Usul ve Özgün Düşünce
Burhanettin Tatar


İDE AKADEMİ 2021-2022 | DERS NOTLARI I. Ders | 13 Ekim 2021

  • Özgün düşünme biçimleri dediğimiz zaman öncelikle dil ve üslup farklılığı hususunda hazırlıklı olmak gerekmektedir. Bu bağlamda konuşulması gereken ilk husus, usul ve metot kavramları arasındaki farklılıktır.
  • Usul daima realizme, realist bir felsefeye dayalıdır. Realizm denilen şey, varlıktan düşünceye doğru geliştir. Metot ise -daha çok burada kastedilen Kartezyen metottur ki, günümüzde Avrupa’da kullanılan metot kavramının arka planında Kartezyen metot anlayışı vardır ve sonrasında da pozitivist ve materyalist bilimler bu metot bilincini sürdürmüşlerdir- idealisttir, düşünceden hareket eder; insan düşüncesini hareket noktası olarak kabul eder. Bu anlamda metot, düşünceden varlığa gidiştir. Usul, dışarıda bir hakikatin var olduğunu kabul eder. Usul, varlığın insana kendini göstermesini, yani insan için görülmesini ve kendini açığa vurmasını sağlamaktır.
  • İslami metodolojilere bakıldığı zaman Kur’an ve hadislerde veya sünnette hakikatin tecelli ettiği, orada hakikaten taayyün ettiği, yani orada hakikatin dile geldiği zaten bir imanî ön kabuldür. Bu insan bilincinin dışında var olan bir hakikat olarak kabul edilir ve bunun insana kendini göstermesinin yolları anlamında usul kelimesi kullanılır ki, asla ulaşmak da kısacası budur. Martin Heidegger’in Yunan düşüncesine atfen kullandığı hakikat (ALETHEIA) kavramına bakıldığında bu daha iyi anlaşılabilir.
  • ALETHEIA, bir şeyin üstünü açmak, yani gaip olan veya bâtın olan bir şeyin zuhura gelmesi, kendini göstermesini sağlamak anlamına gelmektedir.
  • Usulün dayanağı daima DIŞARISI’dır, yani bilincin dışı veya dışarısıdır. O yüzden de insan bilinci burada kendini dışarıya açmış bir varlık tarzıdır. O halde usul, gerçek veya hakikat diyerek bakılan şeye maruz kalmaktır. Usul sadece bir bilme konusu değildir. Bir varlığın hakikatinin insanda kendini gösterip tecelli etmesi ve onu dönüştürmesi, onda açığa çıkması durumudur. Dolayısıyla artık usul ile dile gelen şey o kişide, o kişi üzerinden konuşmaya başlar. Bu, hadis ve sünnet bağlamında şu şekilde kullanılır: Hz. Peygamber Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanandır, o yaşayan Kur’an’dı. Metot kavramına bakıldığında ise tamamen farklı bir felsefe görülür. Bu kapsamda özellikle Descartes’in “Meditasyonlar: Metafizik Üzerine Düşünceler” diye Türkçeye çevrilen kitabının okunmasında yarar vardır. Çünkü Descartes dışarısı denilen şeyi tamamen bir şüphe alanı olarak görür.
  • Descartes en sonunda kendi bedeninden de şüphe edebileceğini söyler ama şüphe edemeyeceği tek şeyin, eğer varsa düşünüyor olması olduğunu belirtir. ‘Düşünüyorum o halde varım’ der. Bu saf düşüncenin nerede olduğu, hangi zamanı tecrübe ettiği sorulabilir, ancak belli bir zaman ve mekân söz konusu değildir. O yüzden de metot, özü itibariyle zamansız ve mekânsız bir düşünme biçimidir. Bu manada bilim tarihine bakıldığında, metot kavramının din-bilim ilişkilerine de yansıdığı görülür. Bilim adamı laboratuvara girdiğinde iman gömleğini dışarıda bırakır. Çünkü iman onu bir yerde tutmaktadır, bir mekânda yani bir iman mahallinde, bir dinin öngördüğü mekânda tutmaktadır. Bunun anlamı şudur, metodu kullanan kişi, zamansız ve mekânsızdır, yani nerede olduğu belli değildir. Çünkü önyargılardan arınmış olması gerekmektedir. Metot saf bilincin kendi içinde ürettiği kriterleri kullanır. Onlar Matematik, geometri ve mantıktır. Bunun, nesnelliğin sağlanması olarak yapıldığı söylenir. Oysa bu bakışın İngilizce ifadesi god's eyeview, yani tanrısal bakıştır. Bu anlamda metot ve usul kavramlarının birbirine ne kadar zıt olduğu da açığa çıkmıştır. Çünkü usulde kişi maruz kalan ve dönüşendir. Yani hakikate kendini açık tutan ve dönüşmeye hazır olandır, gerçekliğe açıktır. Metotta ise baktığı gerçeklikle insan arasında hiçbir ontolojik ve aksiyolojik ilişki yoktur. İnsan dışarıdan görendir ve araştırdığı şeyden etkilenmez veya onu etkilemez. Usul ve yaratıcı düşünce veya özgün düşünce arasında nasıl bir ilişki vardır? Usul fikri son derece önemlidir, ancak onun tek bir dayanak haline gelmesi bir sorundur. Hatta görüldüğü kadarıyla İslami ilimlerin en büyük sorunudur.
  • Usul denildiği zaman, daha teknik anlamda, bir kurala uymak anlaşılır. Yani asla ulaşmak veya aslın kendini göstermek için belli kuralları takip etmesi demektir. Ancak yaratıcı düşünce veya özgün düşünce denildiğinde bambaşka bir şey kastedilmektedir.
  • Usul yol izlemektir, yani kurallara göre açılmış bir yol vardır ve o izlenmektedir. Ama yaratıcı düşünce yol açmaktır, var olmayan bir yolu açmaktır. Yolu izlemek başka bir şeydir, olmayan bir yolu açmak ise başka bir şeydir yaratıcı düşüncede otonomi söz konusudur. Otonomi (auto-nomos) Yunanca bir kelimedir, anlamı şudur, kendi kuralını kendisi için koyandır, yani özgün düşünce kendi kuralını kendisi koyar ve kendi yolunu kendi açar.
  • Özgür düşüncede kural bir daha asla tekrarlanmaz, bir kereliğine koyulur ve o yönüyle özgün olur. Buna göre usul tekrarlanabilir olana işaret eder, özgünlük ise tekrarlanamaz olana işaret eder. O yüzden İslam düşüncesinin günümüzde karşılaştığı en temel sorun, usul ve özgün düşünce arasındaki diyalektik veya yaratıcı denge ilişkisini kuramamasıdır. Usule uymak önemlidir ama tek başına yeterli değildir. Çünkü farklı fikirler geliştirilememektedir. Yani yeni sorunlara yeni çözümler üretmekte zorlanır veya dünyaya farklı bakmayı başaramaz
  • Usul daima realist olduğunu söyledik; yani o dışarıda bir hakikati kabul eder ve onun kişiye kendini göstermesini talep eder. Bu anlamda “doluluk” fikri usulün ana karakteridir. Yani dışarıda bir gerçeklik vardır, doldurulmuş bir mekân vardır. Bu açıdan bakıldığında İslam düşüncesi çok büyük oranda “doluluk” ekseninde inşa edilmiş bir düşüncedir. Çünkü Allah fikri İslam’da her yerde hazır ve nazır sonsuz bir varlık anlamına geldiğinden, ortada dikkat çeken boş bir mekân yoktur.
  • Kelamda Eş’ariliğe bakıldığında görülecektir ki, boşluğa yer kalmamıştır. Yani insan eylemlerini de Allah yaratır, insan sadece niyet eder, amaçlar ve ister, bu kadardır.
  • Mu’tezileye bakıldığı zaman Ehl-i sünnete göre boşluk fikrine daha çok yer verildiği görülür.
  • Yaratıcı özgün düşünce ise boşluğu gerektirir. Boşluğun olmadığı yerde özgün düşünmek mümkün değildir. Çünkü kıpırdamak için hareket alanı yoktur. Özgürlük, boş alan demektir. Kişi için açılmış bir boş mekânın olması lazımdır. Özgür olunabilmeli ki özgün olunabilsin. Bu manada kişiye açılmış boş bir mekân olmayınca özgün de olma imkânı kalmaz.
  • Hiçbir zaman insan bilinci veya muhayyilesi yoklukta bir şeyi icat edemez, üretemez. Bu felsefi ilkeyi kabullenmek gereklidir. Nitekim insanlar daima tarihsel, dolayısıyla zamansal ve mekansal varlıklar olarak bir şeyden hareket ederler. Burada kastedilen, insanın asla yokluktan bir şey üretmediğidir; ancak o boşlukta yaratır. Saf boşluktan hareketle de hiçbir şey üretemediği için insan, daima bir geleneğe ve bir birikime ihtiyaç duyar.
  • Birikim yoksa yani birikimsel gelenek yoksa hiç kimse özgün düşünemez. Bu nedenle birikim son derece önemlidir.
  • Türkiye Cumhuriyeti tarihinde özgün düşünmede zorlanılmasının nedenlerinden bir tanesi, tarih içerisinde gelen birikimin zayi olmasıdır. Türkiye’de bir taraftan laik, seküler eğitim bir taraftan da din eğitimi mevcuttur ve bunlar asla yan yana gelmemektedir.
  • Günümüzde de ilahiyatların içine düştüğü paradoks budur. Çünkü sırf Temel İslam bilimleri ile yola çıkılsa o zaman dünyayı tanımayan, dünyadan kopmuş tek kutuplu, tek boyutlu bir insan ve Müslüman modeli ortaya çıkacaktır. Ama diğer yandan dünyayı tanımaya odaklı olunduğunda da dini gelenekten nasibini almamış, yine tek boyutlu bir Müslüman modeli ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden bugün Türkiye’deki eğitim sorunlarından bir tanesi tek boyutlu insan üretmesidir. Çok boyutlu düşünülememektedir. Özgün düşünebilmek ise çok boyutlu var olmak ve düşünebilmektir.
  • Özgün düşünebilmek bir şeyi başka bir şey olarak görmektir. Birisi özgür düşünüyorsa, yaratıcı düşünüyorsa veya farklı düşünüyorsa o, bir şeyi farklı bir şey olarak görmüştür. Farklı bir formda söylenirse de, o bir şeyde başka bir şeyi görmektedir.
  • Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için Picasso Bull's Head çalışması iyi bir örnek olarak verilebilir. Picasso sık sık hurdacı dükkânlarına giden bir adamdır ve onun için yaratıcı olmak isteyen kişiler, hurdacı dükkanlarına gitmelidirler. Bu, ister teknik anlamda yani gerçek hurdacı olabilir, ister hurda niyetine ıskartaya çıkarılmış, kullanım dışı kalmış ve artık işe yaramaz diye ötelenmiş, ötekileştirilmiş hususlar/konular olabilir.
  • Özgün düşünme daima ötekileştirilmiş bir şeyden başlar.
  • Picasso’nun Bull's Head’inde boğa başını simgeleyen metal çocuk bisikletinin oturağıdır, boynuz da çocuk bisikletinin direksiyonudur. Çocuk bisikletine bakıp oturağı boğa başı, direksiyonu da boğa boynuzu olarak görmek yaratıcılıktır. Bu özgün düşünmenin örneklerinden bir tanesidir ve bilim ile sanat bu şekilde gelişir. Bütün bilimsel yenilikler inovasyon denilen husus genelde bir şeyde başka bir şey görmekle başlar.
  • Bu çocuk bisikleti görüldüğü zaman ‘bu bir çocuk bisikletidir’ denildiğinde özgün düşünülmüş olmaz. Çünkü bu durumda özdeşlik mantığı üzerine bakılmış demektir. Bu, özgün düşüncenin en büyük engellerinden bir tanesidir. Usul, A’yı A olarak görme çabasıdır. Özgün düşünce ise A’yı A olmayan başka bir şey olarak görme çabasıdır. O yüzden usul ve özgün düşünceye bakıldığı zaman onlar gerilim halindedir.
  • Bunun analizi yapılacak olursak: A’yı A olarak görmek, aşinalık kavramı üzerinden düşünmektir. Bu anlamda aşina olmak yakınında bulunmaktır, yabancı olan ise ötekileşmiştir ve uzaktadır. Özgün düşünmek ise bir şeye yabancılaşmak demektir. Usul bir şeyi tanıdık kılma çabasıdır. Özgün düşünmek ise bir şeyi yabancı olarak görmek demektir. Tanıdık geleni tanımadığımızı fark etmektir. Mesela bisikleti tanıdığımızı düşünürüz: ama o başı boğa şeklinde tasarlandığında, onu gerçekte pek tanımadığımızı fark ederiz. Bu yüzden de usul ve özgün düşünme arasında daima bir diyalektik gerilim vardır. Yani birisi tanıklığı, tanıdıklığı veya merkeze alır, öbürü ise yabancılığı ve uzaklığı merkeze alır. Dolayısıyla usul ve özgün düşünce bir şeye aynı anda hem yakında hem uzakta olmaktır. İslam düşüncesi dikkat çekici oranda yakınlık üzerine kurulmuştur. Usul merkezinde düşünüldüğünde hep hakikate yakın olmak, yani hakikatin pek yakınında durmak anlamında bir mekân tasarımı vardır. Oysa özgün düşünebilmek daima en yakınımızda olanı tanımadığımızı yani ona uzak olduğumuzu fark etmektir. Bu duruma atfen Rus formalizminde (Bakhtin) yabancılaşma kavramını kullanılır. Usul, aktüellik üzerinden düşünür. Var olan aktüel olandır, aktif olandır ve kişiyi etkileyendir, bu manada kişi belli oranda pasif kabul edilir. Ama özgün düşünebilmek aktüaliteye değil imkâna, potansiyele bakmaktır.