Nazar/İstidlâl ve Riyâzet/Mücâhede Yöntemi
Ömer Türker


İDE AKADEMİ 2021-2022 | DERS NOTLARI | 18 Ekim 2021

  •  Kelam, felsefe ve nazarî tasavvuf gibi var oluş hakkında külli araştırma yaptığı iddiasında olan metafizik gelenekler söz konusu olduğunda riyâzet/mücâhede ve nazar yöntemi olmak üzere temelde iki yöntem vardır.
  • Hz. Peygamber, dâr-ı bekâya irtihal edince Müslümanlar yeniden üretebilmek, Kur’an’ı Kerim ve sünnet ile irtibatı başka yollardan temin edebilmek için nazar/istidlâl ve riyâzet/mücâhede yöntemlerini geliştirmişlerdir.
  • Ancak temel sorun peygamberin temsil ve tebliğ ettiği hakikat bilgisine nasıl ulaşılacağı konusundaydı. İslam ümmeti böylesi bir hakikat bilgisi ile onun gereği olan yaşam formu arasındaki irtibatı kavrayıp bütün süreci yeniden üretmek istemiştir.
  • Bu idrake nasıl ulaşılacağı sorusu karşısında erken dönemlerde metafizik alanda bütün dönemleri şekillendiren iki cevap verilmiştir. İlk olarak peygamberane zühd ve riyazet hayatının yaşanmasını doğru bulanların oluşturduğu grubun görüşleri ortaya çıkmıştır. Bu anlayışa göre bütünüyle Allah inancının merkezde olduğu, insanın kendisine, yaşadığı topluma ve bütün mahlûkata muamelesinin kendisinden türediği bir mihver olarak Allah’a kilitlenmiş bir hayat bulunmaktadır.
  • Bu birinci görüşte Allah ile insan arasındaki metafizik bilginin inşasında merkezi “haşyet” ve “teslimiyet” gibi orta terim denilen temel kavramler oluşturmaktadır. Ebî Alî el-Cüllâbî el-Hücvîrî (ö. 465/1072)’nin Keşfu’l Mahcub adlı eseri mütekaddimûn döneminin en zekice kurgulanmış çalışması olmakla beraber konuya her bir sûfî zümrenin orta terimi ile giriş yapıyor olması açısından da önem arz etmektedir.
  • Bahsi geçen birinci yönteme göre, Kur’an-ı Kerim’de insanın, Allah karşısındaki ahvalini tavsif eden temel kavramlardan birini merkeze alarak bütün hayatını bu doğrultuda kurgulaması gerekmektedir. Dolayısıyla burada haşyetin veya teslimiyetin aracılık ettiği bir Allah’a yöneliş söz konusudur.
  • Bir grup ulema -özellikle Mu’tezili âlimler- ise bir davranışın Allah hakkında nasıl bir fikir verdiğinin tam olarak bilinemeyeceğini belirtmişlerdir. Hz. Peygamber’de ortaya çıkan marifetin zâhidane bir hayat yaşamasıyla ilgili olmadığını iddia etmişlerdir. Bu yaklaşımı benimseyenlere göre davranıştan yola çıkarak küllî idrake ulaşılamaz.
  • Bu durumda ilahi fiiller ile ilahi zat arasında irtibatı sağlayan orta terimin bulunması ve Hakk’ın fiillerinden yola çıkarak Hakk’a istidlâlde bulunulması gerekmektedir. Bu nedenle erken dönem Mu’tezilî âlimler, istidlâl yönteminin temel yapısının nasıl olması gerektiği konusunda görüş bildirerek bir inşa hareketi ortaya koymuşlardır. Bu inşa hareketinde onların ulaştığı ana terim ise hudûs kavramıdır.
  • Dolayısıyla âlem hâdistir ve bir muhdise ihtiyaç duymaktadır.  Muhdisin varlığının nasıl olduğuna dair temel çıkarımlar da fiillerin verdiği özelliklerle yapılmaktadır. Bu şekilde istidlâl yöntemi ile genel geçer bütün fiillere bakan, herkes için görünebilir olan aynı zamanda sorgulanabilir olan bir akıl yürütme süreci inşa etmeye çalışılmıştır.
  • Nazar ve istidlâl yöntemi, fiilin tahlilinden hareketle faile ve failin iradesinin ne olduğunu anlama çabasına doğru giden bir yöntemdir. Riyazet ile mücâhede yöntemi ise temelde insanın yaptığı davranışlardan yola çıkarak Allah’a kulluktan hareketle Allah’ı tanıma çabasını ifade etmektedir. 
  • Riyazet ve mücâhede yöntemine göre peygamberin dile getirdiği hususlar, onun tecrübesine katılım olmaksızın tam olarak anlaşılamamaktadır. Nazar ve istidlâl yöntemi ise tecrübe ortaklığının mümkün olmadığı durumlar bulunduğunu, bunların saf nazarî meseleler olduğunu ve ancak istidlâl ile ulaşılabilir olduğunu iddia etmektedir.

Rivayet Yöntemi

  • İslam düşünce geleneğinde metafizik tasavvurlar yukarıda bahsi geçen iki yöntem ekseninde geliştirilmiştir. Diğer taraftan bu yöntemlerle eş zamanlı olarak Müslümanlar rivayet yöntemini de geliştirmişlerdir.
  • Rivayet yöntemi, “Bir haberin doğruluk kriteri nelerdir?” sorusunu sorup bu kriterlere uygun olanı sahih, uygun olmayanı ise gayr-ı sahih kabul etme üzerine bir yöntemdir. Bu yöntem daha ziyade Fıkıh ve Kelam dışındaki disiplinlerde kullanılmıştır.

Kelamcıların İnşa Ettiği Nazar ve İstidlâl Yöntemi

  • Kelam âlimlerine göre tüm istidlâli çıkarımlar bilinenden bilinmeyene gitme şeklinde gerçekleşmektedir. Bu nedenle kişinin bildikleri ile bilmedikleri arasında vasıta olan orta terimler ile ilişki kurarak bilmediklerini elde etmeye çalışması gerekmektedir. Bu yöntem, bilinenleri daima bilinmeyenler kategorisine dâhil etmek olarak da kullanılmaktadır.
  • Bu nedenle kelam âlimlerine göre arada illet, şart, tanım ve hakikat birliği olmalıdır. Gâibin şahide kıyasında bilinmeyeni, bilinene dâhil edebilmek için ikisi arasında şart birliği olması gerekmektedir.
  • Bu yüzden kelam âlimlerine göre Allah’a bilen olma vasfını nispet etmek için Allah’ın hayat sıfatına sahip olması gerekmektedir.
  • Tanım birliğine göre; herhangi bir şeyin belirli bir özneden bağımsızlaştırılarak tanımlanabilmesi için o şeyin bulunduğu her yerde bu tanımın geçerli olması gerekmektedir. Tanım birliği, tanımın bütün öznelerde sürdürülebilmesi demektir. Diğer taraftan illet birliği ise; herhangi bir şeyin dayandığı illetin, algılanan ve algılara konu olmayan âlemde de devam etmesi gerektiğine işaret etmektedir.
  • Esasen Kelam âlimleri tanım, şart ve illet birliğini uygularken daha sonra gündeme gelecek olan kıyasın birinci şeklini kullanmışlardır. Bunun dışında ise bir şeyin yanlış olduğu ispatlanmak istendiğinde aksinin yanlış olduğunu göstererek ispatlama yöntemi olan hulfî kıyas yöntemini kullanmışlardır.

Felsefe ve Yöntem

  • İslam öncesi metafizik geleneklerde, temelde nazar ve istidlâl ile mistiklerin kullandığı riyazet ve mücâhede yöntemi olmak üzere iki yöntem cereyan etmiştir. Bu sebeple filozoflar da çok erken dönemlerde bu iki yöntemi karşılaştıran eserler kaleme almışlardır.
  • Felsefe, İslam’a intikal eden riyazet yönteminden birtakım safhalar barındırıyor gibi görünse de mantığı yöntem olarak kullanan bir disiplin olarak gelişmiştir.
  • Felsefe geleneği, daima Tasavvuf geleneğini Kelam geleneğinden ayırmıştır. Mutasavvıfları, hakikat bilgisine daha yakın bir zümre olarak, kelamcıları ise yöntemleri ve tavırları bakımından hakikat bilgisine ulaşmaya elverişli olmayan, sadece dinin akîdevi savunusunu yapan bir grup olarak görmüşlerdir. Özellikle Müteahhir dönemde mutasavvıflar da Kelam âlimlerinden ziyade filozofları kendilerine daha yakın görmüşlerdir.
  • İslam felsefe geleneğinin İslam dünyasında gelişimi ile birlikte Kelam ve Tasavvufun iddiaları olabildiğince ayrıntılı bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Fakat bunun İslam düşünce geleneğinde hakikat araştırmalarını etkilemesi birkaç yazar üzerinden görünür hale gelmiştir. Felsefe geleneği söz konusu olduğunda bu şahıs İbn Sînâ’dır.

İbn Sînâ ve el-İşârât ve’t-Tenbîhât

  • İbn Sînâ’nın bilgelik dönemi eseri olarak kabul edeceğimiz el-İşârât ve’t-Tenbîhât klasik tasnife göre kaleme aldığı son eseridir. Gerçekten dil, içerik ve anlatım gücü olarak önceki eserlerinden de farklılık arz etmektedir.
  • Eserde ilk olarak mantık ile başlanmakta ve kavram bilgisi, önerme bilgisi, kavram bilgisine ulaşma yolu olarak tanım bahsi ardından tasdiklere ulaşmanın yolu olarak kıyas bahsi anlatılmaktadır. Daha sonra kıyasların birbirine nispetle konumlarını değerlendiren hitabet, cedel, safsata, hatâbe ve şiir olmak üzere beş sanatla devam edilmektedir.
  • İbn Sînâ, bunları anlattıktan sonra fizik dünyasına ilişkin araştırmalara yer vermiş ve akabinde metafiziğe geçmiştir. el-İşârât ve’t-Tenbîhât adlı eserinde matematik bölümü bulunmamaktadır. Çünkü İbn Sînâ, nesnelerin hakikatinin matematiksel değil mantıksal olduğunu düşünmektedir.
  • İbn Sînâ’ya göre nesnelerin hakikati ölçüyle kavranan bir şey değildir, ölçü onun tahakkuku ile ilgilidir. Hakikat ancak akıl tarafından kavranan mantıksal, makul bir şeydir.
  • İbn Sînâ, eserinde fizik bölümünden sonra metafizik bölümüne geçmektedir. Metafizik bölümünün sonunda ise Behçet ve Saadet isimli ahiret hayatına ilişkin mutluluğa ulaşmak ile ilgili birtakım verileri anlatmaktadır.
  • Klasik felsefe tasniflerine ek olarak İbn Sînâ yeni bir fasıl açmış ve bu fasıl da âbid, zâhid ve ârif olmak üzere üç kavramı incelemektedir. Âbid, ibadet pratiklerini artıran, zâhid çokça zühd hayatı yaşayan, ârif ise sürekli Hak ile olmayı gaye edinen kimse demektir.
  • İbn Sînâ’nın bu üç kavramla ilgili anlatısı tipik felsefi anlatım olmaktan çıkmakta ve eserin genel dilinden uzaklaşmaktadır. Burada sûfîlerin anlatımına benzer bir anlatıma yaklaşmakta ve ardından kerametler bahsine intikal etmektedir. Bir sâlikin yaşadığı tecrübeleri ve bu manada hakikat bilgisine ulaşmanın ne anlama geldiğini analiz etmektedir.
  • İbn Sînâ, kişiye ulaşan birtakım keramet haberlerinin peşinen reddedilmemesi gerektiğini çünkü bunların açıklamasına imkân veren durumların olabileceğine değinmektedir. Dönemin bilimsel bilgisiyle bir sâlikin yaşadığı/yaşayabileceği olağanüstü hallerin izahını yapmaktadır.
  • İbn Sînâ, mantığı anlattıktan sonra eserinin sonunda yer verdiği bu bölümle “Mistisizm ile mantığa ilave bir yöntem olarak mı tasavvufu anlatmaktadır? Yoksa mantığın yanında bir tasavvuf yöntemi vardır ve onunla da felsefe bilimlerinden farklı olarak hakikate ulaşabilir mi?” demek istemiştir.
  • İbn Sînâ, burada bir ârifin felsefe tahsilinden hiç bahsetmemektedir. Daha ziyade Allah’a kilitlenmiş, zihnen sürekli Allah’ı tefekkür eden ve bu tefekküre uygun hayat yaşayan bir âriften bahsetmektedir. İbn Sînâ, acaba fizik, matematik bilimleri tahsis edip buna uygun ahlaki hayatı yaşayarak metafiziğe yükselen bir insanın psikolojik hallerini mi tasvir etmektedir? Acaba İbn Sînâ, mantık ile fizik ve metafizik araştırması yapan kimsenin hala birtakım şeylerinin eksik kaldığını ancak böylesi bir yöntem kullanıldığında hakikat bilgisine ulaşabileceğini kastetmektedir?
  • Klasik dönemde bu metinle ilgili ihtilafa düşmeden herkes, İbn Sînâ’nın tasavvufu anlattığını düşünmektedir. Modern araştırmacıların bir kısmı tasavvufu, felsefeye yakıştırmadığı için onun kesinlikle tasavvuftan bahsetmediğini iddia etmişlerdir.

Cüveynî ve Gazâlî

  • İbn Sînâ’da sonra Kelam geleneğinde Cüveynî, hem kelam hem felsefe geleneğinde öne çıkan isim ise Gazâlî olmuştur.
  • Cüveynî, Mütekaddimûn döneminde gelişen kelam yöntemini eleştirmektedir. O, kelamcıların kullandıkları yöntemlerin hakikat bilgisine ulaşmak için özellikle teoloji bahsinde bilgi vermeye elverişli olmadığını ve hulfî kıyas ile yetinmek gerektiğini düşünmektedir.
  • Gâibin şahide kıyasını kullanarak Allah ve fiiller, Allah- alem ilişkisi hatta atımlar hakkında bilgi elde edinilemeyeceğini savunmaktadır. Ona göre fizik meseleler hakkında bu yöntemle araştırma yapılabilir ancak metafizik meseleler söz konusu olduğunda bu yöntem yarar sağlamaz. Çünkü Tanrı ile alem arasında kıyaslama yapabilmek için hakikat, tanım, illet ve şart birliğinden emin olunamaz dolayısıyla aklın temel kavramlarının kullanılması gereklidir.
  • Cüveynî’ye göre bir şeyin aksini aldığınızda bir imkansızlığa düşüyor isek buradan hareketle bir temellendirme yapılmalıdır.
  • Cüveynî’nin eleştirdiği yöntemler Gazâlî tarafından Kelam ilminden çıkarılmıştır. Gazâlî’nin el-İktisâd fi’l-İtikâd adlı eserinde Cüveynî’nin eleştirdiği yöntemler yer almaz.
  • Kendinsen sonraki dönemlere tesiri bakımından Gazâlî’nin en önemli eserleri el-Münkız mine’d-Dalâl ve İhyâu Ulâmi’d-Dîn olmuştur.
  • el-Münkız eserinde zümreleri değerlendirirken kullandıkları yöntemlerden yola çıkmıştır. Kelamcı ve filozofların esas itibarıyla nazar yöntemini, mutasavvıfların riyazet, batınilerin ise bir tür yorum yöntemi kullandığını belirtmiştir. Kendisi ise nazar yönteminin metafizik meselelerde insanı hakikate ulaştırmayacağı kanaatine vardığını ifade etmiştir.
  • Ona göre akıl, her ne kadar içinde yaşadığımız dünyada nesnelerin hallerini araştırıp fizik ve metafizik alanda ve hadis ile fıkıh gibi alanlarda araştırmalar yapsa da metafizik meselelerde araştırma yapmaya ehliyetli değildir. Bunun sebebi aklın bu hakikatleri anlamaya kabiliyetli olmaması değildir. Aklın donanımı bu alanda aksi alınamayacak şekilde yakin bilgiye ulaşamaya elverişli değildir. Birisi haber verdiği zaman anlayabilir ama akıl araştırmayla bu noktaya varamaz.
  • Gazâlî’ye göre filozoflar, nazar yönteminin meyvelerini fizik ve matematik yöntemlerinde görürler ama metafizik de hadlerini aşarak aklın asla ulaşamayacağı şekilde bilgi iddiada bulunurlar.  Dolayısıyla filozoflar isabetli bir yöneliş içinde değillerdir.
  • Gazâlî’ye göre filozofların kullandığı mantık aleti, nazari araştırmaların tamamında kullanılması gerekecek kadar doğru bir yöntemdir. Bu nedenle mantığı İslami İlimlere dahil etmiştir.
  • Gazâlî, mantık ile kelamın yöntemlerinin aynı olduğunu dile getirir. Onun dediği gibi mantıkla, kelamcılarınn gâibin şahide kıyası bir tek farkla aynı şeydir. Mantığın iyi işlenmiş uzun yıllar süren bir geleneği, kelamcıların yöntemine göre daha kusursuzdur. Bu nedenle Gazâlî, kelamcıların yöntemi yerine mantığın kullanılmasını önermektedir.
  • “Mantık bilmeyenin ilmine güven olmaz.” Mantık olmadığı takdirde yeni bilgiler üretirken doğru neticeye ulaşıldığından emin olunamaz fakat Gazâlî, bunun metafizik alanda değil de metafizik alanın altına yerleştirebilecek diğer disiplinlerde kullanılabilir olduğunu düşünmektedir.
  • Gazâlî, metafizik konularda yarar sağlayacak yegâne yöntemin riyazet olduğunu düşünür. Bu nedenle de hakikat bilgisine ulaştıran yöntemin riyazet olduğunu ve hakikat bilgisine ulaşan zümrenin de sufiler olduğunu düşünür.
  •  Gazâlî’ye göre kelam bu işe hakkını verememiştir. Filozofların da yöntemleri bu alanda sonuca ulaştırmaya elverişli değildir. Gazâlî, İhya’nın ilim babında metafizik bilgiye yalnızca bu yöntemle ulaşılabileceğini ancak bunun disipline edilebileceğini kabul etmez.
  • Ona göre metafizik gerçek anlamıyla bir disiplin olarak kurulamaz. Kelamın da yakin iddiasından vazgeçerek devam etmesi gerekir. Bir insan, uzun süre riyazet ve mücahede pratikleri yaparsa Allah, ona bilmediklerini öğretir. Ancak herkes aynı sonuca ulaşamayabilir. Bu nedenle tecrübe ortaklığı tam olarak sağlanamayabilir.

Fahreddin er-Râzî

  • Râzî’nin el-Metâlibû’l Âliye isimli eseri ile Şerhu’l İşarat’ın Makamatu’n Arifîn kısmında yönteme ilişkin kaleme aldıkları önemli ölçüde ciddi veriler içerir.
  • Râzî’ye göre temelde iki yöntem bulunmakla birlikte bu yöntemlerin birbirine nispetle avantajları ve dezavantajları vardır.  Râzî’ye göre nazar yöntemi emin bir yoldur ve üstada daha az ihtiyaç bırakır. Çünkü yöntemin kendisi sağlam bir mürşid olma vazifesi görür. Öğrendiğiniz ve kurallarını uyguladığınız zaman kendi istikametindeki doğruya ulaştırır. Nazar yöntemi bilinenden bilinmeyene gitmeyi amaçladığı için ayrıntılı bilgi verir. Ama nazar yönteminin yakîn hissi zayıftır ve aksi alınamaz bir kesinlik zor elde edilir.
  • Râzî’ve göre riyazet ve mücahede yönteminin bazı rüçhaniyet ve zafiyetleri vardır. Rüçhaniyeti olarak bu yöntem çok güçlü bir yakîn hissi verir fakat tafsilatı sevmez. Râzî, Şerhu’l İşârat da Ulûm-u İlahiyye’yi artırmak isteyen kimsenin bu yöntemle sonuç elde edemeyeceğini dile getirmiştir. Bu yöntemde bilgi artırma çabası odağı bozar ve daha bütüncül, daha mücmel daha sarsılmaz bilgi verir.
  •  Bu yöntemin en ciddi kusuru ise halisünasyonlara çok açık olmasıdır. Çünkü bu yöntem mizacı zorlar ve çok güçlü bir mizaç ile irade gerektirir. Ancak   kişi çok güçlü de olsa gördüğü halisünasysonları müşahede zannedebilir. Bu sebepten dolayı mürşidin, bu yolun tehlikelerini bilen ve hem yoldaki lütuflara takılıp kalmaktan hem de yanlışlara düşmekten alıkoyacak derecede ehliyetli olması gerekir.

Şihabeddin Sühreverdî

  • Güçlü bir riyazet ve zühd hayatına sahip, fazlasıyla mistisize edilmiş filozof Sühreverdî’ye göre Meşşaîlerin kullandığı nazar ve istidlal yöntemi, aslında hakikat bilgisine ulaşma yöntemidir ancak mütekamil bir bilgi vermez.
  • Hakikat bilgisini mütekamil şekilde elde etmek için riyazeti nazara eklemek gerekir. Nazar ve riyazet yönteminin birleştirilmesi ve bu birlik neticesinde hakikat bilgisine ulaşılması gerekir.
  • Sühreverdî’ye göre Hallâc-ı Mansûr, Zünnûn-i Mısrî gibi sufiler sadece nazar yöntemini kullanarak hakikat araştırması yapan filozoflardan daha üstün hakikat bilgisine sahiptirler.

İbn Tufeyl

  • İbn Tufeyl’e göre hakikatin en yetkin idrakine nazarla ulaştıktan sonra ona müşahede ile yaklaşılması gerekmektedir.
  • İbn Tufeyl’in, Sühreverdî’den en ciddi farkı Hallâc-ı Mansûr’u eleştirmiş olmasıdır. Sadece mücahede yöntemi ile hakikate ulaşmaya gayret eden ve ulaşan kimsede sapkınlık ortaya çıkabilir. Çünkü müşahedenin nasıl yorumlanacağını bilemez. Müşahadeyi yorumlayan akıldır.
  • İbn Tufeyl’e göre kişi müşahedeye ulaşınca kendisini hak olarak görür ve hak ile kendisini ayrıştıramaz. Ama akıl bütün mahlukatı yaratan hakkın, kendisinden ve diğer bütün mahlukattan ayrı hepsinin varlığının kaynağında olduğunu idrak eder.
  •  O, Hallac-ı Mansur’u nazar yöntemini kullanarak kemale ermeden müşahadeye ulaştığı için gördüğü müşahedeyi yanlış yorumlamakla eleştirir.
  • İbn Tufeyl, nazarsız mücahede ile bir hakikate ulaşılsa bile onun doğru anlaşılamayacağını iddia etmiştir.

Seyyid Şerif Cürcani ve Sonrasında Yöntem

  • Seyyîd Şerif Cürcânî’ye göre saadet-i kusva’ya ulaşmak için mebde ve mead’ın bilgisine ulaşmaya ihtiyaç vardır. Bu bilgiye nazar ve istidlal veya riyazet ve mücahede yolları ile ulaşılabilir. Nazar ve istidlali kullananlar şayet bir dinin tabisi olarak kullanıyorlarsa o dinin mütekellimleridir. Bir dinin naslarına bağlı kalmadan bunu uyguluyorlarsa Meşşaî filozoflardır. Riyazet ve mücahedeyi kullananlar ise Hz. Peygambere tabi iseler Müteşerrî sufilerdir değillerse İşrâki filozoflardır.
  • Bu tasniften sonra düşünürler nazari düşünce geleneklerini anlatırken bu dörtlü tasnifi kullanmışlardır. İbn Arabi ile tasavvufun felsefeye tevarüs etmesi aynı zamanda Gazâlî ve Razi gibi büyük kelamcıların riyazet yöntemine dair değerlendirmeler yapması, nazar yöntemine yönelik güçlü eleştirilerin ortaya çıkması önce riyazet yöntemine bir rüçhaniyet kazandırmıştır.
  • 13.-16. yy.’lar da riyazet yöntemini metafizik sahada ortaya koyduğu verilerin nazar yöntemi ile ortaya konulan verilerden daha ileri olduğunu kabul eden Devvânî, Taşköprülüzade ve Kemal Paşazade gibi düşünürler ortaya çıkmıştır.
  • Bu düşünürler nazar yönteminin verilerinden daha güçlü olarak riyazet yönteminin verilerini kabul ederek yöntemleri birleştiren bir tavır geliştirmişlerdir.