. Kıyas, hakkında nass bulunmayanı nass bulunan ışığında çözüme kavuşturmaktır.
  • Tufi, “Şerhu Muhtasari'r-Ravda” isimli eserinde Ashab-u Re'y tabirini mahiyeti itibariyle ve özel olarak belirli bir grubun ismi olarak iki açıdan incelemiştir. Mahiyeti itibariyle bakıldığında akıl yürütme yoluyla hüküm çıkaran herkesin bu tabir altında kendinde yer bulacağını ifade ederken özel isim olarak ashab-ı rey tabirinin Iraklılar için kullanıldığını belirtmiştir. Bunların Kufe Ehli olarak bilinip Ebu Hanife ve takipçilerini nitelediğini dile getirmiştir.
  • Ashab-ı Re'y'in pek çok konuda hadis yerine re’y ve kıyasa başvurduğunun farkında olan Tufi, bunun birtakım gerekçeleri olduğunu keyfilik söz konusu olmadığına dikkat çekmiştir. Ona göre ashab-ı rey'e rivayetler ulaşmamış olabilir, ulaşan rivayetler Kur'an'a aykırı olabilir, ravileri fakih değildir veya herkes tarafından bilinmesi gereken bir meselenin ahad yolla ulaşması onların bunu kabul etmeyip rey ve kıyasa başvurmalarına sebep olmuştur.
  • Onlar, isnadla alakalı çıkarımları yeterli görmediğini ve metin tenkidini yaptıklarını belirtmiştir. Bunun yanı sıra metin ve muhteva tenkidi yaparak isnad dışı bir takım unsurlardan hareket etmiş ve bazı rivayetlerle ameli terk etmişlerdir. Tufi, onların rivayetleri terk etmelerinden dolayı acımasızca pek çok eleştiriye maruz kaldıklarına değinmiştir. O, Ebu Hanife'nin inat sonucu sünnete muhalefet etmediğini dayandığı birtakım deliller ışığında konuya yaklaştığını ancak muhaliflerinin ona insaflı davranmadığını dile getirmiştir.

İbn Abdi'l Berr ve el-İntika fi Fedaili’l-Eimmeti's-Selaseti'l-Fukaha Adlı Eseri

  • Hadis ve fıkıh sahasında otorite olan, tarih sahasında önemli eserleri bulunan ve Maliki mezhebine mensup âlim İbn Abdi'l Berr'in el-İntika fi Fedailil Eimmeti's Selaseti'l Fukaha adlı bir eserinde İmam Malik, İmam Şafi ve Ebu Hanife’nin biyografilerini ele alır
  •  O, eserinde Ehl-i Hadisin Ebu Hanife'ye cephe almasının en önemli gerekçelerinden biri olarak iman ve amelin birbirinden ayrı olduğunu kabul etmesi ve nassların tamamından tümevarım yoluyla çıkardığı bazı ilkeleri esas alarak bu ilkelere aykırı bulduğu rivayetleri reddedip bunlara şazz demesini göstermektedir.
  •  Aynı zamanda Ebu Hanife'nin çıkarım yeteneği ve zekâsı yönüyle kıskanılan haset edilen bir kişi olduğunu belirtir. Ehl-i Hadis'e göre bir hadis Resulullah’tan geldiği şekliyle -onların kriterine göre- ravilere itimat ederek, ravilerin sağlam dediği hadisi herkes kabul etmelidir. Ebu Hanife'nin burada temsilcisi olduğu zihniyet ise rivayette yanılma olabileceğini ve ravi bakımından onların kriterlerinin yeterli olmadığını düşünmektedir. Ancak Ehl-i Hadis onların Resulullah’ın hadisini reddettiğini düşünüyor.

Zahid el-Kevserî'nin Değerlendirmeleri

  •  Kevserî, 20. yy. da yaşamış önemli Hanefi bir âlimdir. İstanbul’da medrese eğitimini tamamlamış ve müderrislik, şeyhülislamlık ve ders vekilliği yapmıştır. Cumhuriyet sonrası dönemde Mısır’a yerleşmiş, yayınlarının çoğunu burada kaleme almıştır. Hadis, fıkıh ve tarih alanlarında eserleri bulunan Kevserî aynı zamanda birçok ilmi eseri neşretmiştir.  Aynı zamanda Hanefi mezhebinin ateşli bir tarafı olan Kevserî'nin “Fıkh-u Ehli'l Iraki ve Hadisuhum” adlı Zeylai'nin “Nasbü'r-Raye isimli eserinin mukaddimesi olarak kaleme aldığı daha sonra ayrıca basılan ve “Hanefi Olgunun Esasları” başlığı altında Türkçeye de çevrilen küçük ama yoğun değerlendirmeler ihtiva eden bir eseri vardır.
  • O, Tufi'nin Ehl-i Rey için yaptığı değerlendirmeleri aynen naklettikten sonra ehl-i rey tabirinin özel bir isim olarak kullanılmasını “Halku'l-Kur'an” konusunda yaşanan tartışmalardan sonra Irak ehlinin özel bir ismi olduğunu ifade etmiştir.
  • Kevserî de Hanefilerin Ehl-i Re'y olarak adlandırılmasının onların fıkıhta ve çıkarım yapmada üstün yeteneklerinden dolayı olduğunu iddia etmiştir. Kevserî'nin yaklaşımına göre Ehli hadis; raviler ve nakilcilerdir.
  • Kevseri'nin yaklaşımı İbn Kuteybe’nin Maarif'te ortaya koyduğu yaklaşımla uyum içerisindedir.

Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis Arasındaki Temel Farklılıklar

  • Ehl-i Re'y ve Ehl-i Hadis kullanımıyla alakalı Makdisi'nin “Ahsenu't-Tekasim” adlı eserinde incelenen nakillerin bir kısmına göre Ebu Hanife, Malik ve Şafiî ile hadis imamları farklı kategoride yer almıştır. Bir diğeri de Ehl-i Hadis için Hanbelîler tabiri kullanılmasıdır. Ehl-i Hadis, Ehl-i Re'y ayrımı modern dönemde yapılan çalışmalarda bir anlamda zihniyet ayrımını çağrıştırdığı için mesele öyle vazedilmiştir.
  • Bu iki ekol arasındaki kavganın çıktığı esas yer hadis kabulünde yalnızca isnadla yetinmeyen ama bunun yanı sıra metin tenkidi ışığında bir tutarlılık arayan yaklaşım olmuştur.
  •  Bu dönemde temel deliller ve bu delillerin hiyerarşisine ilişkin geniş tabanlı bir görüş birliği artık ortaya çıkmıştır. Kitap-sünnet hiyerarşisi, sahabenin ittifakı, ondan sonraki âlimlerin ittifakı önemli ölçüde şekillenmiştir. Bunlara yapılan kıyas önemli ölçüde fıkıhla iştigal edenler arasında kabul görmüştür.
  • Bunun yanı sıra istihsan kullanılır mı? Medine ehlinin ameli sünnet bağlamında mürsel rivayetler kullanılır mı? Sahabi kavli ayrıca delil teşkil eder mi, etmez mi? bu konularda tartışılarak ihtilaflar ciddi anlamda belirginleşmiştir. Ortaya çıkan vasat İmam Şafii’nin Risale'yi kaleme aldığı dönemde mevcut yaklaşımları literatüre taşımasına uygun bir zemin hazırlamıştır.
  • Böylece Şafii'nin Risale'sinin tahliline kadar ki gelişmeleri görmüş oluyoruz. Fıkhî tabirler, deliller, hiyerarşiler, tartışmalar son derece canlı ortaya konmuş argümanlar belirmiştir. İmam Şafi, bu malzemeden hareketle eserini kaleme almış ve o tartışmalar içerisinde kendi konumunu belirlemiştir.

 Hazırlayan: Fatıma Nur DEMİR

Videolar