İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2020-2021
Giriş
Yûsuf Kardâvî, klasik fıkıh müktesebatımızı ele alış tarzıyla, fetvalarıyla son yüzyıl fıkıh çalışmalarına yön veren, aynı yüzyılda yaşayan ve fıkhi bilgi üretimi için imali fikirde bulunan pek çok araştırmacının bigane kalamadığı bir alim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eserlerinde vasat yolu takip etme, itidal, kolaylaştırma, eşit derecedeki delillerde ruhsatlara tabi olmak, bir mezhebe taassub derecesinde bağlı olmanın zararlarından sıkça bahseden Kardâvî, makâsıd düşüncesini “tikel delillerle seriatın maksatlarını birlikte düşünmek” şeklinde formülleştirerek dile getirmektedir.[1]
Çalışmamızın temelini teşkil esen, ed-Dirase fi maksıdi’ş-şeria beyne’l-mekasidi’l-külliyye ve’n-nususu’l-cüziyye isimli eserinde, makâsıd düşüncesinin temeline yer vermekte, nassları ele alırken Şari’nin muradını göz ardı edip makâsıd düşüncesine mesafeli duranları “yeni zahiriler” şeklinde, makâsıd düşüncesini istismar ederek aşırıya kaçanları “yeni muattıla” olarak tanımlamakta, tikel delilleri şeriatın maksatları gölgesinde değerlendirenleri de “orta yol” olarak tanımlar.[2]
Eser, ilk defa 2006’da basılmış olup bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla henüz Türkçe’ye tercümesi yapılmamıştır.
Yûsuf Kardâvî, İslam toplumunun sorunlarına cevap verirken gerek kadim gerekse modern meseleler üzerinde kendisine yöneltilen sorulara verdiği fetvalardaki yöntemi merak konusu olmuş, fetvalardaki makâsıdi yaklaşım bazı akademik araştırmalara konu olmuştur. Bu araştırmalara örnek vermek gerekirse; Mahmud Şaviş’in el-Menhecül makâsıdı fi kitab helal ve haram, Ahmet Osmani ve Abdulhak el-Mısri tarafından hazırlanan el-Menhecü’l-makâsıdi ınde’ş-Şeyh el-Kardâvî min hilali fetevahu ve son olarak Casir Avde’nin kaleme aldığı Makâsıdü’ş- şeria inde Şeyh Yûsuf Kardâvî isimli eserler sayılabilir. Söz konusu çalışmaların temelinde ise, Yûsuf Kardâvî’nin ed-Dirase fi maksıdi’ş-şeria isimli eserinin yer aldığını söylemek anlamlı olacaktır. Nitekim Kardâvî, hem nazari olarak makâsıd düşüncesine yaklaşımına yer vermiş hem de makâsıd düşüncesinin tatbikinde görülen olumsuz örnekler sebebiyle pratik anlamda izahata başvurması bir anlamda makâsıd düşüncesinin tatbik sahasına dair geniş bir örnek skalasına yer vermesine sebep olmuştur.
Kardâvî’nin makâsıd temelli görüşlerine ayrıca “İslam Fıkhını Yeniden Anlamak, Kuran’ı Anlamada Yöntem, Sünneti Anlamada Yöntem, Öncelikler Fıkhı, es-Siyasetü’ş-Şeriyye, Fıkhu’d-devle, Fıkhu’l-ekalliyyat” gibi eserlerinde de rastlamak mümkündür.
Kardâvî’nin makâsıd düşüncesini temellendirirken klasik âlimlerimizden İzz b. Abdüsselam(ö. 660/1262), el-Gazzâlî (ö. 505/1111), el-Cüveynî(ö. 478/1085), İbn Kayyım(ö. 751/1350), eş-Şâtıbî(ö. 790/1388), el-Karâfî (ö. 684/1285) gibi âlimlere sık sık atıf yaparken modern dönmede de fıkıh düşüncesinin şekillenmesinde Şeltût(1893-1963), Hallâf(1888-1956), Ali el-Hafif(1891-1978), Mustafa Zeyd, Zerka, Behiy el-Huli, Seyyid Sabık gibi isimlere atıf yaptığı görülmektedir.[3]
ED-DİRASE Fİ FIKHI MEKASİDİ’Ş-ŞERİA
Kardâvî, eserin girişinde makâsıdın ehemmiyetini ve makâsıda yaklaşımını ifade eden bir giriş yazısı ile başlamaktadır. Nitekim bu giriş yazısı esasında Londra’da 2004’te gerçekleştirilen “Makâsıdü’ş-şeria” başlıklı bir çalıştayın giriş bildirisi olarak sunulmuştur.[4]
Eser, söz konusu giriş yazısı dışında üç bölümden oluşmaktadır. Müellif, makâsıdın tanımı, kaynağı, felsefi temeli üzerinde durduktan sonra makâsıda dönük üç yaklaşım tarzından bahsetmekte ve bu üç ekolun cüzi nassları ele alı tarzı üzerinden bir okuma yapmaktadır.
Yûsuf Kardavi’de Makâsıd Düşüncesi
Kardâvî, makâsıdı şöyle tanımlamaktadır: “Emir, nehy ve mubah alanlardan oluşan nassların hedeflediği amaçlar, gayeler; cüzi hükümlerin mükelleflerin hayatında fert, aile ve İslam ümmeti olarak gerçekleştirmeyi amaçladığı hedefler”[5] Kardâvî, söz konusu hedeflerin tesbiti hususunda istikraya başvurulabileceğini ifade etmekte ayrıca naslarda talil ifade eden edatları takip etmenin ve nassın sarih talil ifadelerinin araştırmacıyı Şarinin maksadına ulaştırabileceğinin altını çizmektedir.[6]
Müellife göre maslahat özünde Şariin maksadını muhafaza eden bir işleve sahiptir. Maslahat yaygın taksimi itibariyle kulların dinlerini, canlarını, akıllarını, nesillerini, mallarını korumanın adıdır. Ayrıca bu esaslara bireylerin ırzları, emniyetlerini, haklarını ve hürriyetlerinin korumak da eklenebilir. Şari, kullardan meşakkati kaldırmayı ve ahlaki ölçüleri tamamlamayı; edepte, örfte, sistemlerde ve muamelelerinde en kıvamlı yola ulaştırmayı hedeflediğini ifade etmektedir. Beş temel taksime ilave dilen bu esaslar, “din” ilkesinin altına girse de müellif özellikle bu hususların vurgulanmasının altını çizmektedir.[7]
“Cüzi nasları külli maksatlarla birlikte okumak” cümlesini eserlerinin pek çok kısmına yerleştiren Kardâvî’ye göre ahkâmın tamamı talilidir ve bir hikmete mebnidir. Allah hakimdir ve abesen şeriatta hiçbir şey koymamıştır. Tabbüdi olan naslarda da hikmet vardır ancak bizler o hikmeti anlayamayız. O sebeple insan içtihadına mahal değildir.[8]
Şayet “her hüküm hikmete mebnidir ve maslahat şarinin maksadını tahkik etmektir” denirse ve nasların ile maslahatın çatıştığı düşünülürse ne söylenebilir:
Şayet cüzi nas tevile muhtemel ise ve karşısındaki nas muteber bir maslahat ise o takdirde maslahatla amel edilir. Nitekim Hz. Osman’ın kayıp develer hakkında yaptığı ve narh koyma meselesinde maslahatın tatbikine örnek teşkil etmektedir. Ancak maslahatla çeliştiği iddia edilen naslar kati naslar ise bu takdirde maslahatın vehme dayandığı anlaşılır. Dolayısıyla bir çatışma söz konusu olursa ya o maslahat vehme dayanmaktadır ya da nas kati değil; müctehedün fihtir.[9]
Zaruriyyat, haciyyat ve tahsiniyyat taksiminden hiçbir alimin müstağni kalamayacağını ifade eden Kardâvî, zaruriyyat dairesine ayrıca hürriyet, eşitlik, kardeşlik, insan hakları gibi toplumsal değerleri de eklememektedir.[10]
Maslahatın kaidelerini ifade ederken Buti’den faydalanarak hükme medar olacak maslahatın, makâsıdı şeriye uygun olması, nassa muğayir olmaması, ehemm maslahatla çatışmaması ve maslahatın hakiki olması gerektiği gibi hususların altını çizmektedir.
Maslahat ile ahkâmın çatışması hususunda ise Kardâvî’nin duruşu öz itibariyle maslahat ile ahkâmın çatışmayacağıdır. Şayet bir çatışma söz konusu olursa ya o maslahat vehme dayanmaktadır ya da nas kati değil; müctehedün fihtir.
A. Makâsıd Yaklaşımında “Yeni Zahiriler” Ekolu
Kardâvî’nın makâsıd yaklaşımlarına dair tasavvur ettiği ekollerden biri “yeni zahiriler”dir. Bu ismi vermesinde, naslardan hüküm çıkarırken aklı/kıyası ve ahkâmın talili oluşunu tamamen reddetmeleri ve nassları literal okuma meyli sebebiyle zahiriyye mezhebine benzetmektedir.[11]
Yeni zahiri ekolun en belirgin vasfı, nassları literal (Kardâvî’nin ifadesi ile harfi okuma) bir okumaya tabi tutup, külli maksatları tamamen gözardı etmesidir.[12] Bu yaklaşım kimi zaman siyasi olabildiği gibi kimi zaman dini saiklerden de kaynaklanmaktadır. Cüzi nasların cevherini terkedip, zahirine temessük eden bu grubun bir diğer ayırıcı vasfı ise zaruri hallerde dahi ihtiyat ile amel etmeyi tercih etmeleridir.[13] Nitekim Hz. Peygamber’in kolaylaştırmaya dönük rivayetlerini ve ashabına karşı içtihat edilebilecek alanlarda her daim kolayı tercih eden bakışını kendi fıkhi yaklaşımının temeline yerleştiren Kardâvî, ihtiyatla amel dayatmasını ciddi bir eleştiriye tabi tutmaktadır.
Kardâvî Yeni zahiriler ekolunu, dini uslub, fıkhi yaklaşım ve sonuçları açısında üç aşamalı bir tahlilde ele almaktadır.
Ekolun dini uslubu hakkındaki en belirgin vasıfları şu şekilde sıralanabilir[14]:
1. Nasları anlamada ve yorumlamada aşırı literallik,
2. Meseleleri ele alırken en zor hükümde ısrar etme,
3. Mutlak doğrusunun kendilerinden ibaret olduğu,
4. İçtihada açık alanlarda dahi muhalifleri tekfir etmede aşırıya kaçma,
5. Dini ve mezhebi fitne ortamı oluşturmaktan çekinmeme.
Yeni Zahiri ekolün fıkha bakışı ve hüküm istinbatına gelince;
1. Nassların manalarını, illetlerini ve nasslar üzerinde Şarinin muradını tesbit etmeyi ihmal edip nasların zahiri ile iktifa ettiklerini,
2. Allah’ın tesis ettiği ahkamın insanların akılları ve içtihadları ile talil edilmesinin/gerekçe ve illet tesbitinde bulunmasının imkan dahilinde olmadığını,
3. Akla karşı mesafeli durup, fakih yönleri ile temayüz etmeyen muhaddis alimlerden sık sık nakillerde bulunduklarını,
4. Meselelerde ruhsat yönünü görmeden işin zor kısmında ısrar ettiklerini, zaruriyat-haciyyat, umumu belva gibi kavramların ahkam üzerindeki etkinliğini dikkate almadıkları görülecektir.[15]
Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, kadınların fakru zaruret içinde olsalar dahi çalışmalarına müsaade etmeyen bir tavır takındıkları[16], sadaka-ı fıtrın toplumundaki düşük gelirli/geliri olmayan kişileri bayramda sevindirme muradını dikkate almadan arpa-bugday olarak verilmesinde ısrarcı oldukları[17], içtihada mahal alanlarda ihtilaf edenlerle münazara üslubundan uzak bir şekilde fıska, bidata ve küfre nisbette dikkatsiz oldukları[18], izar denilen erkeklerin giydiği kıyafetin şeklinde ve uzunluğu hakkındaki manayı ihmal ettikleri[19], kağıt paraları nasslarda geçmediği için zekat dairesinden çıkardıklarını[20], televizyona fotografik özelliğinden dolayı karşı olduklarını[21] söylemek mümkündür. Kardâvî söz konusu görüşleri dile getirirken konuyla alakalı külli makâsıd okuması yapmakta, sünnetin lafız ile mana, zahir ile makâsıd arasında durduğu denge ile iddialara değerlendirmekte ve kendi makâsıd yöntemine dair pratik örnekleri bu vesile ile okuyucularına sunmaktadır.
B. Makâsıd Yaklaşımında “Yeni Muattıla” Ekolü
Kardâvî’nin ikinci bölümde yer verdiği yaklaşım ise – kendi tabiri ile- “Yeni Muattıla ekolü” olarak karşımıza çıkmaktadır. Muattıla, Allah’ın fiili sıfatlarını reddettikleri/işlevsiz bıraktıkları için Ehl-i sünnet tarafından Mutezileye verilen bir nitelemedir. Kardâvî de Mutezileye verilen “muattıla” isminden ilhamla, külli naslarla amel etme adına cüzi nasları tatil ettikleri/işlevsiz bıraktıkları gerekçesi bu yaklaşıma “nasları işlevsiz kılan ekol veya Yeni Muattıla” ismini vermektedir.[22]
Modern algı ve kaygılarla makâsıd kavramını istismar etmek süretiyle Kitap ve Sünnetin kati delilleri ile belirlenmiş hükümleri üzerinde yapılan çalışmaları şiddetle eleştiren Kardâvî, söz konusu ekolun temel rükünlere olan pervasız yaklaşımlarına maslahat ve makâsıd gibi şeri usullerin temel olarak sunulmasını tenkit etmektedir.
Kardâvî, ilk bölümde makâsıdı gözetmeden yapılan literal okumanın İslam toplumunda oluşturduğu hasara dikkat çekerken ikinci bölümde de makâsıd adı altında İslam’ın şiarı mesabesindeki müçtehedün fih olmayan hususlarda külli maslahatlar araya konularak cüzi hükümleri ilğa ve iptal etmenin de dine verdiği zararlara karşı okuyucu uyarmakta, birbirine zıt ve aşırı iki yaklaşımın usul ve yaklaşım açısından tahlile tabi tutmaktadır. Kardâvî, aslında burada hakiki bir makâsıd uygulamasından ziyade makâsıd kavramını nasların iptali için vasıta olarak kullanıldığının altını çizmektedir.[23]
Kardâvî ilgili ekolü, batıya olan muhabbetleri ile, şeri ilimlere yeterince vukufiyeti olmamakla, ilmi yeterlilikten uzak olmakla tavsif etmektedir. Ekolün en belirgin özelliklerinden biri, İslam ilim geleneğinin etkisinden uzak bir Kuran anlayışı geliştirmektir. Bu grup, gelenekten süzülen epistemolojik yöntemleri bir kenara itmekte, geleneği yeni bir şeriat oluşturmakla itham edip İslam ümmetinin ihtiyacı olan tecdid hareketinin şeri ahkâmdan sıyrılmak ile olabileceğini iddia etmektedirler.[24]
Bu yaklaşımda kalem oynatanlarda görülen bir diğer mesele, eski ulemaya karşı ciddi bir hakir görme tavrı içinde olmalarının yanısıra epistemolojik anlamda bilgi kaynakları arasında Peygamberin sünnetine referans kaynağı olarak kabul etmemeleridir. Nitekim sünnet denilen malzeme en iyi ihtimalle Peygamberin içtihatlarından ibaret olmalıdır.[25]
Yeni Muattıla Ekolü’nün fıkha bakışı ve fikhi bilgi üretirken yoğunlaştığı noktalar şu şekilde ifade edilebilir:
1. Aklı vahiy bilgisinden üstün tutmak.
Kuran ve sünneti akıl çevresinde inceleyip, cüzi görülen nasların aklın belirlediği naslar ile tecdidini savunan bu ekol, Kardâvî’ye göre iddialarının temelinde nasların akıl ve maslahat ile çeliştiği gibi bir vehme dayanmaktadır. Kardâvî bu iddaiyı kabul etmemekte, bütün nasların makâsıda uygun olarak insanların maslahatlarına mutabık olduğunu, bazılarının talile açık olup insanlar tarafından keşfedildiğini ancak bazılarının içerdiği talili insanların keşfine kapalı olduğunu (tabbüdi) olduğunu savunmaktadır. [26]
2. Hz. Ömer’in maslahat ile şeri ahkâmı değiştirdiği iddiası
Hz. Ömer’in müellefe-i kuluba zekâttan pay vermemesi, kıtlık zamanlarında hırsızlık cezasının uygulamaması üzerinde yapılan uzun tartışmalarda her iki meselenin de hüküm-illet ilişkisi içinde anlaşılması gerektiği, ahkamı uygulamak için gerekli illet ve sebeplerin oluşmaması gerekçesi ile açıklanabilecek uygulamaların Hz. Ömer’in ahkamı mahza maslahat delili ile ilğa etiği gibi bir iddia ile temellendirmenin yersizliğini farklı âlimlerden iktibaslarla dile getirmektedir[27]
3. Necmeddin Tufi’nin (ö. 716/1316) maslahatın icmadan daha kati bir delil olduğu iddiası
Bu ekolun en çok görüşlerini dayandırdıkları argümanlardan biri de Hanbeli bir alim olan Necmeddin et-Tufi’nin delillerin tearuzu halinde maslahatın kati naslara ve icmaya takdim edilmesi ile ilgili görüşleridir.[28]
Tufi maslahata dair görüşlerini Nevevi’nin hadisleri üzerine yazdığı şerhin “la zarara ve dırar” isimli külli kaide haline gelen bir hadisin izahında yer vermiş, daha sonra da müstakil olarak tahkik edilmiş ve pek çok çalışmaya konu olmuştur.
Kardâvî, Tufi’nin görüşlerini tahlil etmekte, risalesinde “nas” kelimesini mutlak bir şekilde ifade ettiğini, Tufi’nin maslahatın nasları tahsis ve beyan yolu ile takdim etmesindeki[29] muradın delalet ve subüt açısından zanni olan naslara müteallik olduğunu ifade etmektedir. Nitekim aksi yöndeki bir açıklama usul çalışmaları yapmış bir alime nisbet etmeye gönlü razı olmamaktadır.[30]
4. İbn Kayyım’ın “maslahat neredeyse, Allah’in şeraitı oradadır” sözü, Kardâvî’nin tanımıyla nasları ibtal etmeye çalışanların tutundukları bir diğer dal olmaktadır. Ahkam-ı islamiyyeye ittiba konusunda gayretleri ile tanınan İbn Kayyım’ın bu sözünü bulunduğu mecradan çıkartıp söylendiği bağlamı dikkate almaksızın bir kaide formunda dile getirmek ilmi olmaktan uzak gayret izlenimi vermektedir.
Kardâvî’ye göre, İbn Kayyım’ın mezkur söz ile maksadı, Allah’ın şeriatının tamamının maslahat üzere kurulu olmasıdır.[31] Beşer her ne kadar bazı meselelerden maslahatı tesbit etmekte zorlansa da bu ya kişinin bireysel menfaatleri ile meseleye bakmasından veya akl-ı selimi ile konuyu değerlendirmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Aslında burada Kardâvî, bu ekolün temelinde yaptığı mantık hatasına da eserinin çeşitli başlıklarında değinmektedir. O da, Allah’ın Kitabında açık nas ile gelen hükümlerin yine Allah’ın makâsıdı/gözettiği maslahat ile çelişmesi durumudur. Kardâvî, bu yaklaşımı zihniyetin temelinde bulunan bir vahim olarak nitelemektedir.[32]
Bu bakış açısının hukuki meselelerdeki semeresine gelince; “hamrın Kuran’da net bir şekilde haram kılınmadığı, ribanın ancak tefecilik manası taşıması itibariyle haram olduğu, ticaretle uğraşan kişilerin uyguladıklarının riba olmadığı, örtü ile ilgili emirlerin ise kadını iffetli davranmaya davet eden ibareler olduğu” şeklinde örneklere yer verildiği görülmektedir.[33]
C. Makâsıd Yaklaşımında “Orta Yol” Ekolü
Ahkâmın tamamının illet üzere inşa edildiği ve Şari’nin bütün tasarruflarının hikmeti barındırdığı ön kabulünden hareket eden Kardâvî, Orta Yol Ekolünün temel çizgisini, cüzi nassları külli makâsıd ile birlikte değerlendirmek şeklinde tanımlamaktadır.[34]
Ahkâmın zahiren maslahat ile çeliştiği iddia edilirse buradaki maslahat vehme dayanmaktadır. Ancak, muhtemel manalar taşıyan nas ile muteber hakiki maslahat arasında tearuz olursa o takdirde Kardâvî’nin Orta Yol dediği ekol mensupları maslahatı gerçekleştirme yönünde içtihatlarda bulunurlar. Ancak kati nasslar karşısında mevhum maslahatlara itibar edilmeyecektir.[35]
Kardâvî’nin idealize ettiği makâsıdi yöntemi tatbik eden bu ekolun yaklaşım tarzını dikkate alındığında;
- Şeriatın bir hikmete mebni inşa edildiği ve insanların maslahatını ihtiva ettiği hakikatine iman etmek
- Şeri nasssları ve ahkâmı birbiri ile bağlantılı olarak ele almak
- Din ve Dünya işlerini arasında birini diğerine tercih etmeden mutedil bir şekilde ele almak
-Nasslar ile reel yaşam arasındaki bağı tesis etme
- İnsanlar için kolay olanı tercih etme,
- Dünyaya açılma, insanlarla ilişkide hoşgörülü bir üslup benimseme şeklinde bazı hususların göz çarptığı görülmektedir.[36]
Orta Yol Ekolunun fıkhî veri oluştururken kullandığı metotların keyfiyeti ve makâsıd uygulamasının muteber bir şekilde tatbik edilmesine verilen örnekleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Hükme ulaşmadan önce naslarda makâsıd okuması yapmak:
Cüzi nasları okumada, hükme dair bir sonuca ulaşmadan önce gâî bir yoruma tabi tutmanın ehemmiyetine örnek olmak üzere, “akları boyamak, izar giymek” ile ilgili hadisler zikredilmiştir. Hadislerin zahiri yerine kelamın sarf edilmesindeki makâsıd dikkate alınıp, Hz. Peygamberin gayesinin “müşriklere muhalefet” olduğu ifade edilmektedir. Muhafet hükümleri, İslam’ın kuvvetli olduğu zamanlarda tahsiniyyat kabilinden hükümlerdir. O halde Avrupa’da azınlık olarak yaşayan Müslümanların görünüş itibariyle izar giyme ve peçede aşırıya kaçma gibi marjinalleşmeleri aynı makâsıd okumasının bir sonucu olarak uygun değildir.[37]
2. Nassı vaz olunduğu sebepler ve bağlam içerisinde anlamak
Kardâvî’ye göre nassların, sahabe tarafından illet ve şartlar çerçevesinde incelendiği unutulmamalıdır.[38] Bu hususta en önemli örneklerden bazılarını, Hz. Muaz’ın zekât olarak Yemenlilerden kumaş olması, Hz. Osman’ın maraz-ı mevtte karısını boşayan adam için miras tahakkuk ettirmesi oluşturmaktadır.
Nakit paralarda nisap miktarının altına endekslenmesi, kadının mahremsiz yolculuğu, Allah Resulünün “Ben müşrikleri arasında yaşayan Müslümandan beriyim” hadisinin mefhumu da hadislerin söylendiği illet ve şartlar ile birlikte değerlendirilmek suretiyle bir hükme verildiği zaman sağlıklı bir sonuç elde etmek mümkün olacaktır.[39]
3. Sabit maksatlarla değişen vesileleri hükümden önce ayırt edebilmek.
Ribatü’l hayl[40] ifadesinin modern savaş malzemelerine hamledilmesi, kadının tesettürü sağlamak için cilbab giymesi, hilali görmenin Ramazan ayını tesbit etmek için vesile olması, ağız hijyeni için misvak kullanımı gibi hususlar bu başlık altında değerlendirilmekte maksad ile vasıta arasındaki fark araştırmacıların zihninde temyiz edilmektedir. Kardâvî’nin bu başlık altında değerlendirdiği hususlardan biri de insan nefsinin ve karakterinin ıslahının ve kulluk vasfının önemli makâsıdi ilkelerde biri olduğu hakikatidir.[41]
4. Şeriatın sabiteleri ile zaman ve mekâna bağlı değişkenler arasında hüküm bakımında uyuma sahip olması:
Sabiteler, akide, ibadat ve ahlaki ilkelerde ve kati menhiyyun anh olanlarda kapalı alan dediğimiz müctehidun fih olmayan alanlardır.
Bu anlamda ibadat ve sabitelerde bir takım hikmetler olsa da esas olan iltizam ve kulluktur. Muamelat ve adetlerde aslolan maslahattır.
5. İbadat ve muamelat arasında temel espiriyi kavramak: yukarıdaki madde ile benzer görünüm arzeden bu ilkede Kardâvî, ibadatta aslolanın “kulluk-teaabüd” olarak gerçekleşmesine karşın muamelatta ise esas olanın “maslahat” olduğu ve hükümlerin bu esaslara göre vazedildiğine dair kanaatinin altını tekrar çizmektedir.[42]
BİBLİYOGRAFYA
Ahmed el-Osmani, Abdulhak el-Mısrî. el-Menhecü’l-makâsıdî ınde Şeyh Yûsuf Kardâvî, 2019.
Necmeddin, Et-Tûfî. Risâle fî riâyeti’l maslaha. ed. Ahmed Abdürrahim Sayih. Dâru’l-mısrıyye el-lübnâniyye, 1994.
Yûsuf el-Kardâvî. ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa. Dâru’ş-şurûk, 2008.
Yûsuf el-Kardâvî. el-Fetâvâ el-Muâsırâ. Daru’l-vefâ, 1989. http://library1.nida.ac.th/termpaper6/sd/2554/19755.pdf
[1] Kardavi’nin pek çok çalışmasında dağınık bir şekilde zikrettiği bu esasları el-Fetava el- Muasara isimli eserin girişinde fetva yöntemine dair yaptığı açıklamalarda derli toplu görmek mümkündür. Ayrıntılı bilgi için bak. Yûsuf el-Kardâvî, el-Fetâvâ el-Muâsırâ (Daru’l-vefâ, 1989), 10–32.
[2] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa (Dâru’ş-şurûk, 2008), 39–40.
[3] Abdulhak el-Mısrî Ahmed el-Osmani, el-Menhecü’l-makasıdî ınde Şeyh Yûsuf Kardâvî, 2019, 15.
[5] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 20.
[6] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 24.
[7] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 26–17.
[8] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 137.
[9] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 140–142.
[10] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 28.
[11] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 13.
[12] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 45.
[13] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 46–47.
[14] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 53–58.
[15] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 61–63.
[16] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 45.
[17] Kardavi’nin konuyla alakalı olarak makasıd okuması yanısıra sunduğu argümanlardan biri de Muaz b. Cebel’in Yemen halkından zekat olarak kumaş almış olmasıdır. Bu rivayet, söz konusu ibadetin kıymetinin geçerli olduğu hususunda literal bakış ile de önemli bir delil olmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bk: Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 72.
[18] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 57.
[19] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 53.
[20] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 67.
[21] Kardavi, televizyona fotografik yönü sebebiyle değil, içeriği sebebiyle karşı çıkmaktadır. İlgili meselenin eleştirisi ve değerlendirmesi için bk: Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 77.
[22] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 85.
[23] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 85.
[24] Kardavi, bu görüşlere Muhammed Arkoun ismini vermektedir. Ayrıntılar için bak: Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 86–89.
[25] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 88–89.
[26] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 100–101.
[27] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 102–110.
[28] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 109.
[29] Et-Tûfî Necmeddin, Risâle fî riâyeti’l maslaha, ed. Ahmed Abdürrahim Sayih (Dâru’l-mısrıyye el-lübnâniyye, 1994), 23.
[30] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 111.
[31] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 116.
[32] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 102.
[33] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 120–121.
[34] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 137.
[35] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 141.
[36] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 145–152.
[37] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 160.
[38] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 172.
[39] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 161–173.
[41] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 174–197.
[42] Yûsuf el-Kardâvî, ed-Dirâse fi fıkhı Makâsıdı’ş-Şerîa, 199.