Jacques Ellul’ün Diyalektik Yönteminde Hayatının Rolü
Kübra Çolak

İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2021-2022


Filozof, sosyolog ve teolog olarak tanınan Jacques Ellul, 6 Ocak 1912’de Bordeaux’da doğdu. Kendisine göre hayatındaki en belirleyici unsur fakir bir ailede büyümüş olmasıdır. Gerçek yoksulluğu, “sefil bir çevrede” aile yaşamını, eğitim sorunlarını ve küçük yaşta çalışmayı tecrübe etmiştir. Bununla birlikte Ellul, aristokrat aileden gelmekteydi. Annesi Marthe Mendes, Bordeaux’da doğup yerli olmakla birlikte babası Joseph Ellul, yabancıydı; dedesi İtalyan, babaannesi ise Sırp aristokrasisindendir. Ellul için babasının her zaman büyük bir servete sahip ve kolay yaşama alışmış fakat Fransa’ya geldikten sonra aşırı yoksul bir hayatla karşılaşması çok önemliydi. Tek çocuk olan Ellul, babasının aristokrat bir aileden gelmesi itibariyle biraz daha mesafeli, annesinin ise çekingen olması rağmen Ellul’e çok yakın olduğundan bahseder. Ellul bir liman şehrinde büyümüş ve boş vakitlerini denizcilerle birlikte geçirmiştir. Bu ortam Ellul’e göre bir çocuk için çok eğitici aynı zamanda tehlikelidir. Ellul fakirken mutlu bir çocuk olmasını “olağanüstü bir özgürlük” içinde yaşamasına bağlamaktadır. Bununla birlikte Ellul, din eğitimi almamıştır. Zira babası dine karşı eleştirel, hatta dinin mit, masal ve efsane olduğuna inanırdı. Fakat buna rağmen Ellul babasının liberal olduğunu, kendisini hiçbir konuda zorlamadığını, bununla birlikte din eğitimi almasını istememesine rağmen dini problemler hakkında bilgi edinmesine de karşı olmadığını söylemektedir. Buna karşılık Ellul’ün annesi dindar bir Hristiyandı, fakat dindar olmasına rağmen eşinin düşüncelerinden dolayı oğluyla din hakkında hiç konuşmamış, onu etkilememiş, hatta kiliseye dahi gitmemiştir. Ellul evde İncil’in var olduğunu ama herhangi bir kitap gibi görüldüğünden söz eder.

Bu arka plan çerçevesinde Ellul fakir bir ailede büyümüş olması sebebiyle evde çok kitap bulunmadığından söz eder. Ve bu eksikliğin hem çocukluk hem de eğitim hayatını derinden etkilediğini fakat yoksul öğrencilerinin durumunu daha iyi anladığını söyler. Bu noktada Ellul, kütüphane olan evde yaşayan biri ile kitap olmayan evde yaşayan biri arasında ne kadar kültürlü bir çevrede yaşamış olursa olsun çok fark olduğunu söyler. Diğer bir deyişle Ellul zaviyesinden bir ortamda kitapların bulunması ve kitap kokusunun yayılması aslında orada yaşayan bireyleri çokça etkilemekte ve diğer insanlardan ayırmaktadır. Söz gelimi kendisi, iyi bir öğrenci ve lisede öğretilen her şeyi bilmesine rağmen kitap okuyan yaşıtlarının bahsettikleri isimlerin çoğundan habersiz olduğunu ifade eder. Kitap hakkındaki bu değinilerden sonra Ellul’ün sanat çevresine baktığımızda sanat alanındaki en büyük şansının annesinin ressam olması olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar annesinin çalışmalarını sergileme şansı olmadıysa da resim dersleri vermiş olması Ellul’ün en azından görsel sanat atmosferini tecrübe etmesine sebep olmuştur. Daha sonraki çalışmalarında Ellul’ün gerek sanat hakkındaki yorumlarında gerekse medya, teknik ve reklam araçları hakkındaki eleştirilerinde bu tecrübenin izlenimleri görülmektedir. Diğer sanat alanlarına incelediğimizde Ellul 23-24 yaşlarına kadar hiç müzik duymadığını, ilk kez bu yaşlarda bir konsere gittiğini anlatır.

Lise mezuniyetinden sonra birçok kişi Ellul’ün annesini arayarak, Ellul’ü bir işe sokması gerektiğini söylemelerine rağmen annesi Ellul’ün entelektüel yeteneklerini göz önünde bulundurarak, üniversiteye gitmesi gerektiği yanıtını vermiştir. Böylelikle Ellul Hukuk Fakültesi’nde eğitimine devam etmiştir. Doktora Tezini, ailelerin çocuklarını satma hakkını araştıran “Mancipium’un Tarihi ve Hukuki Niteliği” başlığıyla savunmuştur. 1930 yılında Hukuk fakültesinde Marx’ın düşüncesiyle tanışmıştır. Ellul için Marx’ın düşüncesiyle tanışmak, hem beklenmedik hem de yaşamındaki olayları anlamlandırmasını sağlamıştı. Babasının işsiz olması ve geçimlerini annesinin resim öğretmenliğinden kazandıkları ile Ellul’ün küçük yaşta çalışmasıyla eline geçenlerle sağlamaları, “doktora ya da eczaneye ödeyecek parası olmadan hasta olmanın”, “umutsuz ve hiçbir yerden yardım almadan işsizliğin” ne demek olduğu ve işçi sınıfının durumu gibi tecrübelerine Marx tercüman olmuştu. Onun için Marx, sadece ekonomik bir sistemin ve yahut kapitalizmin bir teşhiri değildi, “insan ırkının, toplumun ve tarihin tam bir vizyonuydu.” Akabinde Ellul, “kendilerine Marksist diyen insanlar” diye adlandırdığı SFIO (Section Française de l’Internationale Ouvriere “French Section of the Proletarian International”) sosyalistleriyle temas kurduğunu söyler. Fakat Ellul, bu insanlar için derinden hayal kırıklığına uğradığını ifade eder. Nitekim tek gayeleri siyasiydi ve toplumu dönüştürmek gibi hedefleri yoktu. Ardından Ellul komünistleri keşfetmiş ve çevresinde komünist öğrenciler olmadığı için kendilerine komünist diyen işçilerle temasa geçmiş fakat yine hayal kırıklığına uğramıştı. Bunun nedeni ise komünist işçilerin Marx’ı anlamamaları, Ellul’ün Marx hakkında anlattıklarından sıkılmaları ve kendi partilerinin çizgisinde ilerlemeleriydi. Neticede bu dönemde Ellul, kenarda durmayı, Sosyalist ve yahut Komünistlerin arasına girmemeyi tercih etmiştir. Akabinde Moskova Davaları (1935-1938) yılları arasında komünizmi, totaliter bir sistem olduğu düşüncesiyle reddetmiştir.

Marx’ın düşüncesi ise Ellul’ün tecrübe, hayat ve somut gerçeklik gibi entelektüel formülasyonunu sağlayan bir düşünceydi. Ellul, kendisine devrimci eğilimi aşılayanın Marx olduğunu söylemektedir. Bu eğilime göre insan her tarihsel dönemde kendini yenileyebilmeli ve tekrar keşfedebilmelidir. Ayrıca Marx’ın somut gerçekliğe büyük önem veriyor oluşu da Ellul’ün sonraki çalışmalarında oldukça etkili olacaktır. Nitekim Ellul de hayatını gerçeklikte olan biteni göz önüne sermeye, ortaya çıkabilecek tehlikelere karşı insanları uyarmaya adamıştır. Ona göre toplumsal, insani ve ruhsal olarak modern dünyanın tek gerçeği tekniktir (teknoloji) ve geçmişteki tekniğin modern teknikle bir alakası yoktur. Geçmişte sınırlı bir teknik varken modern dönemde teknik ve toplum arasındaki ilişki egemenliğe dayalıdır. Marx’ın Ellul üzerindeki üçüncü etkisi de yoksullarla olan ilişkidir, bu ilişkiyi şöyle açıklayabiliriz: Öncelikle Ellul’e göre yoksulluk sadece ekonomik bir faktör değildir. Aynı zamanda onun zaviyesinden kültürel ve sosyolojik olarak yabancılaşmış insanlar, toplumun dışladığı yaşlılar, kenarda kalanlar ve toplum açısından “uygun” görülmeyenler de yoksul olarak yanında olunması gerekenlerdir. Marx’tan çok etkilenen Ellul, aynı zamanda Marx’ı da eleştirmektedir. Zira ona göre Marx, varsayımlar ve önyargıları çok güçlü olmasına rağmen kendi önyargılarını eleştirememiştir. Eleştirilmesi gereken yargılar; tarihsel aşamada bir sonrakinin öncekine göre ilerleme sayılması ile insanlığı karakterize eden şeyin iş olduğu düşüncesidir. Ellul’ün Marx’tan etkilenmediği düşünceleri de vardı: Din, Tanrı ve Kilise. Bunun nedeni olarak bu tür konuların ilgisini çekmediğini, onlara karşı kayıtsız ve daha şüpheci bir tutumla yaklaşmasını zikreder.

Bununla birlikte Marx’tan sonra Ellul’ün etkileneceği kitap İncil olacaktır. Kendisi İncil’den pasajlar okuduğunu, birçok şeyin ilgisini çektiğini, Yeni Ahit’ten çok Eski Ahit tarafından “baştan çıkarıldı”ğını söylemektedir. Bu noktada Ellul’ün kafasında yeşeren sorulara ne babası ne annesi ne de papaz tarafından cevap verilebilmiştir. Akabinde Ellul kimsenin sorularına cevap veremeyeceğini anlayarak kendi başına idare etmesi gerektiğinin farkına varmıştır. Bu Ellul’ün düşüncesi açısından çok önemlidir. Nitekim daha sonra entelektüel, felsefi ve yahut bilimsel bir zorlukla karşılaştığında otorite aramamasının, kimseden bir şey açıklamasını beklememesinin ve her zaman kendi bir çözüm buluncaya kadar sorunlar ve meseleler üzerinde kafa yormasının zemininde geçmişte sorularına kimsenin cevap veremeyişi ve kendi başına kalışı güçlü bir yer teşkil etmektedir. Bu noktada Ellul Marx’ta da her şeye bir cevap bulamayacağını anlamıştı. Nitekim hayatta varoluşsal, yaşam ve ölüm soruları vardı ve Kutsal Metin yaşamın kendisiyle ilgili olan bu sorulara cevap vermekteydi. Ayrıca dini söyleme alışık olmayan Ellul, gerçek hayata ve şu ana kadar olan tecrübelerine göre yeni bir dünya keşfetmişti. Bu noktada Ellul “dönüştürüldüm” der. Bu dönüşümün çok acımasız ve ani bir dönüşüm olduğundan söz eder. Ve ekler: “biri tarafından değil, kendimi dönüştürdüğümü de söyleyemem.”

1932 yılında Hristiyan olduğunu ve hayatının merkezi haline gelen din ile Marx’ın düşünceleri arasında tezat ve çelişki içinde yaşadığından söz eder. Öncelikle Marx’ı bırakmak istemiyordu çünkü, ekonomi ve adaletsizlik hakkındaki düşüncelerini, yalnızca Hristiyan olduğu için bırakmasını gerektirecek bir neden göremiyordu. Öte yandan çevresinde Marx ile uğraşmak yaygın değildi ve çevresinde hem Marksist hem de Hristiyan olan kimse yoktu. Bu yüzden Ellul, Marx’ın din, Tanrı ve Hristiyanlık için söylediği şeylerle yüzleşmek ve eleştirileri kabul etmek zorunda kalmış, böylelikle bir Hristiyanın nasıl olmaması gerektiğini de Marx’tan öğrenmişti. Nitekim Ellul zaviyesinden Marx, 19.yy.ın Hristiyanlarına fazlasıyla saldırmış fakat İncil öğretilerini kesinlikle reddetmemiştir. Bu noktada Ellul, Marx ve Hristiyanlık olarak iki ayrı alan yaratmamış, yeri geldiğinde çelişkilerle hesaplaşmak zorunda kalmıştır. Ellul bu durumunu şu cümlelerle aktarır: “Bazen iki uç arasında kaldım, bazen barıştım; ama ikisinden de vazgeçmeyi kesinlikle reddettim.” Bu çelişkiler Ellul’ün düşünce hayatını şekillendiren diyalektik düşünce tarzını geliştirmesine katkı sağlamıştır. Marx ve İncil’in taleplerini bir araya getirmiş, bir tarafın maddi diğer tarafın manevi olduğu iki alan ortaya çıkarmamıştır. Daha sonraki düşüncelerinin anahtarı olarak gördüğü bu durumu şöyle ifade eder: “Benim için iki unsurun bir arada tutulması gerekiyordu ve bu kalıcı çelişki ile aşama aşama ilerlemek gerekiyordu.” Sonraki düşüncelerine baktığımızda zorunluluk ve özgürlük hakkındaki düşüncelerini de bu diyalektik üzerinden inşa ettiğini görürüz. Akabinde Ellul, Marx sayesinde İncil’i normal bir şekilde okumadığını ona eleştirel baktığını ve sosyolojik olarak Kiliseyi incelediğini söyler. Buna karşılık “insan tek başına Hristiyan olamaz” düşüncesiyle 1932-33 yıllarında Katolik Kilisesi’ne katılmış fakat kendisini hiç heyecanlandırmayınca arkadaşlarıyla birlikte Protestanlığı İncil’e daha yakın, canlı ve otantik olarak görmüş ve ikna olmuştur. Böylelikle Fransa’daki Reform Kilisesi’ne, (az çok Kalvinist bir kilise) katılmıştır. Fakat Ellul kendini İncil’i okuyan ama mucizelere inanmayan insanların arasında bulduğunu söyler. Küçük bir grupta Calvin’in fikirlerini keşfetmiş, Calvin’in “düşüncesi, katılığı, uzlaşmazlığı ve Kutsal Yazıları eksiksiz kullanımı” karşısında şaşırmış ve heyecana kapılmıştır.

Bu süre zarfında Hukuk Fakültesi’ndeki eğitimini devam ettirmiş, doktoraya başlamıştır. Hristiyanlık ve Marx, Ellul’ün meslek seçimini ve hukuk anlayışını etkilemiştir. Nitekim düşünceleri sebebiyle hâkimliği seçmek imkansızlığından ve Marksist olmasa bile kapitalist toplumun bir hizmetkarı olmak istemediğinden bahseder. Bu yüzden idari ve hukuk mesleklerinden hiçbirini tercih etmemiş, bunun yerine öğretmenliği seçmiştir, zira öğretmenlik hayatla ilgili gerçekleri öğrencilerine aktarmasına izin verecekti. Ayrıca ona göre öğretme işi dünyanın taleplerinden ve zorunluluklarından en kopuk ve bağımsız meslekti. Bu sırada Ellul, Karl Barth ile tanışmıştır. Barth, Ellul'ün düşüncesindeki Calvin’in izlerini silmiş ve entelektüel hayatındaki ikinci büyük unsur halini almıştır. Nitekim Barth, düşüncesindeki diyalektik tarzı ve olağanüstü özgürleştirici etkisi için Ellul, “sizi maceraya atar” der. Buna karşılık Calvin, cevaplar ve çözümler sunar. Ayrıca Ellul için Barth’ın düşünceleri, Marx ve Hristiyanlık arasındaki çelişki aşamasında Ellul için bir yol levhası olmuştur.

Ellul, 1933’ten 1937’e kadar hiçbir siyasi partiye üye olmayan ve anti-faşist siyasi deneyimlerde bulunmuştur: grevler, Halk Cephesi, bireyciliği ve yabancılaşmayı reddeden hareketler vs. 1937-1939 yılları arasında Hukuk Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Vichy hükümeti zamanında hem bir yabancının oğlu olduğu için hem de düşmanca açıklamalarından dolayı görevden alınmış ve Bordeaux’a geri dönmüştür. Bu süre içinde babası yabancı olduğu için Almanlar tarafından tutuklanmış, İngiliz uyruklu Hollanda doğumlu olan eşi de tutuklanacak olanlar arasında olduğu için kırsalda izini kaybettirmiştir. Burada çiftçilik yapmış ve direniş gruplarına irtibat ajanı olarak katılmıştır. Kır gezileri esnasında liderliği olmayan bir Protestan Kilisesi’ne rastlamış ve 1943’te bu kiliseyi kendi yönetimi altında düzenli ibadete yeniden başlatmıştır.

Olaylar yatıştığında yine üniversitede çalışmaya devam etmiştir. Ve 1980 yılında emekli olana kadar Hukuk Fakültesi’nde profesör olarak çalışmaya devam etmiştir. Bu süre zarfında üniversite ile paralel olarak en iyi öğrencilerden oluşan dağlarda zorlu bir yaşam ve hem pratik hem de toplum üzerinde eleştirel düşünceyi inşa edebilecek bir kurs kurmuştur. Ve onlara kampta, eşlik edemeyecek derecede yaşlanana kadar bu projeyi devam ettirmiştir. Akabinde Fransız Reform Kilisesi’nde kariyer hedefleri kurdu ve Kiliseyi yöneten 20 kişiden oluşan Konsey’in bir parçası olacak kadar ilerledi. Toplumun değişmesini sağlamak için kilisenin değişmesine inanan Ellul, 15 yıl boyunca bunun için çabalamış ve sonunda başarısız olmuştur. Bir dizi yeniliği kabul ettirebilmesiyle birlikte yine de gelenekçilik ve değişime kayıtsızlık yüzünden “batağa saplandığı”nı söyler. Zira ona göre ne zaman bir hareket kurumlaşırsa ortadan kaybolacaktır. Akabinde Fransa’daki Protestan teolojik çalışmalarına katılmış ve etki yaratılacak alanlar aramıştır. Bu alanlardan birisi sosyal uyumsuzlar olarak adlandırdığı suçlular ile çalışarak çocuk suçluluğunu azaltmaktır. Ellul, 20 yıl bu alanda çalıştığını ve sonunda şiddet, uyuşturucu veya hippiliği gençlerin hastalığı değil, toplumun sefaleti olarak görülmesini aşağı-yukarı sağladığını söylemektedir. İlgilendiği diğer alan ise çevreydi. Bu konu da Ellul temel çalışmaları olan teknoloji felsefesi ile uyumludur. Bu yüzden çevrenin savunulması için kendisini nükleer enerji ve arazi kullanımı gibi ulusal planlamalara adamıştır. Bu noktada Ellul’ün sloganı şudur: “Küresel düşün, yerel hareket et!” Ellul bütün fenomenleri küresel düşünerek analiz ettiğini fakat iş uygulamaya geldiğinde eğer dürüst ve özgün olmak isteniyorsa yerel ve taban olandan başlamak gerektiğini söyler.

Ellul, Teknik/Teknoloji’nin önemini ilk kez arkadaşı Bernard Charbonneau’dan işitmişti. Charbonneau, 1934 yılında tekniği dünyanın temel belirleyici faktörü olarak görmeye başlamıştır. Tekniğin temel faktör olarak ele alınması Ellul için “kehanet niteliğinde” bir düşünceydi. Ellul için bu düşüncenin önemli olmasının sebebi, hem Sovyet hem de kapitalist sistemlerde tekniğin benzer bir fenomen olmasıydı. Bu noktada Ellul, kendi kendine Marx 19.yy yerine 20.yy ortamında çalışsaydı, toplumu belirleyen faktör olarak hangi fenomeni ortaya çıkaracağını sormuş, düşünmüş ve cevap olarak bu fenomenin “teknik” olacağına ikna olmuştur. Bu yüzden Ellul teknik fenomenini incelemeye başlaması, “Marx’ın düşünce açısından ve Marx’a görece bir bağlılıkla” olmuştur. Ellul, kendisinin Max Weber ile ilişkili bir yöntemi olsa da (çalışmalarına başladığı sıra) Weber’in sosyolojisinden 1944’e kadar haberi olmadığını belirtir. Bununla birlikte Ellul, Lewis Mumford, Raymond Aron, John Kenneth Galbraith ve Marshall McLuhan’a değinir. Ellul’e göre bunların her biri teknik fenomeni egemen olarak incelemekle birlikte, tekniği yalnızca bir açıdan ele almışlardır. Nitekim Ellul’e göre teknik, her şeyi kapsayan bir sistemken, parça parça incelenmesi mümkün değildir. 1968 yılına kadar teknik hakkında daha karamsar bir tavır benimseyen Ellul, bu yıllarda başlayan Hippi Hareketi, Ellul’ün teknik hakkındaki düşüncelerini gözden geçirmesine sebep olmuştur. Öncesinde bizi belirleyen teknik içinde sıkışıp kaldığımızı ve bir çıkış yolu olmadığını belirten Ellul, 1968 yılının “belirli yolları açan ve gerçekten şartlanmadığımızı gösteren bir patlama getirdi”ğini söyler. Ayrıca Amerika, Avrupa ve Sovyetler’deki dini hareketlerin de Ellul’ün düşüncesini değiştirdiğini söylemek mümkündür. Ellul zaviyesinden teknikle dolu bir dünyanın değeri, diriliş ve Tanrı’ya inanmak gibi değerlerle boy ölçüşemezdi. Bu noktada Ellul, insanları kör eden ve kendine bağlayan bir dünyadan Tanrı’nın kurtaracağını düşünmektedir. Bu noktada duaya önem vermekte ve duanın geleceği şekillendirdiğini düşünmektedir. Ona göre tek gelecek Tanrı ile olan gelecektir. Bu yüzden olsa gerek Ellul “Bordeaux peygamberi” olarak anılmıştır.

Kaynaklar
Ellul, Jacques. Perspectives on Our Age: Jacques Ellul Speaks on His Life and Work. Ed. Willem H. Vanderburg. Montréal: CBC Enterprises, 1981.
Ellul, Jacques. Sözün Düşüşü. Çev. Hüsamettin Arslan. İstanbul, Paradigma Yayınları, 5. Basım, 2021.
Ellul, Jacques. Teknoloji Toplumu. Çev. Musa Ceylan. İstanbul, Bakış Yayınları, 2003.
https://ellul.org Erişim Tarihi: 31.03.2022
https://museeprotestant.org/en/notice/jacques-ellul-1912-1994-2/ Erişim Tarihi: 01.04.2022
https://www.encyclopedia.com/science/encyclopedias-almanacs-transcripts-and-maps/ellul-jacques Erişim Tarihi: 03.04.2022