İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2020-2021
Eserin Künyesi: Moses, Jonathon W. ve Knutsen, Tobjorn L. (2020). Bilmenin Yolları: Toplumsal ve Siyasal Araştırmalarda Rakip Metodolojiler, Kıvılcım İlbaşı ve E. Berkay Ersöz (Trc.) İstanbul: Küre Yayınları.
Eser, sosyal bilimler alanında yapılan araştırmaların çoğu halde pozitivist modellemelere uymadığı farkındalığıyla alternatif sosyal bilim yaklaşımlarıyla birlikte muhalif metodolojik bağlamlarda ve farklı biçimlerde kullanılan yöntemlerin imkanları ve kısıtlarına dair değerlendirmeleri içermektedir. Sonuç bölümüyle birlikte temelde 13 bölümden oluşmaktadır. Eserin giriş bölümü, metodolojik temellere panoramik bir bakışla Natüralizm, Konstrüktivizm ve Bilimsel Gerçekçilik hakkında genel bilgilerin verildiği kısmı oluşturmakta ve kitabın diğer bölümlerinin tasarlanma mantığına dair bilgileri içermektedir. Her bölümün sonunda olduğu gibi giriş bölümü de konuya dair ilave okumalar yapmak isteyenler için destekleyici kitap önerileri ile bitirilmektedir. Eserde temel olarak Natüralizm/Pozitivizm ve Konstrüktivizm/İnşacılık yaklaşımlarının temel kabulleri, araştırma yöntemleri ve bu iki yaklaşımın benzer ve farklı yönleri ile kısıtlılıkları ele alınmaktadır. Giriş kısmında bahsedilen Bilimsel Gerçekçilik yaklaşımı ise iki yaklaşımın bir sentezi olabilme imkanına dair atıfta bulunulan ancak ayrıntılı biçimde ele alınmayan üçüncü bir bilgi edinme yolu olarak eserde yer almaktadır. Bu haliyle eser, bu tanıtımda kullanılacağı adlarıyla, Pozitivizm ve İnşacılık yaklaşımlarının ayrıntılı ve karşılaştırmalı olarak ele alındığı bir içeriğe sahip bulunmaktadır. Bu girizgâh ardından eserin muhtevası kısaca şu şekilde takdim edilebilmektedir:
Eserin giriş bölümünden sonraki ilk altı bölüm Pozitivist bilim anlayışının takdimine ayrılmaktadır. Bacon ve tümevarım yöntemi ile Locke ve Hume’a atıfla modern bilgi felsefesine yer verilmekte ve mevzunun anlatımı bilim felsefesinin doğuşuyla başlatılmaktadır. Pozitivist bilim anlayışının temel kabulleri bağlamında, Comte’dan Viyana Çevresi’ne uzanan Kartezyen felsefe ve post-kartezyen gelişmeler ele alınmakta Popper ve sonrası dönemin de bir değerlendirmesi yapılarak pozitivist bilme biçiminin ne demeye geldiği, hangi temel kabuller üzerine kurulu olduğu ve ne türden bir yöntem hiyerarşisiyle işlediği ifade edilmektedir.
Sonraki bölümlerde pozitivist metodolojinin bilgi edinmede kendisine başvurduğu yöntemler ayrı ayrı ele alınmaktadır. Bu kapsamda, deneysel yöntem, istatistiksel yöntem, karşılaştırmalı yöntem ve tarihsel yöntem ile vaka çalışmaları takdim edilmekte ve son olarak pozitivist metodolojinin hangi noktalarda eleştirildiği ve kısıtlı kaldığı yönlerinin ele alındığı bir bölümle bu metodolojinin takdimi ve değerlendirmesi nihayete erdirilmektedir.
Deneysel yöntem, nasıl ortaya çıktığı ve geliştiği, ne tür bir mantığa dayandığı aktarıldıktan sonra Galileo’nun yaklaşımı ile klasik yaklaşımın takdim edilmesiyle incelenmektedir. Bu hususta bazı örnek açıklama biçimleri sunulmakta ve bu yöntem bağlamında ideolojinin, medyanın nasıl etkisi olduğu ile kolektif eylem tahayyülüne dair bilgi verilmektedir.
İstatistiksel yöntem ele alınırken Graunt, Petty ve Conring’in öncülüğüne dikkat çekilmektedir. Bu yöntemle elde edilen bilginin mahiyeti sorgulanmakta, temel kavramların çözümlemesi yapılmakta ve betimleyici istatistikle çıkarımsal istatistiğin sağladığı imkanlarla eksik bıraktığı noktalar değerlendirilmektedir. Çok değişkenli analizin takdim ve değerlendirilmesi ile bu kısım son bulmaktadır.
Karşılaştırmalı yöntem, J. S. Mill’e atıfla ele alınmakta fark, uygunluk, endirek fark ve birlikte değişim yöntemleri ayrı ayrı incelenmektedir. Bu yöntemin açtığı imkanlarla yetersizlikleri de eleştirel olarak takdim edilmektedir.
Leopold von Ranke ile B. Tuchman’ın yaklaşımları ile tarihsel yöntem incelenmekte ve bu yönteme dair gündeme getirilen eleştiriler aktarılmaktadır. Pozitivist yaklaşımın isteksizce kabul ettiği vaka çalışması yöntemi, türlerine de yer verilen bu kısımda vaka seçiminin nasıl yapıldığı ve nasıl yapılması gerektiğine dair pozitivist öncüller değerlendirilmekte ve vaka çalışmalarının araştırmacıya ne türden bir perspektif sağladığına dair örneklendirmeler yapılmaktadır.
Eserde ele her iki yaklaşım da eleştirel olarak ele alınmasının yanında pozitivist kabullere dair eleştiriler için ayrı bir bölüm de yer almaktadır. Bu kısımda ontolojik, epistemolojik ve metodolojik bağlamlarda pozitivizmin kabulleri eleştirilmekte ve çeşitli örnekler verilmektedir. Ontolojik olarak doğal dünya ve toplumsal dünya arasındaki paradoks gündeme getirilmektedir. Günümüzde daha kolay bir şekilde kabul edilen bu iki dünya arasındaki mahiyet farklılığı her iki dünyadaki araştırma nesnesinin asli hüviyeti merkezinde ele alınarak takdim edilmektedir. Epistemolojik olarak neyin nasıl bilinebileceğine dair ön kabullerin neler olduğu ve bu kabullerin araştırılan nesneye dışsal bazı gözlemsel kabullere dayandığı gündeme getirilerek pozitivist yaklaşımın anlam meselesine kayıtsız kaldığı vurgulanmaktadır. Bilimsel otorite anlayışının da bu kayıtsızlıkla paralel olarak kurgulandığı ifade edilmektedir. Metodolojik şüphelerde ise pozitivizmin araçları ile vaad ettiği sonuçlara ulaşma imkanına dair değerlendirmelere yer verilmektedir.
Eserin sekizinci ve on ikinci bölümü arasındaki bölümler ise İnşacılık yaklaşımına ayrılmaktadır. İnşacı bilim yaklaşımının takdimi ise önceki bölümlerin de bir devamı olarak doğal dünya ve diğer dünyaların asli hüviyetleri arasındaki farkları gündeme getirerek başlamaktadır. Bir inşa olarak toplumsal dünya ve kavramsal ayrımlar ele alınmakta ve W. Whewell’in varsayımları gündeme getirilmektedir. Anlam merkezli yeni bir bilim anlayışının tarihsel süreçte nasıl mümkün olabildiği, bunun toplumsal ve fikri temelleri ile dilin rolü ele alınmakta ve inşacı bilme biçimleri ifade edilmektedir. Daha sonra etnometodolojik perspektifle eylemin bağlamsallığı, eylem örüntüleri ve bağlamsallığı ele alınır. Yasa ve örüntü üzerine yaklaşımları ile İnşacı karşılaştırma yöntemi ve çeşitleri incelenerek eski-yeni, biz-öteki, geçmiş-gelecek karşılaştırmalarında inşacı perspektif ele alınır.
Eserde istatistiksel yöntem ve bağlamlaştırma hakkında bir bölüm de yer almaktadır. Burada istatistikse veri ile elde edilen bilgi ve sağladığı ufuk yanında istatistiksel dünya görüşünün dünyayı sayılara indirgeme tehlikesine dikkat çekilir ve eylemin bağlamını yadsıyan bir veri analiz yolu olduğu ifade edilir. Bu dezavantajı yanında betimleyici istatistiğin niceliksel grafiklerle de olsa bir “tespit” imkânı verdiği özellikle Bayesci istatistik’in kullanımının önemi vurgulanır. Söylemin nicelikselleştirilmesi ve belli sosyal örüntülerin tespitine nasıl imkân verdiği üzerinde durulur. On ikinci bölüm ise deneyin yorumlamada kullanımına dair örneklere yer verildiği kısımdır.
Eserde son bölümde, pozitivizm ve inşacılık yaklaşımları arasında bir köprü kurmaya dair değerlendirme yapılmaktadır. Çoğulcu metodoloji perspektifi önerilmekte ve her iki yaklaşımın kazandırdıklarının birlikte değerlendirilmesiyle bütünlüklü bir araştırma tasarımının mümkün olduğuna dikkat çekilmektedir.
Bilmenin Yolları başlığıyla Türkçeye kazandırılmış olan bu eserin sunum planının kısaca takdiminin ardından bir bütün olarak eserin muhtevasını özetleyebiliriz.
Eserde ilgilenilen konunun salt araştırma yöntemlerinden farklı bir husus olduğu ve daha ziyade bu yöntemlerin düşünsel arka planı ve dayandığı kabullerin değerlendirmesinin yapılması olduğu ifade edilmektedir. Bunun için de yöntem-metodoloji arasındaki ilişkinin alet ve alet çantası alegorisi ile ifade edildiği görülmektedir. Bu benzetmede yöntem alet iken metodoloji “iyi donanımlı bir alet çantası” olarak vasıflandırılmaktadır. Bu ayrıma göre metodolojinin temelde peşine düştüğü soru “nasıl biliriz?” sorusudur. Yani güvenilir bilginin üretilmesinde uygun yöntemlerin belirlenmesi meselesinin incelenmesi metodolojinin temel sorunsalını teşkil etmektedir.
Başta da belirtildiği gibi eser pozitivizmin temel kabullerinin takdimi ile başlamaktadır. Bu bağlamda pozitivizmin altı temel özelliği şu şekilde ifade edilerek incelenmektedir: (i) bilmemizden bağımsız bir gerçek dünya vardır ve bu dünyada belli örüntüler mevcuttur, (ii) bu örüntüler gözlemlenerek nesnel biçimde betimlenebilmektedir, (iii) bu örüntüler doğruluğun uygunluğu ya da yanlışlama yolu ile sınanabilmektedir, (iv) olgusal ifadeler değer yüklü ifadelerden ayrılabilmektedir, (v) bilim genellenebilirlikler peşinde olmalıdır, (vi) bilgi bireysel olduğu kadar kümülatiftir.
Buna karşılık İnşacılığın temel özellikleri ise özetle şu şekilde ifade edilmektedir: (i) dünyada var olan toplumsal olgular ne biriciktir ne de gözleyenden bağımsızdır, (ii) gözlem ve deneyim bakanın gözüne göre değişir, (iii) gözlemsel ifadeler yanlılıktan arındırılmış değildir, (iv) olgusal ifadeler de değer yüklüdür, (v) her araştırma ve araştırma sonucu kendi başına değerlendirilmelidir çünkü daha geniş bir bütünün parçası değildir, (vi) anlam, değer yüklü olduğu için birden çok anlama biçimi vardır.
Eserde üçüncü bir bilme biçimi olarak bilimsel gerçekçilik gündeme getirilmiş olsa da ayrıntılı olarak ele alınmamaktadır. Sadece özetle, bilimsel gerçekçiliğin, incelemeye konu olan gerçekliğin çok katmanlı bir yapıya sahip olabileceğini kabul ettiğini ve “gerçek dünya”nın kavranmasının karmaşık bir uğraş olduğunun farkında olduğu söylenmektedir. Bilimsel gerçekçilik evrensel yasalara ulaşma ülküsü barındırmamakla pozitivizmden ayrıldıkları gibi, bizim bilmemizden bağımsız bir gerçekliğin olduğu kabulü ile de inşacılıktan ayrılmaktadırlar. Bilimsel gerçekçiler, düzenliliklere değil zorunluluk ve ihtimaliyet farklılığı, kapalı sistemler değil açık sistemlerin varlığına (toplumsal hayat için), farklı bağlamlarda farklı nedensel süreçlerin işleyeceği kabulü gibi konulara odaklanmaktadırlar. Yazarlar, bilimsel gerçekçiliğin de nihayetinde yeni bir yol önerse de “evrensellik” iddiası taşıdığını söylemekte ve bu türden “hırslar”a karşı kendilerinin temkinli olduklarını ifade ederek kendilerinin bu yeni anlayışa nerede mesafeli yaklaştıklarını izah etmektedirler. Ancak yine yazarlara göre bilimsel gerçekçilik, pozitivizm ve inşacılığın metodolojik bir sentezini temsil etmektedir.
Natüralizmin gerçekliğe gözlem yoluyla ulaşılabileceği iddiasının Hume gibi isimlerin eleştirileriyle sarsıldığı ifade edilmektedir. Çünkü Hume göre duyular farklı şartlarda farklı bilgiler verebilmekte dolayısıyla salt gözlemin sağladığı bilginin kesinliğine itibar eetmede tedbirli olmak gerekmektedir. Bu sonuç ise tümevarımsal yollardan şüphe etmeye ve kesin bilgi elde etme amacıyla bilim yapma hususunda temkinli olmaya neden olmaktadır. Yine Descartes’in duyu dünyası ile zihin dünyasının arasını ayırması ve beden-zihin ayrımı yani Kartezyen düalizmi öğretisi de bir şeyin doğruluğunun neye dayanarak bilindiği sorgulamasına yol açtığı meselesine değinilmektedir. Buna göre her problemi kendisini oluşturan parçalara bölmek, sıralı ve mantıksal biçimde incelemek ve geometriden ilham alarak meselelere yaklaşmak gerekmektedir.
Bu zeminin sosyal bilimlere yansıması hususunda ise doğal ve sosyal bilimlerin aynı epistemolojik biçimlere ve metafiziksel spekülasyonlara sahip olmada birleştiği kabulüne atıfta bulunulmaktadır. Comte’un temel sosyolojik argümanlarının bu kabul çerçevesine dayandığı da ifade edilmektedir. Daha sonrasında Durkheim’in her zaman güvenilir olmasa bile sosyolojinin bilim olması için duyular vasıtasıyla elde edilen bilgiye dayanması gerektiği kabulüyle de birlikte sosyal bilimlerdeki epistemolojik sorunların daha da arttığı vurgulanmaktadır. Yazarlar Durkheim’in bu kabulünün Descartes’e dayandığını söylemektedirler. Bilimsel argümanın belirlenmesi meselesinde Viyana Çevresinin de rolüne değinen yazarlar, Popper’ın hem tümevarımcılığı hem de doğrulanabilirlik iddiasını reddettiğini ve bu iki kabulü ile birlikte gözlemin kuram yüklü olduğu kabulünün de çağdaş bilim felsefesinde halen yankı bulduğunu belirtmektedirler.
Pozitivizmin ontolojik, epistemolojik ve metodolojik kabulleri ardından yöntemsel olarak da bir hiyerarşi içerdiği ifade edilmekte ve deneysel yöntemin bu hiyerarşide ilk önce geldiği belirtilmektedir. Deneysel yöntemin bu önceliği ise pozitivizmin, belli bir sonucu meydana getirebildiği düşünülen etkenin diğer etkenlerden ayrı olarak gerçekten sonucu üretecek bir etki meydana getirip getirmediğini tespit etme amacına ulaştıracağı düşüncesidir. Belli bir bağlamsal kurguyu içerse de bu bağlamsallığın başka yerlerde olup olmadığı ya da bu bağlam dışında aynı nedenin aynı sonucu üretip üretemeyeceği sorununu aydınlatmadığı için bu yöntem eleştirilmektedir. Bir etkeni neden olarak işaret etmekte ancak diğer etkenleri dışarda bırakarak onların etkisini bertaraf etme amacını gerçekleştirememektedir. Çünkü toplumsal hayat söz konusu olduğunda araştırılan özne hem kendi üzerine hem kendisi dışındaki dünya üzerine düşünebilen ve kendisine etki eden faktörlere aktif olarak tepki verebilen öznelerdir ve bu durumun kendisi deneysel yöntemin “diğer etkenleri dışarda bırakma”sına engel olmaktadır. Çünkü araştırılan özne, araştırıldığının farkında olarak kendi zihninde kendisi üzerindeki gözlemin geriye dönüp kendi hayatında belli etkiler doğuracağı düşüncesi ile hareket ederek eylemlerini planlayabilir. Dolayısıyla doğal nesneler üzerinde, diğer tüm şartları sabit tutarak ya da diğer etkenlerden ayrı olarak nesneye dışardan etki eden bir etken mantığına dayanan bu yöntem, nedensel açıklamayı başarılı bir şekilde yapma kabiliyetinde olmadığı için eleştirilmektedir. Yazarlar, deneylerin mantığı ve çeşitlerini bu zeminde ele alarak özetlemektedirler. Burada onların verdiği örnek Galilo’nun, Aristotales’in farklı büyüklükteki nesnelerin farklı hızlarla düştüğü iddiasını sınamak için ortaya koyduğu tasarımıdır.
Daha önce de geçtiği gibi Hume’un nedensel açıklamalara itimat etmemesi ve bunun aksine Mill’in doğada tek biçimli ilişkilerin varlığı inancı ama bunun çıplak gözle saptanamayacağı görüşü, dolayısıyla nedenselliğin gizlenmiş olduğu kabulüne atıfla yazarlar istatistiksel yöntemin pozitivist paradigmada kullanımını ele alırlar. Deneysel yöntemin kullanılamayacağı yerlerde daha çok tercih edilen bu yöntem, yine dışsal bir nedensellik anlayışına dayanmaktadır. Betimleyici istatistik, bir nesnenin tarifini yapmak, bir anlatıyı desteklemek için belli şeylerin birlikte bulunma ilişkilerinin tarifi için kullanılabilmektedir. Yine yaygınlığın tespiti için de önemlidir. Bir nesne üzerinde belli bir etkenin nasıl etki edeceği, onun açıklanmasında ne yönde bir katkı sağlayacağı gibi hususlarda bir öngörü sağlamak içinse çıkarımsal istatistik kullanılmaktadır. İstatistiğe ayrılan bölümde, bu yöntemin temel kavramları ve nasıl işlediği ayrıntılandırılmış olsa da bir eser tanıtımı metninde bu türden teknik ayrıntılara yer verilmesi beklenmemelidir. Dolayısıyla bu yöntemin ne tür bir mantığa dayandığı meselesi bu yazının gündemindedir. Bu bağlamda açıklamanın nasıl yapılacağı meselesi istatistiksel yöntemin gündeminde olsa da bu analizde ölçmek istenilen nesnelerin tasnifinin yapılması, neyle ne arasında nasıl bir ilişki kurulacağının net bir şekilde tanımlanması gerekir. Çünkü bu tanımlama açıklamanın seyrini ve sonucunu belirleyecek yegâne unsuru teşkil etmektedir.
Eserde karşılaştırma yönteminin ele alındığı bölümde ise, fark yöntemi, uygunluk yöntemi, endirek fark yöntemi ve birlikte değişme yöntemleri ayrıntılandırılmaktadır. Fark yöntemi en basit yöntem olarak vasıflandırılmakta ve deneyin mantıksal tasarımına dayandığı ifade edilmektedir. Benzerlerin farklılığının karşılaştırıldığı bu yöntem geniş bir uygulama alanına sahiptir. Uygunluk yöntemi ise fark yönteminin katı koşullarıyla sınırlı olmadığı için hem mantıksal tasarımının basit olduğu hem de sosyal bilimlere daha uygun bir yöntem olduğu ifade edilmektedir. Uygunluk yöntemi, verideki genel eğilimi çekip çıkarmak için kullanılmakta ve nedensel etkenlerin izini bulmak için tercih edilebilmektedir. Endirek fark yöntemi ise en güvenilir karşılaştırma yöntemi olarak ele alınmaktadır. Neden ve sonuçların çapraz tablolaştırılmasını içermektedir. Bu yönüyle de istatistiksel yönteme yakındır. Ancak olasılık ilişkileriyle değil, değişmezlik örüntülerini ortaya koymaya yöneliktir. Birlikte değişme yöntemi ise diğer yöntemlerden daha karmaşıktır. Değişkenlerin niteliksel değişimlerinin gözlemlenmesi ve ölçülmesini içerir.
Vaka çalışmasında da nedensellik kurgusunun yönü sonuçlardan sebeplere doğrudur. Bir şeyin mevcudiyetine dair istatistiksel analiz kullanılabilse de tekil olayların nedensel açıklamalarının bulunabileceği, benzerlerin farklılığı ve farklı olanların benzer noktalarının tespit edilebileceği, biz-onlar ya da geçmiş-bugün karşılaştırmasının yapılabilmesine imkan veren bir yönü içermektedir. Burada ise karşılaştırmanın her iki tarafının bir inşa sonucu belirlendiği fark edilmelidir. Bu da bir parça-bütün döngüselliğini beraberinde getirmektedir. Vaka çalışmasının didaktik ve genelleyici olmak üzere iki türü ile Lijphart’ın teorik olmayan, yorumlayıcı, hipotez üreten, teori onaylayan, teori güçsüzleştiren ve sapkın olmak üzere altı vaka çalışması türünden bahsettiğine yer verilmektedir. Hipotez üreten vaka çalışması pozitivistlerce sezgisel değeri olduğu için kabul edilirken dört ve beşinci türleri daha çok benimsemektedirler.
Eserde pozitivist paradigmanın eylemin anlamı ve sosyal bilimlerin nesnesinin asli hüviyetini göz ardı etmekten kaynaklı yadsımaları eleştirilmekte ve bu yöndeki diğer eleştirilere de yer verilmektedir. Örneğin aktörün failliği, araştırmacının konumu, değer yanlılık meselesi ve ön kabulleriyle de bağlantılı olarak epistemolojik açmazlara değinilmektedir. Bir şeyin gözlemlenmesinden önce o şeye dair bir fikrin önce gelmesinin gerekliliği ifade edilmekte ve pozitivizmin bu hususta değerden arınmış bir araştırmacı gözü olabileceği kabulünün isabetsiz olduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla metodolojik olarak da bazı şüphelerin olduğu vurgulanmaktadır. Ontolojik olarak keskin bazı kabullerinin sosyal bilimlere bütünüyle uygulanamayacağı kabul edilse de özellikle bilmemizden bağımsız bir dünyanın var olduğu anlayışı ise kısmen bilim yapmanın ontolojik zeminini sağlaması açısından önemli görülmektedir.
İnşacı yaklaşım ise bilmemizden bağımsız bir dünyanın varlığına dair bütünlüklü bir görünümde olmasalar da, dünya hakkında onun hakikatinin gerçek formunun hiçbir şekilde bilinemeyeceğini iddia ederler. Çünkü varlık hakkındaki bilginin bilenin kendisiyle ilgili bir şey olduğunu ve bir şeyin ancak zihnimizdeki kategoriler vasıtasıyla bilinebileceğini söylerler. Varlık hakkında bilgi bizim iddialarımızdan ibaret olduğu için de dışardaki dünyada işleyen düzenli ilişkiler ve bunlara bağlı yasaların olduğunu kabul etmezler. Varlığın gerçekte nasıl olduğunun bilgisine ulaşılamayacağını iddia ederler. İnşacılar da pozitivistler gibi belli düzenlilik örüntülerinin olduğunu kabul ederler ancak bu örüntülerin insan zihninde mevcut olduğunu düşünürler. Tabi ve toplumsal dünyayı birbirinden kesin hatlarla ayırırlar ve farklı bir nedensellik anlayışına sahiptirler. Nedenselliği, failin bir olayı nasıl anladığı ve kendisini o olay karşısında nasıl konumlandırdığı merkezinde kurgularlar. Burada failin kendi bağlamının önemini vurgularlar. Ancak ontolojik olarak dayanılan bir zemini işaret etmedikleri için bu anlamlılık bir rölativizme kapı açma riski taşımaktadır ki bu da bilim yapmanın imkanını sorunsallaştıran bir husustur.
İnşacılığın bu perspektifi, Kant’ın bir şeyin bilgisinin insan zihnindeki kategorilerden bağımsız erişilebilen bir şey olamayacağı yönündeki iddiasına dayanmaktadır. Dünyadaki örüntülerin insan zihnine nispet edilmesi de bu minvalde anlaşılmalıdır. Çünkü duyularla elde edilen veriler, zihin yolu ile düzenlenmekte ve kategorize edilerek anlaşılabilmektedir. Yazarlar burada Whewell’in pozitivist ontolojiye meydan okuyuşunu gündeme getirmektedirler. Bu karşı çıkış, metodolojilerinin bütünüyle reddedilmesi, ampirisizme duyulan güvenin sarsılması ve ontolojik kabullerinin reddedilmesi şeklinde özetle takdim edilmektedir.
Eserde hikaye anlatıcılığı ve tarih yazıcılığı ilişkisine dair de bir bölüm bulunmaktadır. Burada özellikle sosyal verilerin doğası ve o verileri analiz edenin verilerle ilişkisinin nasıllığı konu edinilmektedir. Pozitivistlerin ve inşacıların nasıl bir geçmiş kavrayışı olduğu ve bu kavrayışların analiz sürecinde araştırmacının kendi verileriyle ilişkisini nasıl etkilediği meselesi incelenir. Bayan Marple’ın örüntü keşfi ile olayın bütününe dair bir fikir edinerek diğer parçaları bu bütün fikri ile konumlandırdığı ifade edilir. Bu tipik bir inşacı yaklaşımdır. Eserde bu minvalde bir “sosyal bağlam tartışması” yürütülür. Aşikardır ki pozitivist perspektif bir bağlamsal zemin peşinde değildir ve analistin de analizini belli bir bağlam ve toplumsal şartlar eşliğinde yaptığını düşünmez. Ancak inşacılar tam tersi yönde her analizin bir toplumsal bağlamla kayıtlı olduğunu kabul etmektedirler. Etnometodolojinin açtığı imkan bağlam hususunda öne çıkmaktadır. İnsan eylemliliğini kendi sosyal dünyası bağlamında araştıran bir inşacı yaklaşım örneğidir.
Burada White’nin sosyal bilimcinin olgulardan hikaye çıkarabilmek için edebi teknikler kullanması gerektiği fikrine de yer verilir ve romantik, trajedi, hiciv ve komedi olmak üzere dört edebi tür ifade ettiği aktarılır. Bölüm süreç takibi ile ilgili pozitivist ve inşacı yaklaşımın nasıl bir yol izlediğinin takdimi ile nihayete erdirilir. Pozitivistler, daha geniş çaplı bir inceleme ile nedensel bağlantıların doğasına eğilirken inşacılar belli olayların belli perspektiflerden eşsiz yönleri üzerinde odaklanmaktadırlar.
İnşacıların bağlamları nasıl karşılaştırdıkları meselesinde de Marple’ın incelemesine geri dönülür ve buradaki gibi inşacıların da genel olarak konunun bağlamına uygun olan anlayışları kavramak için benzer bağlamlara aşinalıktan yararlandıkları ifade edilir. Ancak inşacı karşılaştırmalar çoğunlukla örtüktür ve belli bir metodolojik kayıtla ilişkili değillerdir. İnşacı karşılaştırma perspekitfi: (i) genellemeye bağlılık, (ii) vaka seçiminin nasıl olduğu ve (iii) kullanılan verilerin doğasına bakılarak tespit edilebilir. Bu hususların tespiti ise eserin bütününde ve de bu raporda daha önce ayrıntılı olarak ifade edilmiştir. Eserde istatistiğin bağlamlaştırılmasından da bahis açılmaktadır. İstatistiğin genel olarak bir bağlamdan uzaklaştırma doğası olmuş olsa da Bayes mantığının ve söylem analizinin istatistiksel yaklaşımları inşacılar için de cazip hale getirdiği ifade edilmektedir. Bu, verilerin toplanması ve kümelenmesinde bütünlüklü bir fikir edinme imkanı vermektedir. Bu sayede nispeten istatistiksel tekniklerin kısıtlayıcı ve yorumu bağlamdan koparan yönünün zayiatı giderilmiş olmaktadır. Bu sayede inşacılar, karmaşık sosyal bilimlerin yeni betimlemeleri için niceliksel grafikler geliştirebilirler, Bayesci yaklaşımla ön kabullerin gücü anlaşılır, sosyal örüntüleri ortaya çıkarırken sosyal bağlamın önemi vurgulanmış olur ve siyasi ve sosyal söylemin doğasını niceliksel olarak haritalandırma imkanı doğar.
Eserde pozitivist ve inşacı yaklaşımların bir sentezinin yapılması ufku hakim olduğu için istatistiğin bağlamlaştırılması meselesi yanında yorumlayıcı deneyler için de bir bölüm ayrılmıştır. Bu daha çok deneylere bir bağlamsallık kazandıracak nitelikte görülen, grup etkisi, kuşak etkisi, araştırmacı-nesne ilişkisi gibi hususların vurgulandığı çeşitli hikayelere yer verilir ve bu örnekler üzerinden mevzu daha somut ele alınır.
Eserin sonuç bölümünde ise pozitivist araştırmacıyı temsilen Holmes ve inşacı araştırmacıyı temsilen Marple örneklerinin verilme nedenini Popper’ın “bilimin gizem çözmekten ibaret” olduğu söylemiyle ilişkilendirilmektedir. Bir bilmece çözmekten ibaret bilim anlayışı da gözlemlenen düzenliliklere bakışları yöneltmektedir. İsmi geçen dedektiflerin meselelere yaklaşımları da temsil ettikleri metodolojik yaklaşımların takdiminde kolaylaştırıcı ögeler olarak kullanılmıştır. Bu bölüm daha çok yazarların eser boyunca ima ettiği ve atıkta bulundukları bilimsel gerçekçilik yaklaşımının diğer iki perspektifin nasıl bir sentezine kapı açtığının biraz daha ayrıntılandırıldığı kısımdır. İki yaklaşım arasında bir köprü kurma girişimi olan bu gerçekçilik yaklaşımı, sosyal olgu ve olayların hem sayısal modellemelere imkan veren yönlerini ve genelleştirmeye kapı açabilen doğasını hem de eyleyen aktörün kavram dünyasının yansımasını açığa çıkarabilecek ve nesneye aynı zamanda içsel olan bir nedensellik anlayışına imkan veren özgün yanlarını keşfetmeyi sağlayabilecektir. Yazarlar bu üçüncü yola dair belli atıflarda bulunmakla yetinmişler ve üçüncü bir ihtimal üzerinde düşünülebilecek belli noktalara işaret etmişlerdir. Bunun yanında yazarlar metodolojik çoğulculuk denilen ve nesnesine tabi bir metodolojik seçim anlayışını da benimsemektedirler.
Eserin, sosyal bilimler alanındaki metodoloji tartışmalarına nihai bir çözüm getirdiği söylenemez. İşin aslı bu tartışmanın kadim kökleri olduğu da yadsınmamalı ve bir şeyi bilmenin imkanı ve bilmenin kendisinin nasıl olduğu meselesine dair tartışmaların kolaylıkla bir sonuca bağlanamayacağı da gözden kaçırılmamalıdır. Bu nedenledir ki nihai bir sonuç işaretlememiş olsa da Bilmenin Yolları isimli eserin sosyal bilimler alanında yol almak isteyen araştırmacılar ve öğrenciler için ufuk açıcı bir perspektif sunmasıyla önemli bir başvuru kaynağı olacağı söylenebilir.