Kitap Konusu
İDE ATÖLYE 2020-2021 | DERS NOTLARI | 23 Şubat 2021
- Gazali'nin delil sistematiği şu şekildedir: kitap, sünnet, icma ve ıstıshab (akıl delili).
- Hükümlerin kaynağı Allah'ın kelamı ve iradesidir. O, sünneti, Allah'ın kelamına ve iradesine uygun olduğunu düşünerek delil kabul eder. Hatta Allah'ın kelamı noktasında Hz. Peygamberin söylediği dini içerikli sözler ile Kur'an-ı Kerim'i aynı seviyede görür, ikisi de Allah'ın kelamıdır, kaynak olarak ortaktır.
- Allah-u Teâlâ kelamıyla bize ümmetin bir konuda ittifak etmesinin kendi iradesine uygun olduğunu dil getirir ve O’nun iradesini yansıttığının garantisini verir. Bundan dolayı da icma buraya dahildir, Allah’ın iradesine delalet eder.
- Gazali kıyası hükmün delilleri arasında saymaz çünkü akıl ona göre delil değildir.
- Burada bir çelişki var gibi gözükür, akıl hüküm kaynağı değildir diyoruz, hüküm kaynağı Şari’nin kelamı ve iradesidir diyoruz, aynı zamanda ıstıshab'ı akıl delili olarak nitelendiriyoruz, bu nasıl oluyor?
- Gazali’ye göre Allah'ın iradesinde kelamını yansıtan bir sem'in, yani işitilmiş bir Kur'an veya sünnet metninin olmadığı durumda akıl, hükmün olmadığını gösterir. Istıshab delilinin asıl yeri budur. Istıshab delili Ehl-i Rey dışı bir delildir çünkü Ehl-i Rey zaten aklın hüküm kaynağı olduğunu kabul eder.
Kitabın hakikati
- Din Kitabullah üzerine kuruludur. Kitabın manası Allah-u Teâlâ'nın zatıyla kâim kelamdır. Kitabın lafızlarının Allah'ın zatıyla kaim olması düşünülemez. Anlam soyut bir şeydir, lafız ise telaffuzu ve sesleri gerektirir. Bunlar bir tür hâdis araz olduğu için, Allah'ın zatıyla kâim olması düşünülemez.
- Kelam, içinde emir nehiy ve haber olan, Allah'ın ilmi ve iradesinden farklılaşmış, kadim sıfatlarından biridir.
- Şair “Kelam dediğimiz şey kalptedir” demiştir. Dil açısından, kalptekine kelam denir, Allah'ın kelamını telaffuz edilmiş kelam olarak düşünmemek gerekir. Buna göre de kelamın birinci anlamı, kalpteki/fuâddaki lafız formuna kavuşmamış anlamdır. İkinci anlamı ise, söylenen, lafız formuna kavuşmuş kelamdır. Bu iki anlamın içerik olarak birbirinden farklılaşması sebebiyle Gazali’ye göre “kelam” eş sesli bir kelimedir.
Kitabın tanımı
- Kitap, “Mushaf'ın iki kapağı arasında meşhur yedi harf üzere mütevatir olarak nakledilen şeydir.” Mushaf ise, ümmetin üzerinde ittifak edip de nesilde nesile aktardığı şeydir.
- Gazali, Kitabın bize kadar gelişinin tevatüre dayandığını temellendirmeye çalışır.
- Mushaf'ın gelişi kesin bilgiye dayanır ama tevatür burada yeterli değildir. İlk Mushaf haline getirilen Kitap gerçekten Hz. Muhammed'in kendisine indirildiğini söylediği şeyin tamamını içerir mi? Bununla ilgili bir tartışma var mıdır, bu Mushaf vahyin aynısı mıdır?
- Tevatüre bir kavram ilave etmemiz gerekir ki din olsun. Ehl-i Rey burada “emr-i bi’l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker” ilkesini getirir. Bu gruba göre bu ilke öylesine kesindir ki, en ufak bir sorun çıkmış olsaydı sahabe itiraz ederdi ve bize kadar tartışmalar kesin gelirdi.
- Gazali Kur’an’ın bir kısmının ihmal edilerek aktarılmamış olmasını ve ona başka bir şey karıştırılmış olmasını adeten imkânsız görmektedir.
- Gazali adete “emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker” dese, Mutezililikle itham edilir. Gazali bu ilkenin niçin üretildiğinin çok iyi farkındadır. Gazali'de adet kendisinden birçok aslın üretildiği çok önemli bir kaynaktır.
- Gazali'ye göre tecrübelerimiz zorunlu bilgi doğurur. Ateş pamuğu zorunlu olarak yakar, ama buradaki zorunluluk tabiattan kaynaklanan bir zorunluluk değildir. Eğer ateş pamuğu bazen yakıp bazen yakmasa, hiçbir bilgimizde kesinlik olmaz. O zaman,“Mushaf bu dinin kitabıdır, bozulmamıştır, Hz. Muhammed Peygamberlik iddiası üzerine vefat etmiştir” diyemeyiz.
Soru: Tanım neden Mucizeyi içermiyor?
İlk olarak, Allah'ın kelamının Mûciz olması, insanları aciz bırakıyor olması, bir şeyin Allah'ın sözü olduğunun değil, Peygamber'in doğru söylediğinin delilidir.
- İkinci olarak, bazı ayetler mûciz değildir. Kitapta mucize var ama bu ayetleri birbirinden ayırmak oldukça zor, geniş bir teori alanı oluşturulmuş ve İ'caz'ul-Kur'an literatürü ortaya çıkmıştır. Sarfe teorisi ortaya çıkmış (Kur'an lafız üzerinden dengi yapılabilecek bir kitaptı ama Allah'ın bunun önünü engelledi). Hangi ayetlerde mucize var ve bu mucize nasıl? Sarfe yoluyla mı, gelecekten haber verme yoluyla mı, lafzının ve manasının güzelliği insanı büyülemesi yoluyla mı?
- Hâdis fiilî mucizelerde tevatüre ulaşabiliyor muyuz? Gazali teker teker herhangi bir fiilî mucizede tevatürün sağlanamadığı görüşündedir. Gazali mucizeyi merkeze alarak dini temellendirme işine girer ama burada da tatmin edici bir sonuç sunamıyor.
Soru: Tanımda Tevatürü niye şart koştun?
- Bilginin oluşması için tevatür gereklidir, burada zann olmaz.
Soru: Nasıl oluyor da Ku'ran'ın lafzı mütevatir?
- Mütevatir deyip kesinlikten bahsediyoruz ama iki mesele kesinlik iddiamızı tehdit eder. Gazali burada iki meseleye değinir.
- Birinci meselede, İbn Mes’ud’un mushafında olan “mütetabiat” okuyuşunun Kur’an’dan olmayıp mütevatir olmaması konusunu ele alır.
- Hz. Osman zamanında Mushaflar çoğaltıldığında İbn Mes'ud kendi mushafını yakmıyor ve öğrencilerinin elinde de bazı nüshalar var. Kûfe ve Bağdat'ta İbn Mes'ud’un mushafı okutuluyor. Haccac, İbn Mes'ud mushafının okunmasını yasaklıyor.
- İbn Mes'ud mushafında Maide suresi 89. Ayette "mütetabiat" yazıyor ek olarak.
- فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍؕ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْؕ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْؕ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِهٖ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ[1]
“ Buna imkânı olmayan ise üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğinizde (bozarsanız) yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinize bağlı kalın. Allah âyetlerini sizin için bu şekilde açıklıyor ki şükredesiniz.”
- Burada “mütetabiât” kelimesinin fıkhî duruma etkisinden ziyade, bir sahabinin Kur’an lafzına yaptığı ilave önem arz eder ve asıl sorun budur.
- Meselenin problemli yönü şu; Kur’an’ın okunuşunda sabaheden birinin başka bir bilgisi var. Gazali bu ziyadenin mütevatir olmadığını söyleyerek burada peşpeşeliği vacip görmez. Bu İbn Mesud’un, Kur’an’dan olduğunu düşünmeden yazdığı bir yorum da olabilir.
- Hz. Peygamberin Kur’an’dan olan bir şeyi bir kişiye fısıldaması caiz değildir.
- Bu konunun çözümü, Hanefilere nazaran Şafiiler ve Eş'ariler açısından daha kolaydır. Gazali’ye göre bu kelime mütevatir ya da meşhur bir rivayet değildir, İbn Mes'ud'un ayetle ilgili kendi bilgisi ile alakalıdır, bunu bize aktarması da haber-i vahiddir. Biz bunu kabul etmiyoruz der.
- İkinci meselede, besmelenin Kur’an’da her surenin evvelinde başlı başına bir ayet olup olmaması konusunu ele alır. Kur'an'da en azından bir tane besmeleyi kesin olarak biliyoruz. Diğerleri konusunda çok farklı fikirler var اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ[2] “Mektup Süleyman’dan gelmekte, rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla başlamaktadır”
- Besmele konusunda ümmet bu ihtilafı serinkanlılıkla karşılamış ve usûl-i fıkıh kitaplarında bu mesele tartışılmıştır.
- Gazali burada Bâkıllânî'nin yorumlarını verir. Bâkıllânî Şafii'yi eleştirir. Gazali sonuçta her sayfada yeni bir fikir ortaya atıyor. Gazali'nin yöntemi açısından pek bir netlik yok, “içtihadidir” diyor. Ciddi bir sorun olarak görmemeyi tercih ediyor.
Kitabın lafızları:
Kur'an'da mecaz var mıdır?
- Eş'ariler Kur’an’daki "salât, zekât" gibi şer'i isimleri, hakiki anlamda görmez. Onlara göre hakiki anlamlar sadece dil ve örfte olabilir. Dolayısıyla şer’i anlamlar onlara göre mecazidir.
- Bir kişi Kur'an'ı okuduğunda ilk başta "zekât" kelimesini anlayamaz. Anlayamamanın kelamî olarak temellendirmesini nasıl yapacağız? Bunun tartışılması gerekir.
- Gazali’ye göre, Arapçada hakikat ve mecaz bulunduğu için Kur'an'da da bulunması doğaldır.
- Şafiilerde ise Kur'an'da her şey Arapçadır, dolayısıyla sadece Arapça bilgisiyle her şeyi anlarız. Mecaz kelimesinin kullanılmasına bazen sorunlu bakabiliyorlar.
Kur'an'da Arapça olmayan sözcük var mıdır?
- İmam Şafiî Kur'an'daki her şeyin Arapça olduğu görüşündedir. Eğer Kur'an'da Arapça olmayan sözcük olsaydı Kur'an tam anlamıyla Arapça olmayacaktı, Kur'an'ı anlamak için Arapça bilgisinin dışında zaman zaman Süryani bir hocaya veya bir Yahudi'ye, başka mecralara ihtiyacımız olacaktı.
- Bâkıllânî de bir Eş'ari olarak aynı yoldan giderek Kur’an’da olan her kelimeninArapça olduğunu ve başka dillerde kullanılıyorsa Arapçadan geçme olup aslınınArapça olduğunu düşünür. Gazali’ye göre bu görüşüyle Bâkıllânî tekellüfe girmiştir.
- Bâkıllânî, sorunu daha kelamî olarak gidermeye çalışır Arapça olmadığı iddia edilen kelimelerin Arapça etimolojisini yapmaya, vezinlerini bulmaya çalışır. Bu görüşünün önemli iki dayanağı, Nahl suresi 103. Ayet ve Fussilet suresi 44. Ayetlerdir.
- وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌۜ لِسَانُ الَّذ۪ي يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِيٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُب۪ينٌ[3] “Hiç kuşkusuz, ‘Kesin olarak bunları ona bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz. Oysa ona öğretiyor dedikleri kişinin dili yabancıdır, bunun dili ise açık seçik Arapçadır.”
- وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَّقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آيَاتُهُ ۖ أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ ۗ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاءٌ ۖ وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى ۚ أُولَـٰئِكَ يُنَادَوْنَ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ [4] “Biz bu Kuran'ı yabancı bir dil ile ortaya koysaydık: ‘Ayetleri uzun açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı bir dille söylenir mi?’ derlerdi. De ki: ‘Bu, inananlara doğruluk rehberi ve gönüllerine şifadır.’ İnanmayanların kulaklarında ağırlık vardır ve onlara kapalıdır; sanki bunlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da anlamıyorlar.”
- İddiayı inkâr etme اَعْجَمِيٌّ ve عَرَبِيٌّ kelimeleri üzerindendir. Bu adam a'cem'dir, Kur'an Arapçadır.
- Bakıllanî'nin görüşü bu ayetler ile temelleniyor, ama Gazali'ye göre bunlar tekellüftür.
Hazırlayan: Esma Karakütük